Asım Öz, Ertuğrul Cesur'la Ali Şeriati'yi ve düşüncelerini konuştu

Asım Öz, Ertuğrul Cesur'la Ali Şeriati'yi ve düşüncelerini konuştu

Asım Öz, Şeriati'nin İslam Bilim çalışmaları üzerine yoğunlaşan İslam Bilim ve Bir ideoloji Olarak İslamcılık kitabını kaleme alan Ertuğrul Cesur'la Ali Şeriati'yi ve düşüncelerini konuştu.

Asım Öz/ Dünya Bülteni

Tarihte bazı insanlar vardır ki, birer istisna ve kaide dışıdırlar. Bunlar, bütün yerleşik kuralları, ön kabulleri, dengesini bul­muş ve çift taraflı memnuniyet içerisinde sürüp giden 'düşman­lıkları' alt-üst ederler. Bu halleriyle bütün düşmanların ortak düş­manı oluverirler. Ali Şeriati de bunlardan biridir. Bu nedenle o, ayrı bir  durumu temsil eder. Onu özgün kılan; İslam'ı çağının ideolojileri ile hesaplaşarak kendince özgün bir düşünce sıçraması yapabilmiş olmasıydı. Yazılarıyla, sözleriyle ve tüm yaşamıyla hayatı anlamlı kılan  Şeriati, yazılarını üçe ayırır: İçtimaiyat  [Toplum Bilim] İslamiyat  [İslam Bilim] ve Keviriyat.

Onun bu sınıflandırmasını şöyle anlamak da mümkündür.  Toplumbilim yazıları onun toplumcu fikirlerini yansıtır. Keviriyat, onun varoluşçuluk ve 'benlik' felsefesi ile ilgili fikriyatıdır. İslamiyat ise bu her ikisinin de içerisinde yoğrulduğu ve İslam'ın sembolleriyle, kav­ramlarıyla ifade edildiği İslam fikriyatıdır. Şeriati'nin tüm düşüncesini İslam Bilim başlığı altında incelemek mümkündür. Şeriati, İslam Bilim çalışmalarında İslam'ın henüz çağın dili ile ifade edilmemiş ideolojisini, Egzis­tansiyalizm, Marksizm ve diğer Batı düşüncelerinden de yararlanarak çağdaş anlamda yeniden güncelleştirmiştir. Şeriati şuna inanmaktadır: Bir kimse İslam Bilim'i yirminci yüzyılda ve İslam'ı yirminci yüzyıl kafasına hakim bütün ideolojilerin ve düşüncelerin üzerinde bir anlayışla kavrayabilir. Yirminci yüzyıl ideolojilerinden geride kalmış bir İslam gidicidir. Bilimden, ideolojiden, sosya­lizmden, bilimsel tarih felsefesinden ve egzistansiyalizmden aşa­ğı bir İslam gidicidir ve muhafaza etmek mümkün değildir. Şeriati'nin İslam Bilim çalışmaları üzerine yoğunlaşan İslam Bilim ve Bir ideoloji Olarak İslamcılık kitabını kaleme alan Ertuğrul Cesur'la Ali Şeriati'yi ve düşüncelerini konuştuk.

Asım Öz: Hacc, Anne-Baba Biz Suçluyuz, Dine Karşı Din, İnsanın Dört Zindanı gibi en ideolojik eserlerinde bile akıcı ve etkileyici bir dil kullanabilmiş olmasının sebebi nedir?

Ertuğrul Cesur: Şeriati Batı düşüncesine hâkim olduğu kadar İslam tarihine de son derece vakıftır. Eserlerinde sahabe dönemi ile ilgili çok detay bilgiler verir. Burada onun Şii toplumda yetişmiş olmasının da bir avantaj olduğunu düşünüyorum. Çünkü bilindiği gibi Şiiliğin varoluş nedeni Hz. Peygamber'in vefatının hemen ardından yaşanan siyasi sorunlardır. Şiilik bu dönemi alabildiğine irdeler ve tartışırken Sünnilik olabildiğince o dönemin sorunlarını gizlemiştir. "Sıffın'da ne oldu, Cemel Vakıası nedir, Hz. Ali nasıl şehit edilmiştir vs." herhangi bir Şii'ye sorsanız size çok şey anlatabilir. Hatta bizim Alevilerimiz bile bu konularda çok şey söyleyebilir. Ancak aynı soruları bırakın sıradan bir Sünni'ye, bir ilahiyat hocasına bile sorsanız fazla bir cevap alamayabilirsiniz. Şeriati ise Hz. Peygamber'den sonra yaşananları mollalar gibi Sünniliğe karşı bir mezhepçilik kavgası olarak anlatmaz; Müslümanların günümüz sorunları ile ilintilendirir. Örneğin mollaların İslam tarihindeki "Fedek arazisi" tartışması ile ilgili Hz. Ebubekir ve Ömer hakkındaki sözleri Sünniler için son derece rahatsız edicidir. Ancak Şeriati "Fedek bugün Filistin'dir" diyerek olaya bambaşka bir anlam yükler, gerçek düşmanı gösterir.  

Ali Şeriati'nin Mevlana'ya duyduğu hayranlık onun devrimciliği açısından nasıl anlaşılmalı?

İslam düşüncesi tarihinde üç farklı gelenekten söz edilir: Felsefe, Tasavvuf ve Selefiye. Selefiye; İslam'ın Arap yorumudur. Yani Arap-İslamı Selefi İslam'dır. Felsefe; Yunan düşüncesi etkisi ile İslam'ın felsefi yorumudur. Tasavvuf ise başta İran olmak üzere yine gayrı Arap unsurların İslam yorumudur. Türkiye'de Cumhuriyet'in ilk yıllarında İslam kültürü ile koparılan bağlar, 80'li yıllarda Arap dünyasından yapılan tercümelerle Yeni Selefilik olarak yeniden canlanmıştır. Yeni Selefilik tabirini, özellikle bir dönem "radikal" diye tanınan İslami kesimler için kullanıyorum. Tasavvuf karşıtlığı, Klasik Selefililk gibi Yeni Selefiliğin de tipik özelliği olmuştur. Bolca bidatlerden, İslam'a sonradan giren adetlerden söz edilir... İşin aslı, Arap'a yabancı olan her şey "bidat"tır. Konunun bu boyutunu görmeden Mevlana'ya da karşı çıkan kimileri Mevlana'nın Moğol ajanı olduğu, bu nedenle dış güçler tarafından Mevlana propagandası yapıldığı, böylece insanların bugün de Mevlana'nın felsefesi ile pasifize edilmek istendiği gibi ilginç yorumlar getirilmiştir. İşin tarihi boyutunu bilemiyorum ancak İran'da başta Humeyni olmak üzere neredeyse Mevlana hayranı olmayan kimse bulmak imkânsızdır. Madem Mevlana'nın eserleri insanları karşı devrimci, yabancı işbirlikçisi yapmaktadır, İran devrimi nasıl izah edilir... İran'da hiç bilmeyen Mevlana'nın Mesnevi'sini ezberden okur. Yine onun eleştiri konusu olan Mesnevi'de anlattığı kimi hikâyeler İran'da, Afanistan'da, Hindistan'da atasözü olarak bilinir. 

Mevlana konusu Mehmet Akif tartışmalarında da ortaya çıkıyor. Hatta bu noktada İslamcı aydınların tasavvuf eleştirisi yapmalarına karşın kendileri sufi gibi yaşadıkları yorumu yapılıyor... Bu bir aşırı yorum mu, gerçeklik değeri var mı?

Mevlana'yı ya da başka mutasavvıfları bu şekilde dışlamak bence kendimizi fakirleştirmekten başka bir anlam ifade etmez. Bu konudaki yanlış bence şu: Özellikle rahmetli Ercüment Özkan tasavvuf konusu üzerinde çok durmuştu. Ancak belli bir kesim için iş öyle bir hal aldı ki adeta Müslüman olmanın yolu tasavvuf karşıtı olmaktan geçer oldu. Oysa benim görebildiğim kadarıyla Ercüment beyin asıl yapamaya çalıştığı şey, tarikatların ve cemaatlerin eleştirisiydi. Fakat o tarikatlar içindeki çürümüşlüğün nedenini tasavvufa bağlıyordu. Kendisi ile hayatta iken kısa bir dönem de olsa görüşme fırsatım olmuştu. Tabi ben o zamanlar çok gençtim. Şimdi anlattıklarını düşünüyorum; o Türkiye'deki birçok tarikat şeyhi ve cemaat liderini bizzat tanımış, oralardaki çürümüşlüğe -bugünkü gibi ayyuka çıkmadan- çok önceden tanık olmuştu. Yaşananlara bakınca kendisine hak vermemek mümkün değil, fakat burada bence yanılgı, sorunun tasavvuf sorunu olarak görülmesi. Doğrusu ben bu tarikat ve cemaatleri tasavvuf ile ilişkilendirmeyi bile onlara bir övgü ve itibar kazandırma olarak görüyorum... Dolayısıyla bu tarikat ve cemaatleri dinin sufi-zühtçü yorumlarıyla da karıştırmamak gerekir. O konuda da eleştiriler getirilebilir ama birbirine karıştırılmamalı. Dinin mistik okunuşu ile ilgili Şeriati yine Ebuzer ile Hallacı Mansur'u kıyaslar. Şeriati şöyle der: "Bir ülke düşünün ki herkes Hallac olmuş... herkes 'ben, ben değilim, ben Allah oldum' vb. diye ortalıkta dolaşıyor... bu ülke bir açık hava tımarhanesinden başka birey değildir. Ama bir ülke ki değil herkes, birkaç tane Ebuzer var... o toplumda hem adalet olur, hem de onur ve şeref olur." Ancak bugün bu cemaat ve tarikatların Ebuzer yorumların özellikle bir bakın. Tam tersi, Ebuzer'i çok usta bir dille sahabe arasında bir 'aşırı -müfrit' olarak anlatırlar. 

Ali Şeriati İran İslam Devrimi'nin en önemli teorisyenlerinden biri olarak biliniyor. Onun İran devrimine etkisinin mahiyeti nedir?

Şeriati'nin İran devriminin ideologu ya da teorisyeni olduğu fikri, onun hakkındaki en yanlış yargılardan birisidir. Onun entelektüel derinliği, kimileri tarafından böyle temelsiz bir yorumun ortaya atılmasına neden olmuştur. İran devriminin bir ideologu var ise bu tabi ki Şii teolojisinde "Velayeti Fakih" içtihadıyla İmam Humeyni'nin kendisidir. Bunun dışında İran devriminin din adamları sınıfının dünya görüşünü aşan bir derinliği yoktur. Evet, antiemperyalist bir söylem var ancak o da büyük oranda Musaddık hareketinden miras alınmıştır. Şeriati'nin devrime eğer bir katkısı var ise; üniversite gençleri üzerindeki etkisi ile gençlerin Marksizm'e kaymamasına neden olması gösterilebilir, o kadar. 

Kitabınızda Şeriati'nin Türkiye'de algılanma biçimine de değiniyorsunuz. Onun anlaşılamamasının bir nedeni olarak "Kur'an merkezli öze dönüşçülüğü" görme sebebiniz nedir? Bu abartılı bir yargı değil mi?

Şeriati'in anlaşılamamasının nedeni Yeni Selefilik değil de, Şeriati'yi okuyanlar çoğunlukla Yeni Selefiler olduğu için ve onu da Yeni Selefiliğin öncülerine indirgeyerek okudukları için böyle söylediğimi ifade etmek daha doğru olur. Yani Şeriati; Seyyid Kutub'a, Mevdudi'ye, Müslüman Kardeşler ile tarif edebileceğimiz bir çerçeveye indirgenmiştir. Dolayısıyla bir yetersizlikten söz ediyorum. Bu da kaçınılmazdı. Nitekim 80'lerde ve 90'larda İslami yayın evlerinin yayınladıkları kitaplara bakın, Şeriati'nin eserleri apayrı durur ve 2000'lerde diğerlerine ilgi ciddi şekilde azalmışken Şeriati'ye ilgide azalma olmamıştır, hatta bir "popülerleşme" söz konusudur. Bu ifadelerimin S. Kutub ya da Mevdudi'yi küçümseme olarak anlaşılmaması gerektiğini belirtmek isterim. Her ikisi de hayatını bu uğurda ortaya koymuş çok değerli insanlardır. Sadece aradaki farkın anlaşılması gerektiğini vurgulamaya çalışıyorum. 

Şeriati düşünsel anlamda Afganî'den hangi noktalarda etkilenir?

Şeriati'nin doğrudan Afgani'den etkilendiğini söylemek doğru mu bilmiyorum. Fakat kendisine bir öncül olarak gördüğü kesin. Afgani'nin yazıya döktüğü çok derinlikli bir düşünce sistemi yoktu. Bunun nedeni de gayet anlaşılır zira kendisinden önce bu yönde yapılmış hiçbir şey yoktu. O daha ziyade çok güçlü hisleri ile hareket eden bir aksiyon adamıydı. Onun önemi daha ziyade bu çizgide ilk adımı atan kişi olmasıdır. Görebildiğim kadarıyla Afgani'nin yazdıklarından çok yaptıkları önemlidir. Bir literatürün oluşması uzun zaman gerektirir. Bir fikrin zihinlerde yazıya dökülecek kadar gelişmiş olması çok ileri bir aşamayı gösterir. Kendinin evveliyatı olmaması nedeniyle Afgani'nin yazılarında geleneksel dilin ağırlığından kurtulamadığını, bu nedenle yazılı dilde kendisini yeterince ifade edemediğini düşünüyorum. 

Kitabınızda Şeriati ile Namık Kemal arasında kurduğunuz bağ üzerinden Yeni-Selefilik olarak adlandırdığınız akımın "gayri milli" olduğunu ifade ediyorsunuz. Bu konuyu biraz açar mısınız?

Türkiye'de İslamcılığın kökleri konusunda üzerinde durulması gereken bir bulanıklık var. Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşadığımız o zihinsel kopuş bize çok pahalıya mal oldu. İsmail Kara Türkiye'de İslamcılık Düşüncesi kitabını yazdı. Ancak orada Namık Kemal'i göremiyoruz. Bunun kesinlikle masum bir nedene dayandığını düşünmüyorum. Türkiye'de Namık Kemal muhafazakârlık tarafından bilinçli bir şekilde genç kuşaklardan kaçırılmış, onun İslamcılığı karartılmıştır. Dini yayınevlerinin yayıncılık politikası yıllar önce ciddi şekilde sorgulanmalıydı, bu yapılmadı. Gelenekçi yayınevlerinin nasıl bir gaye güttükleri, Türkiye'de nasıl bir İslam algısının oluşmasına hizmet ettikleri sorgulanmalıdır. Çünkü bir kuşağın zihnini bu yayın evlerinin yayınları belirlemiştir. Bu yayınevlerinden çıkan kitaplarda Mehmet Akif bile sakıncalı görülür. Çünkü o da Namık Kemal, Cemalettin Afgani, Muahmmed İkbal gibi "modernist" kategorisinde değerlendirilir. Bu yayınevleri tarafından sistematik bir şekilde S. Hüseyin Nasr, R. Guenon gibi Ortaçağ özentili yazarların kitapları Türkçeye çevrilmiş, bunun sonuncunda, "İslam devletinde kaldırımlar asfalttan olmaz" diyen, garip bir İslam anlayışı gelişmiştir. Toplum II. Abdulhamitçilik ile Kemalizm arasında bir tercihe zorlanmış, din tarikat şeyhlerine kalmıştır. Gençlerin "aydın" diye kitaplarını okuduğu yazarlarımızın her birinin ardında bir tarikat şeyhi oturmaktadır. Şeyhlerden bir beklentisi olmayan, kendi köklerini de tanımayan gençler ise zorunlu olarak dışarıya yöneldiler ve bu sefer de Selefileştiler.   

Bu kısır döngüden nasıl çıkılabilir?

Batıcılaşmadan çağdaşlaşmak, yobazlaşmadan özümüze sadık kalmakla. Ben Şeriati'nin İslam dünyası ve özellikle 80 ve 90'lardaki etkisi nedeniyle Türkiye için özellikle önemli bir entelektüel olduğunu düşünüyorum. İslamcılık adına bizim için önemli bir dayanak noktası olabilir. Fakat her halükarda o Türkiyeli bir aydın değildi... Bir toplum için hiçbir yabancı aydın kendi aydınlarının yerini dolduramaz... Şeriati, Türkiye hakkındaki muhteşem analizlerine rağmen bizim için dışarıdan bir gözlemcidir. Bunun için kendi çığırımızı kendimiz açmak durumundayız. Bu toplum ya kendi aydınlarını yaratacak, ya da kürsel oyunlarda birilerin elinde oyuncak olacak, ezilmeye devam edecek. 

Cemil Meriç'in Şeriati düşüncesiyle tanışması nasıl gerçekleşiyor? Meriç üzerinde Şeriati'nin bir etkisi söz konusu mu?

Cemil Meriç'in, "İslam ile daha önceden tanışsaydım, Türkiye'nin Şeriati'si olabilirdim" dediği rivayet edilir. Onun Şeriati'yi İngilizceden okuduğunu Kırk Ambar adlı kitabından öğreniyoruz. Burada özel bir etkilenmeden söz edilebilir mi bilmiyorum. Ancak kitabından Şeriati'yi ne kadar takdir ettiği açıkça görülüyor. Hatta ilginçtir; Meriç'in Şeriati'ye olan iltifatları, Cemil Meriç'te bir çeşit "Nurculuk" vehmeden kimi çevreler tarafından da fark edilmiştir. Bu nedenle İran ve Şiilik düşmanlığı ile tanınan bu çevreler ara sıra Şeriati'ye iltifatta bulunmayı ihmal etmezler. Fakat ne Şeriati'den Nurculuk çıkar, ne de Cemil Meriç'ten. 

Bizde Şeriati ideolojik bulunduğundan aynı zamanda mesafeli yaklaşılan bir isim oldu. Peki 90'lı yıllardan sonra Şeriati İran'da nasıl algılanmaya başladı?

Şeriati'nin İran gençliği üzerindeki etkisi hiç azalmadı. Ben 1999 yılının sonunda İran'da bulunmuştum. O dönem Şeriati'nin İran'da yeniden, yeniden okunduğunu görmüştüm. Özellikle mollalara yönelik sert eleştirilerinin bulunduğu bazı kitapları yasaktı, Hatemi döneminde yasak kalktı. Tartışmalı geçen son seçimlerde de özellikle yenilikçilerin Şeriati'nin bazı söylemlerini slogan haline getirdiklerini gördük. İran toplumu bence İslam dünyasında entelektüel seviye bakımından müstesna bir yere sahiptir. İran'da düşünceye duyulan saygı ne Türkiye ile ne de Arap ülkeleri ile kıyaslanabilir. Bu nedenle Arap dünyasında başlayan sözde devrimlerle İran'daki muhalefet hareketinin birbirine karıştırılmaması gerektiğini düşünüyorum. Tunus ve Mısır'da başlayıp diğer Arap ülkelerinde devam eden gelişmelerin Soros devrimlerinin bir devamı olduğunu açıkça ortaya çıkmıştır. Ancak İran'daki muhalefet hareketi, bazı benzerlikler nedeniyle bizi yanıltmamalıdır. İran halkının devrimci karakterine güvenmek gerektiğine inanıyorum. İran'ın yeni bir devrime gebe olduğunu yıllar önce İran'a gittiğimde düşünmüştüm. Burada dış müdahaleler nasıl bir etki yapar o da hesaba katılmalı tabi.  

Kitabınızda belirttiğiniz Şeriati'ye karşı Abdulkerim Suruş'un önerilmesinin dünyada yaşanan ideolojik değişimle de bağlantısı kurulabilir mi?

2002 yılında İslamiyat dergisinde yayınlanan "Ali Şeriati: Allahperest – Sosyalist" başlıklı bir makale yazmıştım. Bu makalede Türkiye'de Şeriati'nin çok okunmuş olmasına rağmen anlaşılamadığını vurgulamıştım. Bu makaleden dolayı çok eleştiri geldi. Oysa bunun en açık delillerinden biri Türkiye'de Şeriati'nin yıllarca Abdulkerim Suruş ile hatta Seyyid Hüseyin Nasr ile benzeştirilmesidir. Nasr, yıllar önce bir konferans için İstanbul'a gelmişti. Konferansta bir sorudan kendisinin Şeriati'ye benzetildiğini görünce buna tepki gösterir ve Şeriati ile bir benzerliğinin olmadığını söyler. Suruş da aynı çizgidedir, postmodern fikirleriyle Türkiye'de Ali Bulaç'a benzer. Ali Şeriati ile onlar arasındaki fark; Şeriati Müslümanların kendi modernitelerini yaratmaları gerektiğine inanırken diğerleri "gerici" (gelenekçi – tradisyonalist) bir retorikle modernite düşmanlığı yapar. Şeriati modernizm eleştirisi yaparken kast ettiği emperyalizmdir. Diğerlerinde ise neredeyse emperyalizm kavramı hiç yoktur. Bunun yerine yıllardır ne anlamına geldiğini bir türlü izah edemedikleri bir anti modernizm tartışması yürütürler. Ekolojizm ambalajlı bir gericilik. 

Bugünden bakıldığında Şeriati düşüncesinden kalan mirası nasıl okumak gerekir?

90'lı yıllarla birlikte dünya genelinde sosyalizm adına yaşanan gerileme ve postmodern söylem insanlığın özgürlük mücadelesi açısından büyük bir gerilemeye neden oldu. Tüm dünyada olduğu gibi bizim üzerimizde de büyük bir rehavet var. İnsanlar sızlanıyor, sorunlardan şikayet ediyor ancak çözüm için de hiçbir sıkıntıya katlanmak istenmiyor.. Evet 90'larda Şeriati çok okunuyordu ancak yeterince anlaşılmamıştı, fakat şimdi daha vahim bir durumla karşı karşıyayız. Şeriati'nin           "popülerleşmesi" ile. 1990'larda Şeriati fanatikleri vardı. Bunlar gerçekten de Şeriati'yi anlamak için çaba gösteriyorlardı. Bunlar arasında bu yüzden psikolojisi bozulmuş kimseler de gördüm, yüksek bürokratlar, diplomatlar da gördüm. Hatta bir müsteşar hatırlıyorum, Şeriati'den o kadar etkilenmiş ki, onun Türk kökenli olması gerektiğini düşünüyor, bunun için "Şeriati'nin memleketi olan Horasan'da Türk bir kökeni olabilir mi" diye araştırıyordu... Fakat 2000'lerde Şeriati'nin popülerleştiğini düşünüyorum. İşte bu son derece sakıncalı bir durum. Çünkü popülerleşme bir aydının etkisinin kaybolduğu anlamına gelir... Nietzsche çağdaş Batı düşüncesinin önemli simalarından biridir. Birkaç yıl önce Batılı bir yazarın, Nietzsche'nin popülerleşmesinden duyduğu rahatsızlığı dinlemiştim. Gerçekten de Nietzsche hakkındaki kitaplar bizde bile işportaya düştü. Fakat Nietzsche kimdir, ne demiştir kaç kişiden dişe dokunur bir bilgi alabiliriz kuşkuluyum. O yazar Nietzsche gibi aydınların anlaşılması için derinlikli bir okunması gerektiğini söylüyordu. Aynı durumun Şeriati için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Şeriati bir zamanlar bizi gerçekten "rahatsız ediyordu". Şimdi sanki Şeriati'ye karşı bir çeşit "bağışıklık" geliştirdik. Onu tekfir etmesi gerekenler Şeriati hayranı olmuş... Aslında bu soruna Şeriati de eserlerinde değinir. Onun "kötü şanslılık şansı" diye bir tabiri vardır: Bir fikir, ortaya çıktıktan bir süre sonra kitleselleşir ve yayılır, fakat içten içe de bir tehlike onu tehdit eder, etkisizleşir. İnsanlar ona "alışmaya" başlar. Örneğin bir zamanlar devrimci bir anlamı olan "la ilahe illallah" şiarı ağızlardan düşmez olmuştur ancak hiçbir devrimci etkisi kalmamıştır. Çünkü popülerleşme talihsizliğine uğraşmıştır. Amerikalı bir giyim firmasının ürünlerinin üzerine "Che resmi" koyması gibi bir durum yani... Şeriati'yi tanımak isteyenler onun hakkını vermeliler. Onu anlayarak okumaya çalışmalılar. Anlamadıkları şeyin peşine düşmeliler. Eğer İslam'ın ne olduğunu öğrenmek, Müslümanlar olarak bu çağa bir şeyler söylemek istiyorsak, Şeriati okunması ve anlaşılması gereken en doğru isimlerden biridir. Onun dediği gibi İslam'ı çağımıza hâkim bütün ideolojilerin ve düşüncelerin üzerinde bir anlayışla kavramalıyız. Bu çağın ideolojilerinden geride kalmış bir İslam gidicidir. Bilimden, sanattan, hümanizmden, sosyalizmden, tarih felsefesinden, aşağı bir İslam gidicidir. Dahası, ondan aldığımız bayrağı da daha ileriye taşımalıyız. Çünkü tarihin akışı devam ediyor. Duraksarsak tarih bizi de çiğneyip kararlılıkla yoluna davam edecektir.

Röportajın ilk bölümü için tıklayınız.

Kaynak:Haber Kaynağı

Etiketler :