Aytaç Çaman Demircan; 28 Şubatını anlattı

Aytaç Çaman Demircan; 28 Şubatını anlattı

Danıştay'ın hakkında verdiği ''başörtüsü kararı'' ile tanınan eski anaokulu müdürü Demircan, ''28 Şubatçılar 'Konuşmayan, görmeyen, işitmeyen, sorgulamayan birey' yaratmak istiyordu" dedi.

Danıştay'ın 2006'da hakkında verdiği ''başörtüsü kararı'' ile kamuoyunca tanınan eski anaokulu müdürü Aytaç Çaman Demircan, 28 Şubat süreci ve sonrasında yaşadıklarını anlatırken, ''28 Şubatçılar 'Konuşmayan, görmeyen, işitmeyen, sorgulamayan birey' yaratmak istiyordu. Siz gitmeden de sizin dosyanız okula gidiyor ve sizi hiç tanımayan insanlara çarpıtarak yansıtıyorlardı" dedi.

Danıştay'ın söz konusu kararı verdiği tarihte "Aytaç Kılınç" olarak kamuoyuna ismi mal olan Aytaç Çaman Demircan, artık İsveç'te yaşıyor.

Kamuoyu, Ankara Gölbaşı Bayrak Anaokuluna müdür olarak atanan ve Danıştay 2. Daire'nin hakkında ''okula geliş gidişlerde türban takan bir öğretmenin, anaokuluna müdür olmasını sakıncalı bulmasına'' ilişkin 2006'da verdiği kararla tanıdı Demircan'ı.

Ardından 17 Mayıs 2006'da Danıştay 2. Dairesi'ne silahla saldıran ve bir üyenin ölümüne 4 kişinin yaralanmasına neden olan saldırgan Avukat Alparslan Arslan'ın, saldırıyı dairenin başörtüsü kararı nedeniyle yaptığını iddia etmesi, Aytaç Çaman Demircan'ın ismini yeniden gündeme getirdi.

O dönem Türkiye'de zor günler geçiren Demircan, bir süre daha öğretmenlik ve müdürlük yaptıktan sonra Türkiye'den ayrılma kararı alarak, İsveç'e yerleşti.

Hayatını 2013 yılından itibaren İsveç'te sürdüren Demircan, o dönemi ve sonrasında yaşadıklarını AA muhabirine anlattı.

''Bana yöneltilmiş okları, asıl müsebbiplere çekti''

Gazi Üniversitesi Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölümünden mezun olan ve 1991'de öğretmenliğe başlayan Demircan, Milli Eğitim Bakanlığının (MEB) okul müdürlüğü için açtığı sınavı kazanarak, Gölbaşı Bayrak Anaokulu Müdürlüğüne atandığını dile getirdi.

Demircan, o günleri şöyle anlattı:

''Kararnamem ve belgelerimle kuruma gittim. Kimlik istediler. Ben başı açıktım, ama ehliyetimdeki resmim başı kapalıydı. Askeriyede kapı görevlisine hem müdür kararnamemi hem de kimliğimi verdim. Saatlerce ve günlerce bekledim. Bir hafta oyaladılar. Meğerse o sırada Bayrak Garnizon Komutanlığı, MEB ile irtibata geçerek soruşturma ve görevden alınma işlemimi başlatmış. Ardından okul müdürlüğünden alındım ve Kıbrıs Köyü İlköğretim Okulu'na öğretmen olarak görevlendirildim. İdare mahkemesine başvurdum. Mahkeme beni haklı gördü ve 6 ay sonra iade etti. Yasal olarak müdürdüm, ama yine okula alınmadım.''

Ard arda yaşanan mahkeme süreçlerinden sonra 2006 yılında Danıştay'ın "müdür olamayacağı" yönündeki kararı aldığını hatırlatan Demircan, ''Danıştay'ın bu haksız kararı, Danıştaya yapılan kanlı saldırıya kasıtlı olarak gerekçe gösterilip, gerçek saptırılmak istendi. Şükür ki, çok geçmeden olayın Ergenekon bağıntısı aydınlığa çıkarılarak, bana yöneltilmiş olan okları, asıl müsebbiplere çekti'' ifadesini kullandı.

''Cezamı hemen kestiler''

28 Şubat sürecinin ''postmodern bir darbe'' olduğunu belirten Demircan, ''Kapkaranlık bir dönemin tam ortasında ve hedefinde bulmuştuk kendimizi. Mağdur olan insanlar çeşitli alternatifler aradı. Kimisi yurtdışında eğitimine devam etti, kimi başörtülü çalışabileceği özel kurumları tercih etti ki bu kurumlar da çoğu temizlik ve servis elemanı kabul eden kurumlardı'' dedi.

Demircan, öğretmen olarak çalışabilecek özel kurumların ise MEB yönetmeliğine tabi olduğunu, bir başörtülü kadının bu okullarda da görev yapmasının neredeyse imkansız olduğunu kaydetti.

Aytaç Çaman Demircan, ''28 Şubat sürecinde öğretmen olabilecek bütün şartlara haizken insanlar, sadece kılık kıyafetleri ve düşünceleri yüzünden öğretmenlik mesleğine başlayamadılar ya da yoğun baskılara maruz kalarak mesleklerini terk ettiler. Kimi de benim gibi yoğun baskılar ve sindirme metotlarına muhatap kalıp, başını açarak mesleğini sürdürdü'' diye konuştu.

Demircan, şu değerlendirmelerde bulundu:

''Benim durumum biraz daha farklıydı. Ben hem öğretmenliğe devam ediyordum hem de idareci konumuna yükselmiştim. Bu, 28 Şubat sürecinde, gözdağı verilmesi gereken bir karşı çıkıştı. Cezamı hemen kestiler. Benim hukuki olarak direnmem ve her davayı kaybettiğimde yeni bir dava açmam, derin güçleri öfkelendirmişti. Cesaretimin kırılması ve benim gibi inananlara gözdağı verilmesi gerekiyordu. O süreçte yaşananlar çok farklı boyutlarda sürdü, bu sistemli bir organizasyondu. Çalışma ve meslek hayatında sindirmeyle yıldırmalar başladı.''

"Hüzün yılları''

Müdürü olduğu okula başını açtığı halde giremediğini anlatan Demircan, ''Askeri bölge içinde olan alanın, asker yakınları için olan misafir bekleme salonuna bile alınmadım. Araba park yerinde beklememe izin verdiler ve o da kontrol altında. Askeri hiçbir yetkili tüm taleplerime rağmen benimle muhatap olmayı kabul etmedi. MEB müfettişleri talimatla soruşturma başlattı'' ifadelerini kullandı. 

MEB tarihinde en çok soruşturma geçiren ve ceza alan öğretmenler listesinin başında geldiğini düşündüğünü belirten Demircan, şöyle devam etti:

''28 Şubatçılar 'Konuşmayan, görmeyen, işitmeyen, sorgulamayan birey' yaratmak istiyordu. Siz gitmeden de sizin dosyanız okula gidiyor ve sizi hiç tanımayan insanlara çarpıtılarak yansıtılıyordu. Açıkçası o dönem tamamen 'yalnızlık' dönemiydi. Ben o yıllara 'hüzün yılları' diyorum. O dönemde yalnız kalacaksınız ve izola edileceksiniz. Buna hazırlıklı olmak gerekiyordu. Bu sadece iş hayatınızda size yapılanlar. Olayın bir de sosyal baskı boyutu vardı.''

28 Şubat sürecinin sancılı bir dönem olduğunu belirten Demircan, şunları anlattı:

''Özel hayatınızda bile taciz edilirsiniz. Kendi sesiniz gece yarısı gelen bilinmeyen bir numara ile size dinletilir. Apaçık amaç korkutmaktır. Takip edilirsiniz. Hakkınızda iftira dolu şikayet mektupları yollanır evinize ve iş yerinize. Danıştay dosyamı inceleyen avukatım bir keresinde bana göstermişti, bir grup velinin imzalı şikayet dilekçesini. Bayrak Anaokulu velileri, hakkımda şikayetçi olmuşlar. Ben okula bir kez bile alınmadım, atamam ise yaz tatilinde olmuştu, tek bir veliyle bile karşılaşmadım.''

''Radikal bir adım''

Geçmişte yaşanan sorunların ve demokrasi tablosunun unutulmaması gerektiğini belirten Demircan, ''Toplumsal hafızanın canlı tutulması çok önemli. Türkiye demokratikleşme ve insan hakları konusunda çok büyük mesafe katetti. Demokrasinin standartları yükseltildi. Atılan adımlar ciddi ve kalıcı temellere bağlandı'' dedi.

Kamuda başörtüsünün tamamen serbest hale gelmesini ''tarihi bir adım'' olarak değerlendiren Demircan, fikir ve inanç özgürlüğü çerçevesinde, kadına karşı yapılan ayrımcılığın da oldukça azaltıldığını ifade etti. Demircan, ''Yıllardır verilen mücadele, sonuca ulaştı. Mesleklerini istedikleri kıyafetle icra edemeyen kadınların da mağduriyeti giderilmiş oldu'' değerlendirmesini yaptı.

MEB'in öğretmenliğe ilk kez atanacaklarda "40 yaş sınırını'' kaldırmasına ilişkin düzenlemesini de değerlendiren Demircan, kararı ''demokratikleşme yolunda, bireylerin geriye yönelik gasp edilmiş haklarının iadesi yönünde çok ciddi ve radikal bir adım olarak gördüğünü'' ifade etti.

''Öğretmenlik mesleği benim çocukluk aşkımdı''

Danıştay'ın kararının ardından çeşitli okullarda öğretmenlik yaptığını, yeniden sınava girerek okul müdürü olduğunu anlatan Demircan, 2012 yılının başında ücretsiz izin alarak İsveç'e gittiğini söyledi.

Demircan, ücretsiz izin hakkını 2013'e kadar kullandığını ve ardından öğretmenlik görevinden istifa ederek İsveç'e yerleştiğini söyledi.

İsveç'e geliş nedeninin evlilik olduğunu belirten Demircan, kamuoyunun kendisini ''Kılınç'' soyadıyla tanıdığını ve ikinci kez evlendiğini, soyadının değiştiğini belirtti. Demircan, ''Eşim hem burada çalışıyor ve hem de bu ülkenin vatandaşı. Benim onun yanına taşınmam, bizim için daha uygundu. Mesleğimi burada da sürdürmem için dil eğitimimi tamamladım'' dedi.

Demircan, İsveç'in Avrupa'nın en modern ülkelerinden biri olduğunu, demokrasi ve insan hakları, kadın-erkek eşitliği, bireysel özgürlükler konularında inanılmaz mesafeler katettiğini aktardı.

Türkiye'yi ve öğretmenliği özlediğini belirten Demircan, ''Müdürlük benim için, Milli Eğitimde oluşturmak istediğim demokratik ve insani ortamı yaratmak için bir araçtı. Ama öğretmenlik mesleği benim çocukluk aşkımdı ve onca sıkıntıların arasında direnmemi ve mücadele etmeye devam etmemi tetikleyen öğrencilerime olan, onların da bana gösterdiği sevgiydi. Aldığım eğitim ve üniversite diplomamın bu ülkede de geçerli olması öğretmen olmama mani değil. Fakat ben nedense hep siyasete ve sosyal bilimlere ilgi duydum. İsveç'te bu konuda akademik olarak yoluma ilerlemeyi hedefliyorum.''

Demircan, İsveç'te dil eğitimi aldığını, üniversitede siyaset ve sosyal bilimlerle ilgili yüksek lisans yapmayı planladığını ifade ederek, resmi bir anaokulunda öğretmen olarak dil stajı yaptığını da belirtti.

Yaşadıklarını anlattığı bir kitap yazdığını ve basımında sorunlar çıktığını anlatan Demircan, kitabını yeniden düzenleyip İsveççe ve İngilizce yayımlamayı planladığını kaydetti.

''Hukuki ve insani mücadele''

Son yıllarda başörtüsü takmadığını belirten Demircan, ''Benim mücadelem sadece başörtüsü için mücadele olsaydı, 21 yıl başı açık çalışmazdım. Baskıyla sindirme ve inanca müdahale etme, vesayetçi zihniyet ve uygulamalara karşı, insanca bir duruş sergileme mücadelesiydi benimkisi. Doğal olarak kurum dışında hep başörtülü olmam, başörtüsü sorununu öne çıkardı'' diye konuştu.

Mücadelesini ''hukuki ve insani bir mücadele'' olarak nitelendiren Demircan, Danıştay'a karar düzeltmek için açtığı davanın da lehinde sonuçlandığını söyledi. Demircan, ''Ben başörtüsü mücadelesi vermedim. Ötekileştirme ve baskıyla sindirmelere karşı mücadele ederek, sadece var olma mücadelesi verdim. Vardım, yaşıyordum, inanıyordum ve benim inanmama, inanma şeklime, ne bir kimse ne de bir kurum müdahale edemezdi. Ben inançlı bir öğretmendim. Bu hakkı bana kimse vermedi. Ben mücadele ederek hak ettim ve kimsenin bu hakkımı gaspetmeye kalkmasına müsaade edemezdim. Teslim olsaydım kendime olan saygım, inancıma olan samimiyetime ihanet ederdim.''

İslami kimliğinden asla vazgeçmediğini vurgulayan Demircan, başörtüsü takmamasına ''Açıldı saçıldı. İlkelerinden taviz verdi. Bunca yıl başörtüsü için mücadele etti, şimdi geri adım attı. Avrupa'ya yerleşti başını açtı'' şeklinde eleştiriler yapılabileceğini ancak bunların söz konusu olmadığını söyledi. 

Aytaç Çaman Demircan, ''Aslında olayın çıkış noktası da şu, ben Bayrak Garnizonuna giderken de başörtüyle girmek için ısrar etmedim. Ben başı açık gittim o zaman da başı açıktım. 20 yıl devlet memurluğu başı açık yaptım. Kanunlar buna elvermiyordu. Kendi irademle başörtüyü açtığım zaman benim kimliğim ve kişiliğim değişmeyecekti, benim inandığım değerler de değişmeyecekti. Sadece benim görüntüm değişecekti. Düşündüm, bende bir değişikliğe yol açmıyor başörtü. Samimiyetle söylüyorum, ben yine iç dünyamda muhafazakar, dindar, İslami kurallara bağlıyım.''

''Ben yine aynı insanım''

''Açık-kapalı'' diye insanları ayırt etmenin zulüm olduğunu ifade eden Demircan, ''Başörtü takmamam benim dünyaya algılayışımı, dine bakışımı değiştirmedi, ben yine aynı insanım. Başörtüsü farz mıdır, Kur'an-ı Kerim'de var mıdır, ben bunu inkar etmiyorum. Ben kendimi yine Müslüman olarak görüyorum, dini değerlerime bağlı olarak görüyorum, bunu da her yerde vurguluyorum'' diye konuştu.

İsveç'te de Müslüman kimliğini ortaya koyduğunu anlatan Demircan, ''Okulun yemeğinde domuz eti istemediğimi söyledim, her gün benim için helal et geliyor. Hristiyan toplumda yaşıyorum, herkes benim Müslüman kimliğimi biliyor'' dedi.

Başörtüsünü, Türk toplumunun geneli nasıl algılıyorsa, genel kanaat neyse kendisinin de aynı kanaati taşıdığını belirten Demircan, ''Çünkü o toplumdan çıktım. Başını açan kadın dinsiz midir, değildir. Başını kapatan kadın çok mu dindardır, değildir. Bence başörtüsü muhafazakarlık ölçüsü değil'' ifadesini kullandı.

Yaklaşık 5 yıldır başörtüsü takmadığını, Türkiye'de buna karar verdiğini belirten Demircan, ''Okul müdürüydüm, sürekli bizi ilçeye çağırıyorlardı. Giderken arabada takıyorum, sonra açıyorum. Gidip gelirken kapatıyorum. Bundan dolayı takmamaya başlamıştım. Okulun bahçesinde açıyorsunuz, iki adım dışarı çıkıyorsunuz, kapatıyorsunuz. Sistem bize günde 1 saat başörtü takma imkanı veriyordu o da sokakta, bana o da yasaktı. 20 yıl devlet memurluğu yapıp da günde 10 saat başını açan bir insana artık başını açması normal geliyor.''

Muhabir: Hande İlbeyi Canca

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.