15.YILINDA 28 ŞUBAT'TAN DERS ALDIK MI?

15.YILINDA 28 ŞUBAT'TAN DERS ALDIK MI?

28 Şubat 1997 Askeri Darbesi dahil, son 50 yıla damgasını vuran bütün darbeler ve tesis edilen Askerî ve Yargı vesayetinin kaynağı ve mimarı 27 Mayıs 1960 darbesidir.

15. Yılında 28 Şubattan Ders Aldık mı? (27 Şubat 2012)

 

15. YILINDA 28 ŞUBAT

Zamanın, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir tarafından “Demokrasiye Balans Ayarı” olarak nitelendirilen, Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak tarafından “Post Modern Darbe” olarak vasıflandırılan 28 ŞUBAT 1997 OLAYI; müsait yasal mevzuata dayanılarak, Milletin manevi değerlerini tehdit gören seküler, kavmiyetçi, devletçi ve sol ideoloji sahiplerinin kadrolaştığı, Yüksek Yargı, YÖK ve bazı Sivil Toplum Kuruluşlarının destek ve teşviki ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin Yüksek Komuta kademesini teşkil eden, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail hakkı Karadayı, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hikmet Köksal, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ahmet Çörekçi, Jandarma Genel komutanı Orgeneral Teoman Koman ve Milli Güvenlik kurulu Genel Sekreteri İlhan Kılıç liderliğinde, Milli Güvenlik Kurulu kullanılarak, zayıf koalisyon Hükümetlerinin sebep olduğu istikrarsız siyasi ortamdan yararlanarak, Meşru Hükümete, Anayasal düzene, taraflı basın tarafından yapılan manipülasyonlarla sindirilmiş Milletin, manevi değerlerine ve İslami İnancını yaşamak azminde olan fertlerinin temel hak ve özgürlüklerine indirilmiş, planlı ve hazırlıklı BİR ASKERİ DARBEDİR.

28 Şubat 1997 Askeri Darbesi dahil, son 50 yıla damgasını vuran bütün darbeler ve tesis edilen Askerî ve Yargı vesayetinin kaynağı ve mimarı 27 Mayıs 1960 darbesidir. Bu darbe sadece millete ve sivil iradeye karşı yapılmamış aynı zamanda Ordunun üst kademesini de tasfiye etmiştir.

27 Mayıs 1960 darbesini yapan ve “Milli Birlik Komitesi” adını alan cunta, darbeye taraftar olmayan 235 general ile 4177 üst rütbeli subayı tasfiye ederek Silahlı Kuvvetlerde darbeci bir yapı oluşturmuş, yönetimi sivillere teslim ettikten sonra da varlığını muhafaza etmiş, 12 Mart 1971 Muhtırasına kadar, cunta içi mücadeleler devam etmiş, 22 Şubat 1962 tarihinde ve 21 Mayıs 1963 tarihlerinde başarısız iki darbe teşebbüsü olmuş, bu tarihlerde 1960 ihtilalininin genç generalleri Silahlı Kuvvetlerin Komuta Kademesine geldikleri için Silahlı Kuvvetlerin Komutası Darbeci Cuntanın eline geçmiş ve bundan sonraki müdahale ve darbeler, Silahlı Kuvvetler içindeki muhalif ideoloji mensupları tasfiye edilerek, Genelkurmay Başkanlarının liderliğinde ve emir-komuta sistemi içinde yapılmıştır.

12 Mart !971 Muhtırasından sonra da darbe için cuntalaşma geleneği terkedilmemiş, her müdahale ve darbeden sonra, darbeci cunta Silahlı Kuvvetlerin komutasını organize ettiği yeni darbeci cuntalara teslim etmişlerdir. Böylece, sivil siyasetin kulvar dışına çıkması önlenmiş, hem de eski darbeci cuntalar kendilerini güven altına almışlardır.

12 Mart Muhtırasını verenlerin varisleri 12 Eylül 1980 Darbesini, bu darbecilerin varisleri de 28 Şubat darbesini yapmışlardır. 28 Şubat Askeri Darbesinin varislerinin bir kısmı da bu gün, Balyoz ve Ergenekon Davalarında yargı önüne çıkarılmışlardır.

28 Şubat Askeri Darbesinde;

1982 Anayasasının, temel hak ve özgürlükleri, egemenliği millete veren, kurum ve kuruluşların yetki ve sorumluluklarını belirleyen maddeleri göz ardı edilerek;

Başlangıç maddesinin ikinci paragrafındaki “çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma..” hedefine bakıp, milletin yaşantısını çağdışı ve devlete tehdit olarak görme eğilimi;

İkinci maddesindeki “LÂİKLİK” kavramını öne çıkararak dindar insanlara tehdit gözü ile bakma eğilimi;

İnkılâp kanunlarının korunması ile ilgili 174 üncü maddesindeki “Çağdaş uygarlık düzeyi”ne ulaşmayı ve “lâik niteliği” korumayı sağladığına inanılan sekiz inkılap kanunun tehdit altında olduğuna dair kuşku;

Silahlı Kuvvetlere eğitim, silah, araç ve gereç bakımından hazırlıklı bulunması için “TSK İç Hizmet Kanunu”na konulmuş bulunan 35 inci maddesindeki “Türkiye Cumhuriyetini koruma ve kollama” görevinin, zamanının belirlenmesinin ve kararının verilmesinin TSK’ne ait olduğuna dair anlayış; baskı ve müdahalelere yasal dayanak yapılmıştır

Bu Anayasa ve yasa maddelerine anlam ve aktivite kazandırılması da; Devletteki Güvenlik planlamasının direktifi konumundaki “Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi”ndeki (MGSB), iç tehdit bölümünde, öncelikli olarak İrticanın iç tehdit olarak belirlenmesi ile mümkün olmuştur.

1982 Anayasası, genel özellikleri ile, devletin yönetimini millete bırakmayıp, yasama ve yürütme erklerinin yetkilerini kısıtlayan, buna karşılık, millete karşı sorumsuz kurumların yetkilerini arttıran, yani egemenliği anayasal kurumlar arasında paylaştıran kurallar koyan bir yapıya sahip olmuştur. Bu hal her şeyden önce, uyum içinde çalışması gereken devlet organlarının, verilen aşırı yetkilerin sorumsuzca kullanılması sonucunda, amansız şekilde çatışmalarına sebep olmuştur.

Milli Güvenlik Kurulu 1961 Anayasası ile teşkil ettirilen ve 1982 Anayasasında da varlığını devam ettiren, Anayasal bir kurumdur. İstişarî bir kurul olmasına rağmen, teşkilinden itibaren Siyasi iradenin kontrol altında bulundurulması görevi ifa etmiştir.

Anayasal bir kuruluş olmadığı halde, 1982 Anayasasının 125. maddesi ile kararları yargı denetimi dışında tutulan Yüksek Askeri Şûra (YAŞ), general terfileri ve re'sen emeklilik uygulamaları ile ideolojik kadrolaşmanın mekanizması olarak işlev yapmıştır.

1990' lı yıllardan itibaren hazırlanan Milli Güvenliğin Anayasası mesabesindeki Milli Güvenlik Siyaseti Belgelerindeki (MGSB) iç tehdit değerlendirmeleri, Devletin tepesinden tabanına kadar, bölünmeye ve cepheleşmelere sebep olmuştur. Bu belgeler hazırlandıktan sonra, iç tehditler ve bunlara karşı alınacak tedbirler, planlara sokularak, başta TSK olmak üzere, Kamu Kurumlarının en uç unsurlarına kadar yayımlanmış ve bu kurumlara iç tehditle aktif mücadele görevleri verilmiştir.

28 Şubatı planlayan zihniyet, zamanının MGSB 'de İRTİCA, BÖLÜCÜLÜK VE AŞIRI SOL 'u iç tehdit olarak gösterirken, AŞIRI SAĞ ve IRKÇILIĞI tehdit olarak göstermemiştir. Böylece, içinde irticai ve bölücü (Kürtçü) unsur barındırmayan aşırı sağ ve ırkçılık Devletin RESMİ İDEOLOJİSİ olarak kabul edilmiştir. Yani resmi ideoloji (seküler, kavmiyetçi, devletçi, ılımlı sol yelpaze), TSK başta olmak üzere Devletin bütün gücü ile desteklenirken, tehdit kapsamına giren ideoloji yani, inanç ve etnik kimlik baskı altına alınmıştır.

Bu baskı ve ayrışma önce kamu personelinde başlamış, tehdit görülenler tasfiye edilinceye kadar cepheleşme olmuş; tasfiye tamamlanınca da Devlet Kurumlarında, Resmi İdeoloji kadrolaşmış; sonra da cuntacı organizasyonlar oluşturarak, toplumun tehdit olarak gösterilen ideoloji mensupları ile hukuk dışı, gayri meşru mücadele yöntemleri uygulama gayreti içine girilmiş, Milletin Cephelere bölünmesine sebep olunmuştur.

Yine aynı dönemde, Resmi ideoloji, TBMM' de de hem kendisine taraftar, hem de tehdit kapsamında gösterilen siyasi partileri bulmuştur. Özellikle, seçimle iktidara gelme ümidi olmayan partiler ya resmi ideolojiye sahip devlet kurumlarına arka çıkma gayreti içine girmiş, ya da terörün gölgesinde kalmıştır.

MGSB de dindarlık ve etnik kimlik iç tehdit olarak gösterildiği için; temel hak ve özgürlüklerin, hakkaniyetle kullanılması önündeki engellerin kaldırılmasında; İç barışın sağlanması için, etnik kimliğe ve dini hayata sağlanması gereken serbestî dahi siyasi ayrışmaya sebep olmuş; sonucunda TBMM de resmi ideoloji ve karşıtları şeklinde bölünmüştür.

Yakın tarihimiz uzun süren siyasi istikrarsızlık dönemlerinin arkasından askeri darbe veya müdahalelerin geldiğini göstermektedir. 13 Aralık 1970 tarihinden 12 Eylül 1980 tarihine kadar, 10 yıl içerisinde 12 koalisyon hükümeti iş başına gelmiştir. Bunlardan 8 tanesi bir yıldan kısa görev yapmıştır. Bu zayıf koalisyon hükümetleri sırasında, siyasi ve ekonomik istikrar bozulmuş, anarşi kontrol edilemez hale gelmiş, Millet bunalmış, bir çıkış yolu gözlerken kurtarıcı olarak 12 Eylül 1980 Darbesi gelmiştir.

Yine 23 Haziran 1991 tarihi ile 28 Şubat 1997 tarihine kadar 6 yıl içerisinde 7 Hükümet görev almıştır. Bu yedi hükümetten 4 'ü altı aydan biri de bir yıldan kısa iş başında kalmıştır. Bu zayıf koalisyon hükümetleri sırasında da, ekonomik ve siyasi istikrar bozulmuş, arkasından 28 Şubat 1997 Askeri Darbesi gelmiştir.

Bunlara karşılık, 13 Aralık 1983 tarihi ile 23 Haziran 1991 tarihleri arasındaki 8 yıllık sürede, tek ve aynı partinin kurduğu üç hükümet, yine 18 Kasım 2002 tarihi ile günümüze kadar 10 yıllık süre içinde aynı partinin kurduğu 4 hükümet iş başında kalmıştır. Siyasi istikrarın hakim olduğu bu dönemlerde, ülke sorunlarına çözümler siyasi iktidarlar tarafından bulunmuş, Balyoz ve Ergenekon davalarından anlaşıldığına göre, yasal dayanak ve ideolojik kadrolaşmada bir değişiklik yapılmadığı, hatta fiili darbe planları yapıldığı halde, darbe ve müdahale imkanı verilmemiştir.

Temsilde adalet ilkesinin öne çıkarılması ile, güçsüz koalisyon hükümetlerine teslim edilen ülke yönetiminde zafiyetler oluşmuş ve oluşan istikrarsız ortamlar darbe ve müdahalelerin davetçisi haline dönüşmüştür.

Bu gün bu darbenin 15. yılında dönüp geriye baktığımızda, gecikmeden gerçekleştirmemiz gereken üç konu vardır. Bunlar;

Birincisi;

Millete ve devlete büyük maddi ve manevi zarar veren, Darbenin müsebbipleri yargı önünde hesap vermelidir.

28 Şubat Askeri Darbesinin baş sorumluları o tarihteki Milli Güvenlik Kurulu'nun Asker üyeleri, ikinci büyük sorumluları da yine o tarihteki Yüksek Askeri Şura'nın asker üyeleridir.

İkincisi;

Darbenin mağdurlarının gasp edilen maddi ve manevi hakları, Millet tarafından kendilerine verilmelidir.

28 Şubat Askeri Darbesi ile başta askerler olmak üzere Kamuda çalışan inançlı personel ile imam hatip liseleri, ilahiyat fakülteleri ve yüksek öğretim öğrencileri mağdur olmuşlardır. Silahlı kuvvetlerden YAŞ Kararı ile çıkarılanlara yapılan işlemlerin yanlışlığı, 6191 Sayılı Yasa çıkarılarak ifade edilmiş ve bu personelin bir kısım hakları verilmiştir. Ama henüz mağduriyetlerin tamamı giderilmemiştir. Bunları tekrar ifade etmek gerekir ise;

  • YAŞ Mağdurlarının geriye dönük haklarının tamamı verilerek maddi ve manevi açıdan tatmin edilmelidirler.

  • Yargıya açık idari işlemlerle çıkarılan subay, astsubay, askeri öğrenci ve uzman personel de 6191 Sayılı yasanın kapsamına alınarak hakları verilmelidir.

  • Bunaltıcı baskı sonucunda, emekliliğe zorlananlar da, Silahlı kuvvetlerdeki emsallerinin haklarına kavuşturulmalıdır.

Üçüncüsü;

Bir daha askeri darbe olmaması için tedbirler, imkan var iken alınmalıdır.

Müdahalelerin ve darbelerin tekrar Ülkemizin gündemini işgal etmemesi, Milli ve siyasi iradenin üzerinde hiç bir kurumun vesayet kuramaması ve ileri demokrasinin kurallarına uygun bir yönetim şeklinin yerleşebilmesi için, yapılması gerekenleri de ifade ederek yazımı tamamlamak istiyorum.

Yeni Anayasa çalışmasını fırsat bilerek, siyasi istikrar mevcut iken, yani Devlet Kurumları üzerinde kontrol ve TBMM de çoğunluk mevcut iken; darbeler ve vesayet için dayanak yapılan yasal mevzuatı, Kamudaki ideolojik kadrolaşmayı ve siyasi istikrarın bozulmasına neden olan ortamı ortadan kaldıracak aşağıdaki düzenlemeler yapılmalıdır.

  • Anayasada resmi ideoloji, değişmez maddeler ve laiklik ilkesi bulunmamalı, ana dilde eğitim imkanı sağlanmalı, temel insan hak ve özgürlükleri kısıtlanmamalı, vatandaşın anayasal sıfatı olmamalıdır.

  • TBMM ve Hükümetin bütün devlet kurumları üzerinde otorite kurması sağlanmalı, yetkiler TBMM 'inde toplanırken, Meclis güçlendirilmeli, temsilde adaletten feragat edip, yönetimde istikrar sağlayacak şekilde seçim barajları yükseltilmeli veya seçim sistemi değiştirilerek tek parti iktidarı sağlanacak düzenlemeler getirilmelidir.

  • Siyasi iradenin üzerinde hiç bir kurumun vesayeti olmamalıdır.

  • Asker siyasetin üzerinde vesayet kuramamalı, Milli Güvenlik Kurulu kaldırılmalı, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıkları ayrı ayrı MSB 'lığına bağlanmalı ve TSK yeniden yapılandırılmalı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin vazifesi yeniden ifade edilmeli, iç güvenlik İçişleri Bakanlığına, dışa karşı savunma da MSB 'lığına verilmeli, YAŞ' 'nın yapısı değiştirilmeli ve bütün kararları yargıya açık olmalı, Jandarma Genel Komutanlığının Genelkurmay Başkanlığı ile organik bağı koparılmalı, askeri yüksek yargı kaldırılmalı, askeri hakimler üniformasız olmalıdır

  • Milli Güvenlik Siyaset Belgesinden iç tehdit değerlendirmeleri kaldırılmalıdır.

Bundan sonra savcılarımıza, yargımıza, TBMM'ne ve Milletimize görev düşmektedir. Milletimiz, insana hizmeti merkezine alan bir devlet organizasyonu ile idare edilmeyi hak etmektedir. İstikbal Müslüman Milletimizindir. 27 Şubat 2012

Adnan Tanrıverdi
Emekli Tuğgeneral
ASSAM Başkanı

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum