700 yıl yaşayan Ademoğlu Osman!

700 yıl yaşayan Ademoğlu Osman!

Osmanlı'ya ve tarihe nasıl bakıyoruz? Çatışmalı, çekişmeli, zorlu dönemlerin ve yürek kanatıcı hataların, zulümlerin hiç olmadığı bir tarih mi bizimkisi? Ne kadar iyiyiz, ne kadar kötü?

Tarihi değerlendirirken günümüzde yürürlükte olan anlayışların etkisinde kalmak… Peki bundan kurtulmak ve tarihe çıplak bir gözle bakmak mümkün mü? Değil galiba. Öyleyse geçmişle ilgili konuşan herkes kendinden bir şeyler giydiriyor tarihe. Ona bir şeyler ekliyor veya ondan bir şeyler çıkarıyordur, eksiltiyordur. Burada İslam’ın tarihi tecrübelerine bütünüyle ve körcesine olumsuz ve düşmanca bakanların değerlendirmelerinden bahsedilmeyecektir. Müslümanlığı farklı şekillerde anlayan ve bilinçle yaşamaya çalışan kişilerin görüşleriyle ilgili bazı sorular sorulacaktır.

Bütün kazlar beyaz mıdır?

Mesela bazıları nerdeyse tarihin pozitif ve normatif bir bilim olduğuna inandırmış kendilerini. Oysa o dönemi yaşamadı hiçbiri. Kişinin elinde ne kadar belge ve döküman olursa olsun o bir ‘okuma’ biçimidir. Elbette okumayı yapan da kendisi olduğuna göre kendince bir sonuca ulaşacaktır. Bunlarla vardığı sonucun ve bu dönemle ilgili verdiği hükmün biricik ‘gerçek’ olduğunu nasıl iddia edebilir? Şunu söylemeye çalışıyorum aslında. Tarihi olaylarla ilgili bazı olguları, belgeleri, yazılı metinleri bir araya getirip bir hükme ulaşan kişi ‘Bütün kazlar beyazdır’ bilimsel önermesinin isbat edilebilirliğinin imkansızlığının farkında değil mi? Hatta bahsettiğimiz ‘kazlar’ın çoğu da geride kalmıştır, ölmüştür. Yani bütün yeryüzünü dolaşsa bile bu tarihsel kaziyyeyi isbat etmesi imkansızdır artık. Bu yüzden müslüman bir ‘iddiacı’ tüm değerlendirmelerinin sonunda ‘Allahu alem’ demek zorunda değil midir?

Bir itirafın değeri

Bunu dediğinde yanılabilirliğini, araştırmalarının devam ettiğini, söylediklerinin tartışılabileceğini ve bir yaratılmış olduğunu kabul etmiş sayılır. Bu önemli ‘itiraf’ı lafzi olarak yapmazsa bile biz onu yazdıklarında görebilmeliyiz. Böylece bunun bakış ve değerlendirmelerden yalnızca biri olduğunu kolaylıkla kabul edebilelim.

Kader her şeyi akılla çözemeyeceğimize işarettir

Tarihin hangi döneminde İslam’ı aynı şekilde anlayan ve yaşayan homojen bir tek cemaat olmuştur? Vahyin kaynağı Efendimiz’in vefatından sonra ictihatlar, siyasi tavır alışlar farklılaşmamış mıdır? Hz. Ali ( k.v. ) efendimiz’e karşı çıkan sadece Muaviye midir? Sonradan haksız olduklarını kabul eden Hz. Aişe, Hz. Talha, Hz. Zübeyr Cemel savaşında o büyük İmam’a karşı savaşmamışlar mıdır? Bu kabullenilmesi zor olayı ne kadar anlayabiliyoruz? Hz. Ali haklıydı. Bu kesin. Fakat kader mevzusunu göz önünde bulundurmadan veya kabullenmeden bu işin içinden sosyolojik ve soğuk bir okumayla çıkmak mümkün müdür?

Yezid'den nefret edebiliriz, ya Muaviye'den, Hz. Aişe'den...?

Sonrası Emevilerdir. Özellikle Ömer b. Abdülaziz’e kadarki dönem, Ehl-i Beyt’e zulmün, hutbelerde onlara sövmenin egemen olduğu uzun ve zorlu bir zaman dilimidir. Fakat bundan yola çıkarak İslam’ın o tarihten itibaren nerdeyse hiçkimse tarafından doğru anlaşılmadığını ve yaşanmadığını iddia etmek nasıl bir mantığın ürünüdür? Niye geldi o halde bu evrensel İslam? Günümüze kadarki insanlık için geçerli kılınamamış bir dinin Sahibi olan Allah, o insanların heba olmasına izin vermiştir ( ! ) Üstelik Elçisi’yle dinini tamamlamış olduğu halde…

İslam ve iktidar

Bir diğer bakış açısı ise Emevileri de, Abbasileri de, Selçukileri de, Osmanlıları da nerdeyse dini bir masumiyet ve paklıkta gören anlayıştır. Halbuki bunların hepsi zamanla ve insani gayretlerle, çabalarla, çatışmalarla oluşturulmuş insani organizasyonlardır. Müslümanca bir anlayışla kurulmaya ve devam ettirilmeye çalışılmış beşeri sistemlerdir. Hem İslam’ın hem de ( İslami ) iktidarlarının aynı anda devam etmesi için düzenlemeler yapmışlardır. Şeri kanunlara uymaya çalıştıkları gibi kendi örflerinin ve o zamanki devlet anlayışlarının da etkisindedirler.

Osmanlı'nın negatif portresi

Bu günlerde bir dizi sebebiyle üzerinde konuşulan Osmanlı algımız nasıl acaba? Osmanlı’yı despotik bir devlet olarak görmek devletin ne olduğunu bilmemekle ilgilidir. Kuralları, cezalandırmaları, sorunları, çelişkileri olmayan devlet yoktur. Masum ve günahsız olamayacak insanların yönettiği bir organizasyon, iktidarını devam ettirebilmek için hata yapar ve hatta kan da akıtır. Kardeş katline çıkarılan ferman bile, bu uygulanırken ne denli istemeyerek yapılmış olursa olsun, geçmişe çok temkinli bakmamız gerektiğini bize hatırlatır. Öldürülen, katledilen, sürgün edilen alimler, sufiler, devlet adamları, sadrazamlar... bazılarının çeşitli sebeplerle bunu hakkettiğini düşünenler varsa da hiçkimse bu kişilerin tümünün zulmü hakkettiğini iddia edemez. Bugüne uzanan modernleşme maceramızın saray tarafından başlatılmış olması bile eleştiri hakkımızın mevcudiyetine ve gerekliliğine bir işarettir.

Osmanlı'nın pozitif portresi

Öyeleyse ‘Osmanlı kötüdür, rezil ve zalimdir’ mi diyeceğiz? Acele etmeyelim. Şimdi... Osmanlı müslümanların İslam üzere yaşamasını sağlayan en önemli ve en uzun ömürlü imparatorluktur. İslami ilimlerin medreselerde yüzlerce yıl boyunca öğrenilmesini temin etmiştir. Binlerce alim bu medreslerde yetişmiştir. Saray ilme, bilime, sanata ve bu işin erbablarına müthiş bir destek vermekten geri durmamıştır. Tarikatların yaygınlık kazandığı ve insanları irşad edip beslediği en geniş topraklar, Osmanlı’nın emniyet ve himayesi altındadır. Küffarın tasallutundan yüzyıllar boyunca müslümanları uzak tutmuş olan da gene aynı imparatorluktur.

Ateşten gömleği giyinmek

Yukarda aktarılan bazı tarihi olgulara bakıldığında Osmanlı tarihinin, içinde pek çok çelişkiyi barındırdığı görülüyor. O halde biz de ne bir padişaha bir veliymiş gibi yaklaşabiliriz, ne de onun müslüman tebasına yaptığı hizmetleri, katkıları yok sayarak onu bir ceberut ve acımasız olarak düşünebiliriz. Çünkü o ateşten gömleği giyen kişinin hata yapabilme ihtimali çok yüksektir.

Necip Fazıl Abdülhamid'i sever miydi gene de?

II. Abdülhamid’i düşünelim mesela. Bildiğimiz gibi özellikle Üstad Necip Fazıl’ın çok övdüğü bir padişah. Osmanlı’ının çöküşünü uzun bir müddet durduran zeki bir lider. Ama aynı zamanda batılılaşmaktan uzak duramamış bir isim. Niyetinin ve inancının temizliğine şehadet ediyoruz. Peki o dönemdeki alimler, aydınlar neden O’na karşıydılar? En meşhur muhaliflerinden ikisi Akif ve Bediüzzaman’dır. Niçin böyle olmuştur? Kışkırtıcı bir soruyla cevaplamaya çalışayım. Necip Fazıl o dönemde yaşasaydı ve söyleyeceği her sözü tartarak söylemek zorunda kalsaydı, her an saraydan çağrılıp sorgulanma riski yaşasaydı acaba gene de Abdülhamid’e 'cennetmekan' der miydi? Elbette Üstad'ın Abdülhamid'e hangi dönemde ve tarihsel şartlar altında bunları yakıştırdığını da hesaba katmamak haksızlık olur. Ayrıca Abdülhamid'in de niçin bu denli işkilli ve aşırı dikkatli olduğunu da unutmamalıyız.

Osmanlı padişahları ne kadar büyüktü?

Abdülhamid’i kötülemek için yazmıyorum bunları. Benim sevmediğim Osmanlı padişahı yok gibidir. Bir şeyleri anlamaya çalışıyorum. Çünkü biliyorum ki insanı anlamak çok zordur. Büyük adamları anlamak daha da zordur. Hele büyük bir devleti idare eden bir hükümdarın yaşamının ne kadar çok psikolojik, toplumsal, ülküsel, dini vs. saiklerle belirlendiğini tahmin etmek gittikçe zorlaşır. Ve ben Osmanlı padişahlarının çoğunun büyük insanlar olduğuna inanıyorum. Ama hataları ve hatta kendi içimde affedemeyeceğim daha doğrusu kabullenemeyeceğim zulümleri de var. Fakat yaptıkları bu yanlışlıkların sebepleri üzerinde ölünceye dek düşünmeye devam edeceğim. Okuyacağım, araştıracağım. Şunu unutmayacağım ama: İktidarın insanı hataya sürüklememesi, yanlış kararlar aldırmaması için yönetici olacak kişinin diğer insanlardan çok daha dikkatli olması elzemdir. Çünkü ‘ateşten bir gömlek’in içindedir o.

700 yıl yaşayan bir insanı düşünürken...

Velhasıl-ı kelam: Öyle inanıyorum ki Osmanoğulları’nın hasenatı seyyiatından kat kat fazladır. Ben de bir müslüman olarak onlara müteşekkirim ve kendi hatalarımla beraber onların hata ve günahlarının affı için duacıyım. Osmanlı nerdeyse 700 yıl yaşamış bir insan gibi düşünüldüğünden, hataları bazen bazı gözlere daha fazla batıyor. Üstelik çoğu zaman deneyerek en doğrusunu bulmaya çalıştığı halde. Zaten tarih bizim için sadece yanlışları bulacağımız bir alan değildir. Olmamalıdır. Çünkü nebevi hikmet tefekkür etmemizi istemekle birlikte hayırla yad etmemizi de ister. Geçmişte yaşamış tüm müslüman milletlerin üzerimizde hakkı vardır. Fakat yanlışlarına sahip çıkma yükümlülüğümüz yoktur. Tam tersine onlardan ibret alarak o yanlışları tekrarlamama ve daha iyi olma vazifemiz vardır. 

 

dunyabizim.com'dan alıntıdır...

Etiketler :