Yeminim yemin olsun, ekmeğin somun

Yeminim yemin olsun, ekmeğin somun

Sayın Vekilim, Sen değil miydin, “hele bir seçileyim bak neler olacak” diye yalvar yakar dolaşan… Sen değil miydin babadan kalma evi satan…

 

Sayın Vekilim,

Mektubuma başlarken selam eder, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim. Yüce Allah’tan sağlık, afiyet dilerim. Nasılsın, iyi misin? Yenge hanım ve çocuklar nasıl? Onlar da afiyettedir inşallah.

Bizi soracak olursan, şükür Allah’a iyiyiz. İyiyiz dedim demesine de, sen bunu “iç güveysinden hallice” diye anlasan yeridir. Zira pek çok Türk yurttaşı gibi ben de bu günlerde aniden bastıran yaz nedeni ile nükseden “baba bizim niye yazlığımız yok, bize neden yazlık almıyorsun” sitemi ile baş etmeye çalışıyorum.

Gerçi, bazen, “Kahvelerde babalar, ellerinde çocuklarının karneleri, takdirnameler, teşekkürnameler… Birbirlerine gösteriyorlar, seviniyorlar, gülüyorlar, eğleniyorlar. Sizin niye yok, siz niye almıyorsunuz?..”  diye sitem etmeyi de denemedim değil.

Ama ah o anneleri yok mu? Zaten hep o bunları bu kadar şımartıyor. Allah seni inandırsın, yaz gelecek de okullar tatil olacak diye, şuramda (iman tahtamın altında) bir çarpıntı başlıyor ki o kadar olur.
Eskiden “köye gidelim” diye tuttururlardı. Ben de sevinç içinde iki otobüs bileti alırdım, (çocuklar kucakta, cümlemiz iki koltukta) yola düşerdik.

Köy imamından Kur’an kursu, köy patlıcanından imambayıldı; ekin-harman, buğday-saman derken kışlık erzak eşliğinde mesut muzaffer şehre dönerdik.

Gerçi on saatlik yolculuk sonunda köye gelince çocukların yüzünde hafif bir hayal kırıklığı ve mutsuzluk ifadesi belirirse de Tansu’nun çektiği at arabasında bitip tükenmek bilmeyen yolculuklar sayesinde çabucak gülümsemeye dönerdi.

Çocukların yüzündeki ifadenin “bu adama derdimizi yine anlatamadık” duygusu ile “tatil köyü dedikleri böyle bir şey demek ki” inanmışlığı arasında bir duyguya karşılık geldiğini yaş kırkı geçince anladım.

Meğer köy deyince tatil köyü anlarlarmış. Ben çocukların bu kadar dikkatli, bu kadar anlamaya hevesli olduklarını nereden bileydim. Karnelerine bakınca, “bu modeller böyle demek ki…” veya  “annelerine çekmiş bunlar…” “bunların teyzeleri de okumayı beş senede öğrendiydi” benzeri sabuklamalarla kendimi avuturken onlar neler öğrenmiş neler…

Şu gayretin, merakın, himmetin zekâtı kadar da okula kafa yorsalardı birini Dış İşleri’ne kültür ateşesi, ötekini de İç İşleri’ne özel kalem diye işe koyacaktım. Şimdi olana bak… Birisi Din işleri ile dünya işlerini herc ü merc etmekle, diğeri de milletimin aziz vekilleri için yeni yemin metinleri üretmekle meşgul.

Birisi yüzme, basket, hafta sonu kampları gibi masraf kapılarından (pardon, yaz etkinliklerinden) artan zamanda memleketi kurtarırken öbürü de bir yandan hafız olmaya, öte yandan piyano ile Dokuzuncu Senfoni çalmaya azmetmiş. Allah’tan piyano hocanın evinde de “verdik kırkı, gitti korku” hikmetince kafam şişmiyor.

Yok, parasında filan değilim de bu çocuklardan biri, yarın, öğrenim kariyerini siyasette sürdürmeye, öteki dini hayatını müzik ile takviye etmeye kalkarsa olacakları düşünmek bile içimi acıtıyor.

Biri kendine vekalet asillerine yemin-billah ayar verirken diğeri Ruhi Su gibi piyano ile Besmele çekmeye kalkarsa ne olacak?.. Bu memleket bu yükü kaldıramaz. Halkımız çilekeştir dediysek o kadar da değil. 

Sayın Vekilim,

Sözü uzun tuttum biliyorum. Ama vekil dediğin azıcık da asilin işleri ile meşgul olmalı değil mi?.. Asıl muradım çoluk çocuk meselesiyle senin kafanı şişirmek değil elbette. Ama itiraf et, zamanında, sen ve arkadaşların da bizim az kafamızı şişirmedin.

El sıkıştıktan sonra elini kolonyalı mendille sildin, ses etmedik. Mitinge kürk mantoyla gelmeye kalktın, dudaklarımızı kemirdik. Cuma-sala demedin, idare ettik. Tayin işimizi sigara kâğıdına ve o kağıdı da çöpe havale ettin, sineye çektik.

İyi de bu “valla billa yemin etmem”, “iki gözüm önüme aksın yemin etmem”, “ekmek musaf çarpsın yemin etmem”, “üçten dokuza şart olsun, yemin etmem” halleri nedir? Yoksa eski bir vekil mi seni baştan çıkardı? Sen ona aldırma, bu memlekette yazılır böyle şeyler.

Kimi alaturka tuvaleti askerde gördüğünden dem vurur (yemin etse bile inanma); kimi karlı kayın ormanından sonra mecliste geçen acı dolu kara günlerini analiz edip “gelmeyin buraya. Tu, kaka…” havası çalar. Sanırsın sarayda büyümüş (yoksa gerçekten öyle mi? bkz: “Meclise Girecek Olana Notlar”).

Sayın Vekilim,

Sen değil miydin, “hele bir seçileyim bak neler olacak” diye yalvar yakar dolaşan… Sen değil miydin babadan kalma evi satan, babadan kalma dostlara koşan… Sen değil miydin eşine “korkma hayatım, kimse senin eline su dökemez” diye dil döken. Zaten aldığın oyları toplasan bir misafir odasını anca doldurur.

Şimdi sana bir Aziz Nesin ayarı (yüzde elli, altmış ibaresi içeren değil, öteki) vermek var ama şunun şurasında yüz yüze bakacağız.

Sana üç vakte kadar müsaade… 

Bizim buralarda bir söz vardır, arada bir hatırla: “Üç guruş vereyin, hem de şöfer mahalline bineyin. Köprü başında duruver, halamı da göreyin…”

Haydi kal sağlıkla…

Asilin

Kaynak:Haber Kaynağı

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.