Gelincik Tarlası

Her insanın duygu ve düşünce dünyası, doğadaki çeşitli nesnelerle, çeşitli olaylarla, şekil buluyor ve somut olarak karşımıza çıkıyor. Yüreğinizde tohumlarını attığınız, ilk sürgünlerini kalbinize veren, kanınızla canınızla besleyip büyüttüğünüz, filizlenen gövdesinden yapraklarına sürgün veren bir çiçeğiniz var. Bu çiçeğin adı yok, rengi yok, kokusu yok. Ama bu sizin içinizde büyüyen bir duygu. Bu çiçeği alıp toprağa ekmelisiniz, bu çiçeği alıp bir saksıya koymalısınız. Yüreğinizde büyüyen bu duyguyu somut bir nesne olarak karşınızda görmelisiniz.

 

Yüreğinizde besleyip büyüttüğünüz yüzlerce, binlerce duygu vardır ve bunların pek çoğu toprağa ekilmeyecektir. Çoğu anlamsız bir iç burkulması olarak kalbinizde ölüp gidecektir.

 

Ne zaman ki bir duyguyu, ellerinizle yüreğinizden aldınız, toprağa ektiniz, onu gözlerinizle gördünüz, rengini bildiniz, kokladınız ve dokundunuz.. O zaman o duyguyla hesaplaşmak zorundasınız.

 

Bu duyguya ne derseniz deyin, aşk, nefret, öfke, kin, haset, sevinç, hüzün, gurur ve adını koyamadığınız yüzlerce şey…

 

Hayatınızın gençlik yılları, bu duyguları somut birer çiçek olarak karşınızda göremediğiniz yıllardır. Duygularınızı çiçek olarak toprağa ekmek yerine, başkalarının çiçekleşmiş duygularını seyretmeyi, koklamayı ya da koparıp atmayı tercih edersiniz. Kendi çiçekleriniz yoktur, gül bahçeniz, menekşe bahçeniz, papatya tarlanız yoktur. Başkalarının çiçekleriyle tanımladığımız duygularınız vardır.

 

O çiçekler sararıp solduğunda, o çiçekler öldüğünde, o çiçekler koparıldığında siz de sararmış, solmuş ve koparılmış olursunuz. Çünkü o çiçekler sizin çiçekleriniz değildir. Sizin bahçenizde, sizin tarlanızda yetişmemiştir.

 

Göğüs kafesinizden gizli, yüreğinizde filizli, damarlarınızda köklü çiçekler değildir bunlar. Yüreğinizden söküp toprağa diktiğiniz; sevgiyle,  şefkatle, merhametle suladığınız çiçekler de değildir bunlar.

 

Ne zaman ki sizin duygularınız, rengini, kokusunu, şeklini bulur ve bir saksıya, bir bahçeye, bir tarlaya çiçek olur, o zaman gerçek olgunluğa erişirsiniz.  

 

Bir gerçeğin farkına varırsınız sonra… Ben hiç çiçek yetiştirmemişim bugüne kadar, dersiniz.  Kalbimden söküp de küçücük bir saksıya koyduğum bir tutam ot dahi olmamış hayatımda, dersiniz.  Bütün duygularımı başkalarının çiçekleriyle ifade etmişim, dersiniz.  Başkalarının çiçekleri benim duygularım olmuş, benim adıma konuşmuş, diye düşünürsünüz.  Başkalarının çiçekleri sevmiş, sevilmiş, nefret etmiş, öfkelenmiş, başkalarının çiçekleri gülmüş, eğlenmiş, üzülmüş, kahrolmuş, benim  duygularım hiç ama hiç çiçek olmamış, diye hayıflanırsınız.

 

…….

 

Kırk yaşına merdiven dayamış ben bile, ilk defa bir duygumu çiçek olarak karşımda gördüm. 15 yıllık meslek hayatım boyunca, aslında hiç bilmeden, ne yaptığımın, hangi sebeplere vesile olduğumun, hangi sonuçlara yol açtığımın farkına vardım. Bendeki öğretmenliğin, daha doğrusu bendeki eğitimciliğin hangi çiçeğe karşılık geldiğini gördüm.

 

 

Ve ben o çiçekte, 15 yıllık öğretmenlik hayatımın bütün  duygularını gördüm. Sabrı gördüm, fedakarlığı gördüm, iyi niyeti gördüm, enayiliği gördüm, samimiyeti gördüm, saflığı gördüm, dert edinmeyi gördüm, dertlenmeyi gördüm, paylaşmayı gördüm, sevinmeyi gördüm, övmeyi gördüm, övülmeyi gördüm, yerilmeyi gördüm, yerin dibine batmayı gördüm, yedi kat göğün üstüne çıkmayı gördüm…Öğretmenlik mesleğinde ağızdan çıkan  bir harfin dahi geri dönüşüm kutusuna atılmadığını gördüm. Ve ben ağzımdan çıkan bir cümleden yıllar sonra kurulan yepyeni hayatları gördüm. Bir cümleyle  kendilerine meslek belirleyenleri gördüm. Bir cümleyle, tuttukları yanlış yolu düzeltenleri gördüm.

 

Ama hepsinden önemlisi, benim cümlelerimle; hayat boyunca kimseye el avuç açmayan, kendi gayretiyle çalışan ve kazanan, başı dik, onurlu, namuslu, ahlaklı, haysiyetli yaşayanları gördüm.

 

Meğerse, bendeki öğretmenlik duygusuna karşılık gelen çiçeğin bir adı varmış, bir rengi, bir kokusu varmış... Bunu ben bilmiyordum.

 

Bunu bana bir öğrencim öğretti. Şu görmüş olduğunuz eski binada 3 yıl, hemen yanındaki barakada 1 yıl okuyan bir öğrencim. Onun mezun olduğu sınıfta, ben için özel 8 öğrenci vardı. 4'ü erkek, 4'ü kız. Bu öğrencilerimden 7'si üniversiteye yerleşti. 4 tanesi benim de mezun olduğum Konya Selçuk Üniversitesinde okudu, 2'si Niğde ve Ankara'da Edebiyat Fakültesi okumayı tercih etti. Biri Sakarya'da, diğeri Kazan'da hayatını devam ettiriyor.

 

4 yıl sonra okula gelip benimle aynı branşta öğretmenlik yapan bir öğrencim. Benim öğrencim, sizin öğretmeniniz. 15 günlük öğretmenliğinde, belki de size, benden çok daha fazla şey öğreten öğretmeniniz. Ve biz onunla, öğretmenler odasının penceresinde, gelincik tarlasına bakıp sabaha kadar ağladık. Hüzünden değil, sevinçten ağladık.

 

Yıllardır içimde biriktirdiğim bir çiçek. Adı: Gelincik. Rengi Kırmızı-Siyah-Sarı.. Kokusu toprakla olmakla çiçek olmak arasında kalmış hoş, hafif, yabani.  Özelliği,duruşuyla asil ve olgun.. Hayata karşı duruşuyla en ufak bir rüzgarda, ne ufak bir yağmur damlasında kırılıp dağılacak kadar hassas…

 

Ben bir gelincik tarlası gördüm rüyamda…Okulun penceresinden bakıyordum ve tüm bahçe, gelincik tarlasına dönüşmüştü. Başka biri daha gördü o gelincik tarlasını… Beni anlayan biri, benden öğrenen biri, beni rehber bilen, öğretmen bilen biri, bana saygı duyan biri.

 

 

Sonra o gelincik tarlasını beraberce kucaklayıp getirip evimin duvarına astık.

 

Ben şimdi o gelincik tarlasına bakıp, insanlara vermem gereken çok şeyler olduğunu düşünüyorum.

 

Olabildiğince kaygısız, hesapsız, kitapsız, karşılıksız, hiçbir şey beklemeden, hiçbir şey bilmeden ve ne olacağını nereye gideceğini kestirmeden vermek, vermek, vermek…

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar