Allah’tan başka galip yoktur!

Allah’tan başka galip yoktur!

Âlemlerin Rabbi olan Allah, insanlığın her döneminde tarihe doğrudan müdahale edip inanan Mümin kullarını yardımıyla desteklemiştir.

O'nun izni olmaksızın hiçbir şeyin hareket bile edemeyeceğini biliyor ve böyle inanıyoruz. Bütün hengâmelerin, savaşların ve yarışların sonunda asıl galip olan ve asla kaybetmeyecek olan sadece ve sadece Allah'tır. Müminler, asla kaybetmeyecek olana iman ederek, asla kaybedilmeyecek bir müjdenin peşindedirler. Ve her şeye rağmen beş yüz yılı aşkın bir süredir el Hamra sarayının duvarlarındaki yazı yine her şeyi açıklamaktadır: "Lâ gâlibe illâ Allah" [Allah'tan başka galip yok]

Ahzap Suresinin dokuzuncu ayeti; "Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın" der, rüzgârla desteklenen müminlere. O nimeti unutmamak, o nimetin tekrarına sebep olacaktır. Bir gün mutlaka!

Müminlere Bedir savaşında melekler tarafından yardım edilmesi

Sehl bin Sa'd (ra) rivayet ediyor: "Ebu Üseyd gözlerini kaybetmesinden sonra bir gün bana şunları söyledi: "Ey yeğenim! Allah'a yemin ederim ki şu anda Bedir'de bulunsak ve Allah Teâlâ da gözlerimi bana geri verseydi, imdadımıza gelen meleklerin çıktıkları vadiyi sana hiç tereddütsüz gösterebilirdim" [Taberani]

Cebrail (as) Bedir gününde Zübeyr (ra)'ın simasında ve başında sarı renge yakın bir sarık olduğu halde indi. [Taberani]

Bedir gününde Zübeyr (r.a.)'in başında bir ucunu yüzü tarafına sarkıttığı sarı bir sarık vardı. Melekler de aynı şekilde, başlarında sarı renkli sarıklarla indiler." [Taberani]

Melekler, Bedir gününde ucunu arka taraflarına sarkıttıkları beyaz sarıklar giymişlerdir. Huneyn gününde ise sarıklarının rengi yeşildi. Onlar Bedir hariç hiç bir savaşta düşmanla savaşmamışlardır. Yaptıkları sadece mü'minlerin sayılarını çok göstermekti. [İbn Abbas'tan...]

Doru atlar üzerinde beyaz elbiseliler

Hz. Peygamber'in azatlısı Ebu Râfi' şöyle anlatıyor: Ben Hz. Abbas'ın hizmetçisi idim. İslâm dini bulunduğum eve girmiş, Abbas'la karısı Ümmü'l Fadl Müslüman olmuştu.

Onlarla birlikte ben de Müslüman olmuştum. Hz. Abbas, kavminden korkuyor ve onlara aykırı harekette bulunmak hoşuna gitmiyordu ve bu yüzden de Müslümanlığını gizliyordu. Zengindi ve malı, ticaret yaptığı için kavmi arasında dağılmış durumdaydı.

Ebu Leheb Bedir savaşına gitmeyerek yerine Hişam bin Muğîre'yi göndermişti. Kureyş'ten bir kişi savaşa gitmediğinde yerine bir başka kişiyi gönderirdi. Kureyşlilerin Bedir'de mağlup ve tarumar oldukları haberi geldiğinde Allah Teâlâ, Ebu Leheb'i rezil etti ve o üzüntüsünden ölüm derecesine geldi. Bizse içimizden büyük bir sevinç hissettik.

Ben bünye bakımından zayıf bir kişiydim. Zemzem hücrelerinden birinde ok yontuyordum. Allah'a yemin ederim ki haberin geldiği gün Ümmü'l-Fadl da orada bulunduğu halde yine o hücrede ok yontuyordum. Gelen haber bizi çok sevindirmişti. O sırada Ebu Leheb karşıdan çıkageldi. Ayaklarını sürüyerek öfkeli ve üzgün bir şekilde yürüyordu. Bulunduğumuz hücrenin yanına geldiğinde onun duvarının dibine oturdu; sırtı benim sırtıma dönüktü.

Bu sırada halk: "Ebu Süfyan bin Hâris bin Abdilmuttalib geliyor" dediler. Ebu Leheb onu yanına çağırarak: "Ey yeğenim! Anlat bakalım ne haberler getirdin?" dedi. Ebu Süfyan b. Haris gelip amcası Ebu Leheb'in yanına oturdu. Halksa ayakta duruyorlardı. Ebu Leheb:

"Ey yeğenim! Durum nasıl? Bana haber ver!" dedi.

Ebu Süfyan da şunları söyledi: "Allah'a yemin ederim ki biz onlarla karşılaştığımız ilk anda sırtımızı kendilerine çevirdik. Onlar bizi diledikleri şekilde öldürüyorlar ve diledikleri şekilde esir ediyorlardı. Ancak ben bu konuda halkı (bizimkileri) kınamıyorum. Çünkü biz doru atlara binip bembeyaz elbiseler giymiş bazı kimselerin yer ile gök arasında durduklarını gördük. Allah'a yemin ederim ki bunlar hiç bir şey bırakmıyorlar ve hiç kimse de kendilerine mukavemet edemiyordu". Dedi.

Bunun üzerine dayanamayarak hücrenin perdesini kaldırıp: "Allah'a yemin ederim ki onlar meleklerdir" dedim. O zaman Ebu Leheb elini kaldırıp bütün kuvvetiyle bana bir tokat attı. Karşı koymak istedimse de çok güçsüz olduğumdan hiç bir şey yapamadım. Ebu Leheb beni kaldırıp sırtüstü yere vurdu. Sonra da göğsüme çıkarak bana vurmaya başladı. Bu durumu gören Ümmü'l-Fadl hücrenin direklerinden birini yerinden sökerek, onunla üzerime çullanmış olan Ebu Leheb'in kafasına vurdu. Ebu Leheb'in başı fena halde yarıldı.

Sonra da: "Efendisi Abbas burada yoktur diye kölesine zulüm mü edeceksin?" dedi. Bunun üzerine Ebu Leheb perişan bir vaziyette kalkıp gitti. Allah'a yemin ederim ki Ebu Leheb o günden sonra ancak yedi gün yaşadı. Allah Teâlâ ona adese denilen bir hastalığı musallat etti ve bu hastalık onu öldürdü. Ebu Leheb öldüğünde oğulları onun cesedini üç gün içerde bıraktılar; ona yaklaşmaya korkuyorlardı. Çünkü Kureyşliler onun ölümüne sebep olan hastalıktan, taundan kaçtıkları gibi kaçarlardı. Sonunda ceset çürüyüp kokmaya başladı.

Bunun üzerine bazı kişiler Ebu Leheb'in oğullarına: "Azap olunasıcalar! Utanmıyor musunuz? Babanızın cesedi evde kokmaya başlamış ve siz hâlâ onu defnetmiyorsunuz" dediler. Onlar da bu hastalığa yakalanmaktan korktuklarını söylediler. O zaman adamın biri: "Bu konuda ben size yardımcı olurum" dedi. Onu yıkamadılar: fakat üzerine su döktüler. Ancak bunu da cesede yaklaşmaksızın uzaktan yaptılar.

Sonra da cesedi Mekke'nin üst taraflarında bir yere götürüp bir duvara dayadılar ve üzerine de taş yığdılar. [İkrime'den...]

Etiketler :