Ahmet Altan: Savaşın bitmesi engellendi

Ahmet Altan: Savaşın bitmesi engellendi

Taraf yazarı Ahmet Altan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve ekibinin ifadeye çağrılmasının perde arkasını açıkladı.

Taraf yazarı Ahmet Altan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve ekibinin ifadeye çağrılmasının perde arkasını açıkladı.

 
Yazısında MİT Müsteşarı'nın suçunun PKK ile görüşmelerde bulunmak olduğunu kaydeden Altan, yargının bu şekilde, devletin herhangi bir şekilde PKK ile görüşmesini engellediğini ve PKK ile savaşın müzakereler yoluyla sonuçlandırılmasının önünü de uzunca bir süre için kapatmış olduğunu kaydettti.
 
Altan, "Bundan sonra kim devlet adına PKK ile görüşebilir?" diyerek MİT Müsteşarı'nın ifadeye çağrılmasının arkasındaki asıl amacı da açıklamış oldu.
 
İşte Ahmet Altan'ın o yazısı...
 
Devlette savaş
 
Şöyle söyleyeyim, eğer bizim devlet bir araba olsaydı dün şanzımanı dağıtmıştı.
 
Cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman ciddi ve gerçek bir devletimiz olmadı ama dün yaşananlar kendi standartlarımıza göre bile bir faciaydı.
 
Savcı, MİT Başkanı’nı ifadeye çağırdı.
 
Suçu, PKK ile barış müzakereleri sürdürmek.
 
Böylece yargı, devletin herhangi bir şekilde PKK ile görüşmesini engellerken, savaşın da müzakereler yoluyla sonuçlandırılmasının önünü uzunca bir zaman için kapatmış oldu.
 
Bundan sonra kim devlet adına PKK ile görüşebilir?
 
Tabii burada asıl hedef Başbakan Erdoğan olarak görülüyor, çünkü MİT Başkanı’nı bu görüşmeler için görevlendiren o.
 
Erdoğan, cesur ve doğru bir politik hamlesi nedeniyle bir anda yargının menziline alındı.
 
Hükümet de savcının girişimine karşılık derhal İstanbul Emniyeti’nin KCK operasyonlarını yöneten iki amirini görevden uzaklaştırdı.
 
Birdenbire karşımıza polis-yargı işbirliğiyle, hükümet-MİT işbirliğinin çatışması olarak tercüme edilebilecek bir görüntü çıktı.
 
Devlet ikiye ayrıldı.
 
Hükümetin, derhal iki polis şefini görevden alması, bu olaylardan polisi, en azından polisin bir bölümünü sorumlu tuttuğunu ortaya koyuyor.
 
Uludere katliamının da “ordunun denetimsizliğini” ortaya çıkardığını düşünürsek, bir tür “fetret devri” yaşadığımız, ordunun ve polisin bir bölümünün hükümetin kontrolünden çıktığı söylenebilir.
 
Buna bir de yargının durumunu ekleyin.
 
İstanbul’un başsavcısı ile vekili geceleyin, “savcının MİT Başkanı’nı çağırdığını” yalanlıyor, ertesi sabah basın toplantısı yapıp “savcının çağırdığını” açıklıyor.
 
Yargı, kendinden habersiz.
 
Ve, tabii bütün bunlar olurken araya bizim de karıştığımız büyük rezalet.
 
MİT, 2008’den itibaren benim, Mehmet Altan’ın, Yasemin Çongar’ın, Markar Esayan’ın, Amberin Zaman’ın telefonlarını dinlemiş.
 
Nasıl yapmış bunu?
 
Bizim telefon numaralarımızın yanına “yabancı” isimler yazmış ve bir “casusluk faaliyetini önlemek” için izin almış.
 
Mahkeme “casusluk” yapan “yabancıların” dinlenmesine izin verdiğini sanarak bizim telefonların dinlenmesine izin vermiş.
 
MİT, yargıyı aldatmış.
 
Hukuka aykırı bir şekilde bizi dinlemiş.
 
Şimdi şunu sormak zorundayız.
 
Bunun emrini kim verdi?
 
Bu, hükümetin bilgisi dâhilinde mi yapıldı?
 
Hükümet, MİT’in ne haltlar karıştırdığının farkında mı?
 
Yoksa daha korkunç bir ihtimal, bunu hükümet mi emretti?
 
Ya da bu, MİT içinde bir grubun kendi bağımsız girişimi mi?
 
Ne bu?
 
Bir ülkenin istihbarat kurumu, o ülkenin gazetecilerini yargıyı kandırarak dinliyor, ne amaçla yapıyor bunu?
 
Doğrusu ya Türkiye gibi bir ülkede Taraf gazetesini çıkartırken “dinlenmediğimi” hiç düşünmedim, dinlendiğimizi tahmin ediyordum, buna da hiç aldırmadım.
 
Ama bunu bu kadar ahmakça yapacakları, sahte isimlerle yargıyı kandırıp suç işleyecekleri de hiç aklıma gelmedi.
 
Bu belgeleri ele geçirdikten sonra aradığımız MİT basın sözcüsü bu olaydan haberdar değildi, “böyle bir şeyin olamayacağını” söyledi.
 
Ama olmuş ne yazık ki.
 
Dün bir de Mehmet Baransu’yu izleyen iki MİT görevlisi dinleme aletleriyle yakalandı.
 
Her şeyde tuhaf bir gülünçlük de var, iki tane ajan bir gazeteciyi izlerken armut gibi dinleme aletleriyle birlikte yakalanıyorlar.
 
Bir yandan da Başbakan Erdoğan’a acıyorum.
 
 
“Ben devlete sahibim” dedikçe skandaldan skandala sürükleniyor.
 
Biz Erdoğan’ı boşuna eleştirmiyoruz, burada “devlete” sahip olunmaz, burada sahip olunacak bir devlet yok, burada “hukuka ve demokrasiye” sahip olunur ve hukuk çizgisi içinde bir devletin temeli yeniden atılır.
 
Erdoğan on yıllık iktidar serüvenine bir baksın, ne zaman AB kriterlerini benimsediyse kazandı, ne zaman AB kriterlerinden uzaklaştıysa onun da ülkenin de başı belaya girdi.
 
Bence “dindar nesil yetiştireceğiz” türünden saçmalıkları, Paul Auster’la kavga etmek gibi tuhaflıkları bir yana bıraksın da “hukukun ve demokrasinin” ipine sarılsın, Uludere’nin faillerini bulsun, yeni bir anayasa yapmaya abansın, hukuk sistemini düzene koysun.
 
Bu dağınıklıktaki bir devletin ne zaman ne yapacağı bundan sonra hiç belli olmaz.
 
Bir an önce bu devleti hukuk çizgisinde toparlamazsa, her gün yeni bir skandalla, yeni bir faciayla karşılaşırız.
 
Biri, Erdoğan’ı daldığı Çankaya uykusundan uyandırsa iyi olur bence.
 
Yoksa açıkça belaya gidiyoruz.

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.