Akdeniz'deki gerilim NATO'ya taşındı

Akdeniz'deki gerilim NATO'ya taşındı

Ankara’nın İsrail’e karşı başlattığı uluslararası atağının ilk raundu geçen hafta NATO’da yaşandı. İsrail’in Akdeniz Diyaloğu çerçevesinde NATO’da temsilcilik açma girişimi, Türkiye’nin “Veto” tehdidiyle NATO gündeminden düşürüldü.

Akdeniz’de sıcak çatışma, Birleşmiş Milletler’de diplomatik mücadele derken Türkiye ve İsrail arasındaki gerilimin ilk yansıması, bambaşka bir yerde, Brüksel’deki NATO  Karargahı’nda yaşandı.
İsrail’in NATO bünyesinde temsilcilik açma girişimi, Ankara’nın “veto” tehdidiyle geçen hafta NATO gündeminden düşürüldü. Böylece Türkiye’nin 3 hafta önce açıkladığı yaptırım paketinin hemen ardından İsrail’e karşı başlattığı diplomasi atağı, ilk kez ikili ilişkilerin dışında uluslararası dünyayı da yakından ilgilendiren bir boyuta yükseldi.
İsrail ve NATO arasında 15 yıl önce Akdeniz Diyaloğu adı altında başlatılan kurumsal bağ, İran’dan gelen füze tehdidi ve NATO’nun yeni stratejik konsepti çerçevesinde son dönemde oldukça yoğunlaştı. Bu yıl başında NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen’in İsrail gezisi ve İsrail Genelkurmay Başkanı Gabi Ashkenazı’nin NATO’daki toplantıları sonucunda İsrail’in NATO üyesi olmamasına karşın Brüksel’deki NATO genel merkezi nezdinde bir temsilcilik açması yönünde bir eğilim oluştu.
Konunun NATO genel kurulunda tartışılmak üzere gündeme alınması bekleniyordu.
Ancak Türk-İsrail ilişkilerinde normalleşme koşulları gerçekleşmeden İsrail’in NATO’da temsiline karşı çıkan Ankara,  geçen haftalarda NATO’ya “Bu temsilcilik kararını veto ederiz. Resmi toplantı gündemine bile alınmasını istemiyoruz” mesajını verdi. Türkiye’nin Füze Kalkanı’na “Evet” dediği bir ortamda NATO’nun Ankara’nın isteğini kabul etmesi uzun sürmedi. Konu gündemden düştü.
Ancak bu, Türkiye ve İsrail arasındaki diplomatik düellonun bittiği anlamına gelmiyor.  Ankara bu hafta New York’taki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantılarında Filistin devlet ilanına güçlü bir destek vermeyi ve Mavi Marmara konusunda Uluslararası Adalet Divanı başvurusunu bu tasarıyla birlikte gündeme getirmeyi planlıyor.
Ayrıca Dışişleri Bakanlığı, özellikle Avrupa’daki diplomatlarına uluslararası toplantılarda gerektiğinde İsrail’e karşı tutum alınması ve Türkiye’nin tezlerinin anlatılması yolunda talimat yolladı. Bu da bir dizi zirvede iki ülkenin karşı karşıya gelebileceğinin habercisi.

Kalkan İsrail’e yarar mı?
Bu arada NATO’nun “Füze Kalkanı” projesine onay veren Ankara, bu projenin İsrail’le bağlantısı konusunda kamuoyundaki yaygın kanıdan rahatsız. İran’dan gelebilecek balistik füzelere karşı tasarlanan kalkanın sadece NATO ülkeleri değil İsrail’i de koruma amaçlı olduğu düşüncesi, hem savunma çevreleri hem de medyada oldukça yaygın.
Füze kalkanı erken uyarı radar sisteminin topraklarına yerleştirilmesine razı olan Ankara, x-band adı verilen bu radardan gelen “anlık istihbaratın” İsrail’le paylaşılmasına karşı çıkıyor.
Ancak geçen hafta Wall Street Journal’a konuşan ABD’li yetkililer, hem Türkiye’deki radar hem de İsrail’deki benzer amaçlı bir başka radardan gelen istihbaratın ortak bir havuzda değerlendirilebileceğini söyledi.
Türkiye ise, bunun ABD’nin resmi görüşü olmadığını, WSJ’a konuşan yetkilinin ABD adına konuşmadığını söylüyor. 

 

‘O görüşmeler kaç hayat kurtardı’
Dün BDP lideri Selahattin Demirtaş’a ulaştığımda, bir gün önce aralarında parti yöneticilerinin de olduğu onlarca kişinin kar maskeli güvenlik ekipleri tarafından gözaltına alındığı Şırnak’taydı. Tam sayı vermek gerekirse, 55 kişi. Hadi ille de matematikten gidelim derseniz, 2009’dan bu yana KCK davası kapsamında PKK ile ilişkili oldukları gerekçesiyle gözaltına alınan BDP’li sayısı 3000 civarı.
İşte son iki yılda partisinden 3000 kişinin bir biçimde “gözaltı” gördüğü siyasetçiyle kısa bir soru-cevap:
Şırnak’ta ne yapıyorsunuz?
Ne olup bittiğini anlamaya çalışıyoruz. İlçe teşkilatlarını geziyoruz. Çünkü tutuklananların  hepsi BDP’li.
Sizce BDP’ye bir mesaj mı var bu operasyonda?
Başbakan bir süre önce “Habur anlayışı bitti bunu da görecekler” diyerek gözaltılar olacağını zaten kendisi ilan etmişti. Aslında bu bir anaya suçu çünkü yürütmenin başı olarak yargıya da talimat verdi. Yargı ve polis onların kontrolünde. Bu gözaltılar bir yargı operasyonu değil; doğrudan bir AKP operasyonu. Şunu yapmaya çalışıyorlar: halk sinsin, korksun, evinde otursun, gösteri yapılmasın, protesto olmasın. Ayrıca PKK’ya karşı da bir şantaj var; bak eylem yaparsan senin tabanını suçlu suçsuz içeri atarım mesajı. Neresinden baksanız hukuk dışı.
Operasyon teknik olarak BDP değil KCK’ya karşı...
Gözaltındakilerin hepsi BDP’li. Tamamı tanıdığımız arkadaşlarımız. Belediye meclis üyeleri, il genel meclis üyesi, il sözcüsü, buradaki kültür dernekleri temsilcileri, Eğitim-sen şube başkanı... Cizre ve Şırnak halkının yakından tanıdığı insanlar. Üstelik sadece kamuoyu değil polisin de yakından tanıdığı isimler.
Suçlandıkları gizlice KCK yani PKK’lı mı olmak?
Safsata iddialar bunlar. Söz konusu olan partimizin resmi yöneticileri. İllegal gizli kapaklı iş çeviren insanlar değil. Zaten burada illegal iş yapmanız imkansız. Devletin istihbaratı çok güçlü. 
Gözaltıların MİT-PKK görüşmeleri sonrasına gelmesi tesadüf mü?
Muhtemelen gündemi saptırma ve kamuoyunu gazını alma amaçlı. “Görüşsek de bakın bunların bitirmek için kararlıyız” demek istiyorlar.  Devletin KCK davasının bir numaralı sanığıyla (Sabri Ok) görüşme yaparken sokakta siyaset yapanları toplayıp içeri atması ironik.  Ama bu operasyon aslında KCK değil doğrudan bize.
Neden şimdi?
Aman aman Kürtler bu Arap Baharı’ndan etkilenmesin diye tedbir alıyorlar. Oysa daha Arap Baharı başlamadan Kürtler zaten sokaklardaydı. Belki bazı kitlesel eylem hazırlıklarından çekiniyorlar. Sindirmeye çalışmak anlamsız ve nafile. Ama ters tepiyor. 2009’dan bu yana tutuklu sayısı arttıkça gösteri sayısı da, öfke de artıyor. Bu operasyonlarla birlikte devletin meşruiyeti kalmadı.
PKK-MİT görüşmelerinin “onurlu” olduğunu söylediniz. Şaşırdınız mı okuduğunuzda?
Şok olmadım. İçerik beni şaşırtmadı. Çünkü iyi kötü gelişmeleri okumaya çalışıyor, destek olmaya çalışıyorduk. Davul zurnayla yapmadık belki ama hep diyaloğu öne çıkardık, savaş kışkırtıcılığı yapmadık. Hükümet ne kadar sertlik uygularsa uygulasın, PKK ile görüşmeleri onurlu ve erdemli bir iş. Tekrar masaya dönmekten başka çare yok.
Umut var mı tekrar masaya dönme konusunda?
Ben tarafların o seçeneği hiçbir zaman dışladıklarını düşünmedim. Gelgitler olabilir ama iki taraf da bundan başka yol olmadığını görüyor. İki taraf da erdemli bir iş yapmıştır ve kesinlikle bu yöntem arkasına siyasi irade konularak devam ettirilmeli. Umutluyum. Diyalog tıkanmış dememek lazım.
Fazla da yaygara kopmadı ne dersiniz?
Evet. Bugün gerçi Devlet Bahçeli kara harekâtı önermiş. Şu düşünülmüyor; iki taraf o görüşmeyi yaptığı için o dönemde kim bilir kaç gencin hayatını kurtardılar. Kim bilir o görüşmeler sayesinde kaç ana babanın yüreği yanacakken kurtuldu. Geçici süreler için bile olsa çatışmayı, savaşı durdurmuşlar, ölümleri durdurmuşlar. Bunu kınamak değil tam tersine teşvik etmek lazım. 

 

EMEKLİ MİT MÜSTEŞAR YARDIMCISI CEVAT ÖNEŞ’E “KİM SIZDIRDI?” DİYE SORDUK:
KASETİN İZLERİ BARAK’TA GİZLİ

O kapıdan bir defa girdiyseniz, tamamen çıkmanız mümkün mü? PKK’nın MİT’le yaptığı görüşmeyi yorumlatmak için, Cevat Öneş’i aramamın nedeni, MİT kültürünü bilen ve medyadan kaçmayan emekli bir istihbaratçı oluşu.
Daha da önemlisi, 41 yıl boyunca MİT’te Kürt sorunu üzerine çalıştıktan sonra Müsteşar Yardımcılığı’ndan emekli olan Öneş, halen de Kürt sorunu üzerine çalışıyor. Artık bir istihbaratçı değil, “uzman” sayılsa da görüşleri ayrıldığı kurumdan çok uzak değil. Başından beri Kürt sorununun bir “kimlik meselesi” olduğunu, “sadece askeri yöntemlerle” çözülemeyeceğini, eninde sonunda PKK’nın masada silah bırakmaya ikna olması gerektiğini söyleyenlerden. Artık “sivil” konumu, ona Demokratik Toplum çalıştayı gibi insiyatfilere katılma imkanı verse de, MİT’in kurumsal kültürü ve devlet içinde Kürt meselesine yönelik yaklaşımları da en iyi bilenlerden...
Radikal gazetesinde MİT-PKK kasedinin MİT’in içinden sızmış olabileceği iddiası var. Mümkün mü?
MİT- PKK Oslo görüşmesinin nasıl sızdığını bilmiyoruz tabii. Güvenlik şartları açısından bir özeleştiriye tabi tutulmalıdır. Hangi taraftan sızarsa sızsın Teşkilat (MİT) bunu araştıracak, özeleştiri yapacaktır. Ama kasedin, Hakan Fidan’ın müsteşarlığa atanma sürecinde değil de Eylül 2011’de çıkması, MİT bünyesinde bir hizip hareketinin sızdırdığı ihtimalini geçersiz hale getiriyor. Amaç yıpratmak olsa, müsteşarlığa atanacağı zaman olurdu. Bugün Hakan Fidan’ı yıpratarak MİT in içinde bir kadro değişikliği ihtimali sıfır. Bunu düşünmek bile abesle iştigal. Ayrıca MİT bünyesinde böyle bir hizip yapısının yapının olma ihtimali de yok. MİT disiplini olan bir kuruluştur.
Kim sızdırdı o zaman?
Hedefin Hakan Fidan üzerinden Başbakan ve Ak Parti iktidarı olduğu açık. Kimin sızdırdığı da. Hakan Fidan’ın müsteşar olarak atandığı tarihlerde bizzat İsrail Savunma Bakanının Ehud Barak’ın açıklamaları ve Fidan’la İran bağlantısı kuran beyanları, bu son sızdırma olayıyla bağlantılı. PKK’nın görüşmelerin kesildiği tarihte eyleme başlaması ve bunu anlamsız şekilde devam ettirmesinin, Orta Doğu’daki gelişmelerle bağlantısı üzerinde durmak lazım. Türkiye’nin Orta Doğu açılımı ve İsrail-Filistin meselesindeki duruşu üzerinde durmak gerekir. Kürt siyasetinin de PKK içinde etkin olan bir grubun bağlantılarını tespit etmesi gerekir.
Ama Kürt meselesinin ısınması, PKK saldırıları öncesinde seçim sürecinde başlamadı mı? Seçimde BDP ve Kürt siyasetine yönelik çok ağır bir dil kullanıldı...
Seçimlerde kullanılan dil ve politikanın yanlış olduğunu değerlendiriyorum. Ama sonuçta dış politika vizyonumuz iç politikaya yansımalı. Başbakan ve Dışişleri Bakanı’nın Orta Doğu gezisinde verdiği demokrasi, çoğulculuk ve laiklik mesajları çok önemli. Bunların hukuki yapısıyla hayata geçirilmesi kaçınılmaz. Hiçbir iktidar bunu gerçekleştirmeden devamlılığını koruyamaz.
Oslo’daki görüşmenin detalarını okumak sizi şaşırttı mı?
Hayır beni şaşırtan bir şey yoktu. Profesyonel bir görüşme. “Sayın” ya da “Önderlik” gibi kelimelerin kullanılmasını tartışmak ise çok dar çerçeveli bir yaklaşım. Çünkü orada Türkiye halkını çok acıtan bir meselenin çözümü konuşuluyor ve belirli mesafeler de alınmış.
Ne anlıyoruz bu tutanaklardan?
Ortaya bir yol haritası çıkmış. Bir anlaşma havası da var. Ama henüz müzakere safhasına geçilmediği görülüyor. Müzakere isteniyor ama başlamamış. Öcalan’ın hazırladığı yol haritasına karşı hükümetin kabul etmiş olduğu bir olay yok. Sadece orada yapılan tespitler var, ki bu normal. Devlet tespit eder; mesele siyasi iktidarın buna cevap verip vermeyeceği...
Bu taleplerin siyasi iktidar açısından ne kadar zor olduğu bizzat Hakan Fidan tarafından vurgulanıyor...
Görüşmelerde çözüm iradesini ve tüm engellere rağmen görüşmelere devam edildiğini görüyoruz. Bu tip görüşmelerde en önemli eksik, siyasi iktidar yönünden projenin yeterliliği üzerinde çalışmaların yapılıp yapılmadığıdır. Tabii Kürt meselesinin Türkiye’nin iç politikasında acımasızca kullanıldığı dikkate alınırsa, yeni anayasa sürecinde bir proje oluşturmanın zorunluluğunu görebiliyoruz. Bugün Başbakan’ın Orta Doğu’da sunduğu vizyon içinde bir yol haritası konularak özellikle de PKK’nın etkilediği kitlelere güçlü ve somut mesajlar verilmesi lazım. BDP ve DTK’ya da. Bu, gerek dışarıda, gerekse PKK içinde çözüm değil silahlı hareketin devamlılığını isteyen güçlerin maskelerini düşmesi bakımından çok önemli.
Nedir yeni anayasada yapılabilecekler?
BDP ve PKK’ya sempati duyan kesimde silahların susması konusunda güçlü talep var. Ayrıca burada demokratik değerler ve insan haklarıyla asgari bir müşterek var. Özellikle Kürtçe eğitim, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ve yeni anayasanın hiçbir kimlik ve inanç grubuna öncelik tanımadan anayasal vatandaşlık çerçevesinde ortak mutabakat olmalı. Demokratik özerklik konusunda ise zihin karışıklığına rağmen bunu PKK’ya endekslemeden bir yerel yönetimler sorunu olarak görmek lazım.
Görüşmelerde “protokol” aşamasına geldiği söyleniyor. Sizce söz edilen protokoller imzalanır mıydı?
Öcalan 3 protokolden söz ediyor. Ama Türkiye’de siyasi riskler ve devlet geleneği göz önüne alındığında herhangi bir imza olmaz; olmamalı da. Sadece bir noktada karşılıklı güven oluşur. Ama henüz yok.

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.