Cübbeli Ahmet FETÖ ile ilgili soruları yanıtladı

Cübbeli Ahmet FETÖ ile ilgili soruları yanıtladı

Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, Habertürk TV canlı yayınında Nevzat Çiçek'in sorularını yanıtlıyor.

Darbe meselesinden evvel askerler köprüyü tutmuş haberleri geldi fakat televizyon olan yere çıktım, misafirler vardı. Sonra bir muhalif kanalı açtık, baktık ki askerin görüntüsünü veriyor fakat dediler ki bu teröre karşı bir alarm mıdır nedir belli değil. Bizle çok uğraşan bir kanal bile böyle diyor, hiç darbe adı da geçmiyor. Ben hemen dedim ki, FETÖ'nün darbesi olabilir. İlk teşhisim bu çünkü ben bunu bazı yetkililere 2-3 ay evvel sordum, askeriyede güçlüler mi diye. "General seviyelerine gelmişler, YAŞ'ta temizlenecek gibi" dediler. 

30-40 seneyi bildiğim için, takiyelerini bildiğim için, içeride gizli vardır diye düşünüyordum. Emniyet, adliyeler biliniyordu, halbuki bu işin en tehlikelisinin askeriyede olduğunu düşünüyordum ama pek kimse konuşmuyordu bu lafı. O arada ben hemen dedim ki, bu FETÖ darbesi olabilir. İkinci tespitim, emir komuta zincirinde mi değil mi? Bu laf da o sırada hiç yok. Ta ki o 1. Ordu Komutanı "emir komuta zincirinde değildir" diyene kadar çok tedirgin oldum. Çatışma olacaksa da olsun ama gelip memleketi işgal edemesinler. 

Binali Bey'in "bu kalkışmadır" lafından sonra adını koyduk. Telefonlar yağmaya başladı, "sokağa çıkalım mı" diye soruyorlar. Saat daha 11 buçuk, 12, dedim "Tayyip Bey'den bir haber almadan sokağa çıkın demek benim haddimi aşan bir şey." İşte o arada Tayyip Bey bağlandı, "sokağa davet ediyorum" deyince, bu arada alçak uçuş falan oldu, biz 28 Şubat'ta da listede vardık, illa ki bir liste vardır, evde mi duralım dışarı mı çıkalım derken durduğumuz yerde durduk.

Bu komutan dinlenmez, insanların kanına giriyorsunuz, IŞİD'den ne farkı var bunların diye, daha ilk gece konuşmam var. 

Ben çok kaderci bir insanım, bir kısımları şunu dedi, o konuşmayı yaptıktan sonra ben o evde durmazdım. Ama ben durdum. Çünkü kadere teslimiyet manasından durdum, dualara oturtuk, bir şeyler okudum kendi kendime. O arada iyi haberler geldi ama elhamdülillah. Askerin hepsi hain değil, vatan haini değil. O emir komutanın olmaması bizi rahatlattı. 

İsmailağa Cemaati'nde iki başsağlığına gittim. Yaralıları ziyarete gittim. Kısıklı'da iki kere çağırdılar, icabet ettim. İlk konuşmam siyasilerin ABD işini dillendirmedikleri zamana çattı. ABD lafını geçirdim, İsrail lafını geçirdim, siyasiler daha ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. 

Kuran-ı Kerim'i bildiğin zaman çok günceli takip etmek gerekmiyor. İkinci konuşmamda daha netleşmişti FETÖ'nün yaptığı, IŞİD zihniyetinden bunların ne farkı var? Yok. FETÖ'nün şerri fazla. Din adına yaptıkları zararları dünyanın gavuru gelse yapamaz. Sana hoca kılığından kürseye çıkıp vaaz ediyor. 

GENELKURMAY BAŞKANI ORGENERAL HULUSİ AKAR İLE NE KONUŞTU?

Rastgele bir görüntü. Biz deniz yoluyla geldik Yenikapı'ya. Tabii ki geldiğimiz dakikada o anda iner inmez birkaç metre yürüdük, Diyanet İşleri Başkanı ile karşılaştık, birkaç metre daha yürüdük, dediler Hulusi Paşa geliyor. Yürüyordu yani, yürüdüğümüz için benim soluma doğru düştü. Eskiden nerede biz Genelkurmay'a selam vereceğiz, hep korkutulmuşuz. O arada önümü açtılar, kalmayınca denk geldim, selamın aleyküm dedim. Ben selam verince o da elini uzattı, selamımı aldı. "Çok dua ediyoruz" dedim, belki saniyelerle olan bir şey ama malzeme çıkarmak isteyenler çıkarıyorlar hala.

Biz horlanıyoruz ya hep, cübbeliler, sakallılar, daha başörtü şimdi orduevinde yeni girebilir yasal engel yeni kalktı. Demek ki halka karşı hor bakma olayı vardı. Şimdi bu paşamızın bize hor bakmaması, askere polise duam var senelerdir, vatan hainlerine beddua ediyoruz, vatanın bölünmemesi için, bunlara çok hassasiyetim olduğunu herkes bilir. Ben vatan haini miyim, niye benim selamımı almayacak? Sonra duydum orada paşalarla bütün halk fotoğraf çekmiş, bundan sevindim. 

Halktan dua istiyorlar, biz duacıyız. Askere polise dua ediyoruz. 2002'de bir daha hapse atılırken bir subaya "tesbihimi verseniz size dua ederim" dedim, "senin duan bize lazım değil, atın şunun sakalını çöpe" dedi. Sakalımı kesmişim, çantama koymuşum, o benim özel eşyam. Böyle hakaretler gördük, o yüzden bir selam bizi çok memnun ediyor.

FETÖ beni susturmak istedi, itibarsızlaştırmak istedi. Güvenilirlik anketleri yaptırmışlar, burada ben de kendimi gördüm, birinde onlar 40'ta kalıyor ben 70'e çıkıyorum.Bu nabız yoklamalarını yaptılar ettiler. Bunlar benim rakibim değil. Benim okulum yok, gücüm yok, şahsi olarak 80'lerden beri kürsülerdeyim. Halk beni sever. Cemaatim var bile diyemeyiz. Benim şimdi internetten sonra seven ya da dinleyen bir çevre var, solcusu var, Alevisi var, her sınıf insan var. Bu genel halkta bir etki bırakma hasıl olunca, bir de bu dinler arası diyalog lafları bize gelmesi, burada böyle projeler var, onu biliyordum. 

Esasen Beykoz'da külliye dolduğu zaman, yani 90'lı yıllar, daha FETÖ Türkiye'de, kalabalık bir cemaat geliyor. İlk benim görüşmem, bir kere gördüm kendisini, o da 12 yaşımda, yine bizim o zaman efendiye bağlı iki işadamı, o zaman FETÖ İzmir tarafında daha, bir Ramazan, 77 olabilir bu, mescit var fabrikasında, bizi iftara çağırdılar. O arada babam, babamın manevi babası Hakim Bey'in itibarı var. Gittik. Camii doldu, işadamları toplandı falan, daha 77. O zaman beni görüştürdüler, "yahu bu kadar hocasın niye sakalın yok" demişim, "bunu nerede okutuyorsunuz" dedi, "tam yerini bulmuşsunuz" dedi, iki tarafa da çek. Sonra teravih kılındı, dağıldıktan sonra, dedi ki Hakim Bey "bu hareket 20 sene içinde devletin bütün kademelerine yerleşecek" dedi. 

Benim yol almak derdim yok, devlette kadrolaşmak gibi bir şeyimiz yok ki bizim. Ben bunu 2007'lerde baya ilerledikleri meydana çıkınca dedim "Hakim Bey'in lafı çıktı ama 10 sene rötarla." Meğer rötar yokmuş, fakat o zamandan bu derin devlet nerede, sığ devlet nerede hiç anlamamışlar. Biz çocukken duyduk bunları.

Bunun talebelerinden biri Singapur'daydı, dedi illa sizi görüştürelim. Dedim, o benle görüşmez. O da illa ısrar etti, baktım demiş işte "bana zarar gelir onunla görüşürsem, biz takipteyiz." Biri onun adına geldi, dini konulardan bir şeylerden konuşuyoruz. 

Zaman Gazetesi'nde o arada jet-ski olayı oldu, benim yanımda Mehmet Sağlamer diye biri var, 10 sene yanımda durdu, o jet-ski şeyini bulmuş. Yılmaz Özdil yazıyor 2-3 gün evvel, "çıplak kadınlarla yüzerken gördük" diyor. Çıplak kadınlar dediği benim kızım, eşim de girmiyor. Bir Mehmet Sağlamer'in kızı var, bir de benim kızım var. Bu Mehmet Sağlamer parayla satıyor. Rıdvan Bıyık şahit sizden, telefon açtı, söylettirdi. Nurettin Veren de yeni patlatmış bunların durumunu. Her Ramazan'da bir şey çıkarırlar, 15 gün bütün Türkiye bunu konuşuyor. Neyse bu konu o kadar gündemde, ikinci Nurettin vakası hocam dedi. Bizde Nurettin Veren ayrıldı dedi, senin de demek yanında bu kadar zaman gezen adam böyle bir şey yaptı. Yaptı da ne yaptı? Jet-ski zaten açığa gidiyordu. 1-2 sene geçmedi, Zaman'da Ahmet Şahin'in yazısı, Yahudilerle ittifakımız var diye. Külliyen yalan. Ben bu sefer başladım, ne Yahudilerle ittifakımız var diye.

Bunları biz reddiyeye başladık. Yahudilerle ittifakımız olamaz, nasıl iman esaslarımız bir olur falan. Fakat bu yazı neden çıktı? Ben bu reddiyelere başlayınca, bize gazeteden muhabir seviyesinden, alt seviyeden geldiler. Bizi adam yerine koymazlar. "Bu konuyu kapatalım, yanlış yapmış" dediler. Ben de dedim ki, adam ana sayfada iç sayfada yazı yazıyor, madem bu adam aynı köşede yazarsa, ya lafını izah edecek ya da özür yayınlanacak. İşte Abdullah Hoca diye bizim fıkıhlarımızın başında biri var, dediler. Meğer STV'de, gazetelerde neler kaçıyormuş aradan. Dediler ki, hocalar aranızda toplanın, böyle çatmalar yapmamam için. Dedim tamam hocalarınızı getirin, bize izah etsinler. Birkaç ay geçti, ben dedim, bu kadar uzun bekleyemem halk bize sorular soruyor, reddiyelere devam edeceğiz.

Biz beklerken bunlardan hiç cevap gelmedi, bizi muhattap aldıkları yok, o zaman zannediyorum ki İslami yaklaşımları olacak. Reddiyeleri arttırmaya başladık. Abant toplantıları ortalığa yansıdı. "Jet-ski'de biz seni savunduk, bundan sonra başına bir şey gelirse daha savunmayacağız" dedi. Ben o zaman anlamadım tehdit, şantaj mahiyetinde. Suçluysam, savunma niye savunuyorsun ki? Bunun üzerine işler hızlandı. Antalya meğer bunların merkezleriymiş. Toplantıda zannediyoruz ki cennetten ahiretten konuşacağız. Ben girdim mi dinler arası diyalog, Zaman Gazetesi, STV falan. Birileri kalktı, dedim bunlar niye kalktı? 2009'da ben bunu görebiliyorum, diplomam yok, aklım yok, fikrim yok, dünyada bir şeyden haberim yok. Adapazarı'nda da bir acayip, bu konuşmalar devam etti. O arada Flash TV'de programa başladık, para almıyoruz bir şey almıyoruz.

Başka kanalda, program yapacağız, o dönem "FETÖ'nün aleyhine konuşmayın" diyorlardı. Ama ben dinler arası diyalog üzerinden gittiğim zaman bunları tahrip ediyorum. Ben bunları rahatsız etmeye başlayınca, insanları uyarıyorum "dinler arası diyalog misyonerlik işidir" diye. O arada STV'de dizi oluyor, bir adam Müslüman oluyor gizli Ermeni, neler neler oluyor. Mesaj neresi, mesaj İsa'nın da Allah'ı bir, Muhammed'in de Allah'ı bir, hepsinin Allah'ı bir, Hristiyanlığı Müslümanlığı karıştırsam da Allah razı olur.

KASET TUZAĞINI FETÖ MÜ KURDU?

Bunlar benle baş edemeyince, bu kaset diyor şifreli, bunun şifresini sana bildirmiyoruz, bunu Ahmet Hoca'ya vereceksin. Benimle ilgili bir uydurma kumpas kasedi, tamamen fotomontaj. Bu kasetlerin hiçbirini mahkemede dosyaya koyamıyorlar. Kasetlerin imal tarihi 2008-2009. Delil olarak kullanacak kadar veri yok. O kumpasın kasedini kuruyor. Mehmet Hoca Ahmet Hoca'ya veriyor. Ahmet Hoca'ya biri telefon ediyor, şifreleri veriyorum, diyor. Bunu telefondan verince sen bir bak bakalım, diyor. Neyse birkaç gün geçiyor, Ahmet Hoca da mevzuyu bilmiyor. Ben de tefsir yazıyorum o sırada. 20-25 senelik vazifem. Ondan sonra Ahmet Hoca diyor ki sen buna bir bak. Bir de bakıyor ki benle ilgili müstehcen görüntüler var, Allah Allah diyor niye göndermişler bunu? Yeniden arıyor 1-2 gün sonra, ben JİTEM'im diyor. Ahmet Hoca "ne olacak" diyor, telefondaki diyor ki "bunu camiiden uzaklaştırıyorsunuz." O da "yahu biz bunu neye göre uzaklaştıralım, burada ne belgesi var" diyor, Ahmet Hoca paylaşmayınca bir daha telefon açıyor, "bunun başına iş gelecek, uzaklaştırmadığınız için sizi de vuracak, biz size bulaştırmak istemiyoruz" diyor mealen. Ben Ahmet Hoca'ya anlatıyorum. Ama vakıf zarar görür, diyorlar. Ben zarar gelmesini istemem, çıktık. Fakat istedikleri olmuyor, Ahmet Hoca deşifre etsin, bütün cemaate ifşa edilsin istiyorlar.

Camiiye biri geliyor, kaset yine şifreli. Diyor ki "ben MİT'im." Aynı gelen mi farklı mı bilmiyorum. Bunu diyor al, herkese yay. O da alıyor gidiyor, kırıyorlar atıyorlar. Oradan da sonuç alınmıyor. Ben İsmailağa'dan bir şekilde çıkarıldım ama onlar zannediyordu ki, insan içine çıkamayacağım. Bunun üzerine, Sirkeci Postanesi'nden 300 tane bu kasedi Çarşamba'nın sokaklarına saçıyorlar. Adres değişikliği iki gün içinde olanlar var, yeni adreslere gidiyor. Yine bir itibarsızlık olmuyor. Tabii bu kasetler rahatsız etti. Bu arada ben Hüseyin Gülerce ile Mahmut Koçak'ın tanışması nedeniyle Hüseyin Abi ile görüşelim dedik. Kasetle ilgili Hüseyin Gülerce ile görüştük. 

İlk televizyona çıkacağım, ortalık ayağa kalktı. Bu sefer devreye birileri giriyor. Nur Cemaati'nden arayanlar oldu, "seni Fatih Altaylı tongaya düşürür" diye. Benim gizli kapalı sırrım yok. Kendim güveniyorum. Üstadımız da çık deyince çıktık. Bu sefer rahatsızlık Türkiye'ye taşınmış oldu. İlk çıkıyoruz, her sınıf insan, dünya kadar benim hakkımda manşet var 28 Şubat'ta. Millet merak ediyor. 

Ama bunlar aşırı rahatsız oluyor. Bu rahatsızlık artık had safhaya vardı, Flash TV haftalık devam ediyor. O arada biz Bursa'ya sohbete gidiyoruz, Yalova vapuruna bindik. Baktım Hüseyin Ağabey orada, ayıp olmasın git de ki "görüşmek istiyor yanınıza gelsin mi" de dedim yanımdakine. Sağ olsun kalktı geldi, teke tek konuştuk. Dedim ağabey durum bu, çok büyük namussuzluklar oluyor. O da dedi ki "bu konuşmalara devam ediyorsun, bunları kessen durur inşallah" dedi. "Bu iş bizden" demedi adam ama sorun için çözüm önerisi bu oldu. 
"Ben ABD'deyken FETÖ Teke Tek'i seni izledi, dinledi" dedi. Ben de durumu anlatıyorum, programı bırakmamı çare gösteriyor. 2011 Aralık'ta hiçbir şeyden haberimiz yokken baskın oldu.

Buradaki mesele 11 Eylül sonrası, ABD terör bahanesiyle her yeri işgal etmesinden biraz sonra, bunlara karşı bir teröre karşı, FETÖ'deki gibi ılımlı İslam lafı bizde geçmiyor. Ben Kur-an'ı nasıl ılımlatacağım? Durup dururken otobüsü patlat, kiliseyi patlat, bunlar İslam'da yok. 

ABD'DEN NE TEKLİF EDİLDİ?

Benim bir adamla tek başıma görüşmek huyum yok. Birlikte rahmet var. Külliyeyi geri versek, sonra 2 bin 3 bin talebe gelse, bunlar ılımlı İslam manasında konuşulmuyor, İslam'da terör yok eğitimi verilse de bunlar memleketine salınsa, bunlar teklif mi anlarsın, konuşuluyor. 

Avukat Cihat Gökdemir: Sanırım 2009 senesiydi, hocam beni aradı. Efendi'nin hafızlık ağabeyi olan bir ağabeyi var, onun oğlu, tekliflerde bulunuyor, sen de bulunursan daha iyi anlarsın diye. Beyefendi de oraya gelmişti, başladı anlatmaya, diyor ki "hocam ABD Gülen ile çalışıyor, dünyanın farklı yerlerinde okullar açtılar ama Pakistan, Afganistan gibi ülkelerde tasavvuf temelli inançta oldukları için pek başarılı olamadılar. Bu yüzden sizin gibi görüntü olarak da insanların inancına yakın cemaatlerin başarılı olacağına inanıyorum" dedi. 

FETÖ Pakistan ve Afganistan için destek istedi. Biz şaşkınlığımızı atlatamadık. Bu kişi daha önce Ak Parti'de milletvekiliydi, bu söylediğimiz 2009 yılı, milletvekilliği bitmişti o dönem. 

Benim böyle şeylerle işim olmaz, bizim derdimiz dini doğru anlatmak. Sen düzgün olacaksın, istikametten ayrılmayacaksın, Allah sana fazla imkan verir az imkan verir, biz doğru konuştuk mu konuştuk. Çünkü Allah bize doğruluktan ayrılmamamızı emrediyor. Aksi takdirde büyümek için tavizler vermeye başlıyorsun.

2000'den sonra cezaevine girdik. 2 sene 7 ay ceza verildi. Biz hapse girdik, herkes beni koğuşuna istiyor. Biz de rahat ederiz, namazımızı kılarız falan. İmza veriyorum. O zaman kapılardan bağırıyorlar, her sınıf insan sever. İçeri girerken subay dedi ne yapıyorsun, imza atacakken, "olur mu" dedi "koğuşa vermeyeceğiz." Çıktım müdürün odasına, baya akşam geç olmuş. Bir tane pijamalı adam geldi. Ahmet Bey dedi, elini salladı. "Görüşürüz" dedi. Dedim bu mahkum olsa pijamayla burada ne işi var, bir şey anlamadım. Biraz bekledikten sonra, dediler ki kapı altına seni koyacaklar. O arada geldim baktım o adam. Ben sabah Hürriyet'te manşeti görünce akşama bizde olur dedim, dedi. Bu tesbih elinde sabaha kadar bir şeyler okuyor, yatsıyı kıldık biz. 

Ömer Abi dedi ki, bu Yahudi. Baya bir zaman İbranice şeyler yazıyor, İsrail Konsolosluğu'ndan her hafta ziyaretçisi geliyor. Ona kağıdı veriyor, ertesi gün Hürriyet'te haber çıkıyor "hoca koğuşları geziyor, vaaz veriyor" diye. Halbuki hiçbir şeye karışmıyorum. Baya sinirlenenler oldu. "Bu bizi ispiyon ediyor" dediler. Gazetede haber çıkar çıkmaz başsavcı geliyor. İbranice yazdığı için kimse bir şey anlamıyor. Ona saldırmak istediler, hoca ile haham bir koğuşta, yapmayın etmeyin dedik. Sonuna doğru, konuşuyoruz ediyor, ben bunun hocasını çok iyi tanırım dedi. Yaşlı adam, o zaman 70 yaşında belki. Meğer bu dinler arası diyalogun esas heyetindeymiş. Bu 1-2 ay kadar yememi içmemi, hareketlerimi seyretti. İkram ne geliyorsa bana hepsine ikram ediyorum. İnsanlık olarak biz insanlara tabii ki nasılsın iyi misin, diyoruz. Ben de deprem vaazında merkez üssü de mi tesadüf, gece 3'te olması da mı tesadüf falan bir şey söylüyorum, kızgın bir dönem. O arada da sanki ben Türk askeri aleyhine konuşuyormuşum gibi gösteriliyor medyada. Ben depremden sonra oralara gittim, yardım götürdük. Yani bu bana diyor ki, sen niçin buradasın? Ne bileyim diyorum, deprem konuştuk falan. Yok, diyor, sen ne asker aleyhine konuştuğun için buradasın ne deprem konuşmasından, sen İsrail aleyhine konuştuğun için buradasın diyor. Sen diyor, bunları konuşma. Ne işin var diyor İsrail aleyhine ayetler okuyorsun. Her yerde diyor seni vaaz ettiririz, haham başıyla görüşürüz, bir olumlu hava, ondan sonra sen seyret diyor. Halbuki o zamanlar hakkımda zaten andıçlar yayınlamışlar, bir düğünde bir kere konuştum mahkemelik oldum.

Nevzat Çiçek: Bu kurum, en zor zamanlarda Cübbeli Ahmet Hoca dahil olmak üzere rahatlıkla çıkarıp "gücü özgürlüğünde" söylemini hayata geçiren bir kurum. Sosyal medyayı ele geçiren insanlara pabuç bırakacak halimiz yok. Şu an Türkiye'de ne yapılırsa yapılsın, geri adım atma yok. O gün o darbe gerçekleştiğinde, biz tanklara ilk çıkıp canımızı ortaya koyabildik. Sosyal medya hesabı ele geçirebilirsiniz, kurumları yıpratabilirsiniz ama bizim duruşumuz bellidir. Telefon numaraları yayınlandı, hiç önemli değil. Bizim bir duruşumuz var, o duruşu bozmayacağız. Hani temizleniyor diyorsunuz ya, önce etrafınıza bakacaksınız. O gün "şunu yapmayalım" diyenlerin bugün kahramanlıklarına ben inanmıyorum. Gerçekten yeter. Benim gerçekleri anlatmamdan niye rahatsızsınız? Bu ülkeyle ilgili bir uyanın. Medyada birlik hala yok. Tetikçilik yapıyorsunuz anladık, ne yapıyorsanız yapın ama bizden geri adım atmamızı beklemeyin.

CEZAEVİNDE HAHAMLA NE KONUŞTU?

Hızır Efendi'yi vuran, iki kişiyi daha vurmasa bulunmayacak. Bir sene yatmadı, deli raporuyla çıktı. Bir sene sonra deli raporu alarak, şu an Çarşamba'da geziyor. Bayram Efendi bıçaklanıyor. Sonra ne oluyor, cemaat dağılacak zannediliyor. Sonra Aydınlık gazetesi manşete beni koyuyor. Hepimiz sorgulanıyoruz. Öyle bir faaliyet var ki eceli gelene şahadet nasip oluyor, gelmeyene itibar suikastı. 

Her yerde bunların ucu bucağı var, şalvarlı da olabilir, cübbeli de olabilir, dünyanın her tarafından var. 2000'de "sen İsrail'e çattığın için oldu" diyor "FETÖ bize geldi, Manhattan'da bizim lobilerimiz var. Bu lobilerle toplantılar yapıldı, bizimle iyi geçiniyor. Anlaştık bak şimdi önü nasıl açıldı, senle çıkalım Manhattan'a gidelim, biletlerini alayım, seni ağırlayalım, lobilerle görüş, sonra senden istediğimiz İsrail aleyhine ayet ve hadisleri okumayacaksın. İsrail'i methet demiyoruz, bunların hepsini okumak zorunda mısın, öbürlerini oku."

Adam telefon istedi, ben de telefonumu verdim. Beni hemen çıkınca aradı, "şu otele gelir misin, görüşmelerimiz var" dedi. Ben ondan sonra tabii ne görüşmeye gittim ne telefonları açtım. Bu adamları seçerken boşuna yatırım yapmıyorlar. 

Onlar "the cemaat", bunlarla öbürleri karıştırılmasın. Yazarın biri demiş, en güzel cemaat camii cemaatidir, katılıyorum. Biz bu şekilde cemaatlerden yanayız. Sen bir hocayı bulurken, veya birinden etkilendin, bağlanmak ne demek bir defa? Mahmut Efendi'ye biz bağlanmışız, diyorsun ki kayıtsız şartsız teslim et.  Bir insan hocaya bağlanabilir ama körü körüne bağlanmaz. 

Ben zaten cemaat lideri değilim, El Fatiha dedim mi hepsi dağılır. Tehlike kimde iyi araştırılması lazım. Okulum yok, teşkilatım yok, onu şuraya bunu buraya koyayım derdim yok. Bizim cemaat memuriyete hoş bakmaz, çünkü erkeklere sakal traşı haramdır. Hanımı çarşaflı olup kendi sakallı olanı askeriyeye, emniyete alırlar mı almazlar. Bir kişiye dediğimiz duyulmuş mu, sakalını kes gir? Demeyiz. Limon sat memur olma. 

Bu millet memuriyete niye atlıyor? Burada bir istek niçin var, ben anlamıyorum. Şu anda öyle cemaatler var ki, bu cemaatlerin itikatları ehl-i sünnet ama adamlar biz namaz kılarken bekliyorlar bizim bitirmemizi. Bize uymuyorlar, onun cemaatinden değilim diye. 

Kur-an'a aykırı bir şey hocan söylese de dinlenmez. Adama deniyor ki, askeriye de ilerlemek için içki iç, zina yap, karının başını aç. Bunların hepsi haram. Adam resmen ilerlemek için haram yap diyor. Bu adamın havada uçtuğunu görsen bile inanmayacaksın. Buna bağlı olanlar hiç mi Kur-an dinlememişler? Yahu ayet var hadis var. Hakiki mürşid bağlan demiyor ki. Bizim Hacı Bilal vardı, Mahmut Efendi Hazretleri'ne nerede sizden zikir öğrenenler, bir ismini yazsak dedi, efendi ne gerek var dedi. 

Şimdi diğer cemaatlarden de öyleleri var ki tehlike şurada; nerede avukatın var, savcı kim, şunun hakimi kim, şu, bu top dönerse nereye gidecek, Yargıtay'da tanıdık kim var, şu, hala temizlenmiş değil. 

Bana 2 sene 7 ay 3 gün bana verdi DGM'deki hakim, konuşma suçu. Niye, Fetullah'ın tutukluluğunu kaldırdı o mahkeme. Genelkurmay açıklama yaptı, bu nasıl iş, diye. İslami cemaatlere yakın olmadığını göstermek için bana ceza verdi.

Biz bunların hepsini yaşadık, bu olmaz, ehliyet ve liyakata göre gelmeli. Başka cemaatlerden de öylesini biliyorum ki içeride adamlar var ve ben onların mahkemesine düşsem bana ceza verebilir. "The Cemaat"a illa, her işte düşüyorduk.

Cezaevinde bir gün ziyaretçin geldi diyorlar, Aziz Başkan ile yattığımız dönem. O benden evvel çıktı ama herhalde aynı dönem. Bizim ziyaretçi yerimiz belli, yok dediler başka tarafa geçeceğiz. Kimse yok. Geçtik oraya, karşımızda bir kişi. Efendim, beni Fetullah Hoca gönderdi, size de iki kitap gönderdi dedi. Terbiyeli davranıyor. Onun el yazısı bir değişik, o zaman Habertürk'ün başında ilk sayfada el yazısıyla var. "İki tane kitap gönderdi, kitapları kabul etmezse affımızı istirham et, kitapları geri al, kabul ederse ne ala diyerek gönderdi" dedi. O kitabı yanında sokmuş. Kitapların başında beni metheden içerikli yazı. Bu kitapların üstüne yazmış el yazısıyla. Ben onun bazı yazı şekillerini okuyamadım hatta. Ondan sonra işte, nasılsınız iyi misiniz, biz bu işi çok dedikodu iftira oldu bize, bunu size hükümet yaptı demeye getirdi. Bunları konuştu, belki yarım saat sürmüştür. Ben de "teşekkür ederim" dedim, kitapları kabul ettim. Tabii biz bunun ismini falan biliyoruz. Sonra bu Sakarya'da hoca olduğunu söyledi. Onun özel talebesiymiş, ilmi kitaplarla ilgili birkaç konuşma geçti. Başka konuşma geçmedi aramızda. Darbenin ikinci günü salıverildi, Allah Allah dedim. Ben ne bileyim böyle bir şey olduğunu, çok şaşırdım. Şimdi de diyorlar birinci imamdı. Değişik şeyler, akıl sır erecek bir şey değil.

Arkadaş çıktıktan sonra ben yine dinler arası diyaloga çatıyorum, hiçbir kitabımı geri çekmedim. Kendileri hiçbir bela görmemişler, oturdukları yerden konuşuyorlar. Ben ağır hastayım, bütün damarlarım tıkalı, ben bu vaziyette hapise atılıyorum, iftiralara uğruyorum, annemin üzüntüden beyni kilitlendi, öldü, ben bu kadar çile çekiyorum ve bu yargılanma sürecinde dinler arası diyaloga çatıyorum ama beni dinleyenler bunu takip edebiliyor ama ben Zaman demiyorum STV demiyorum, benden onu bekliyor. 

Hapisteyken CHP'den 4 kere gelen oldu. Kamer Genç benle görüştükten sonra açıklama yaptı FETÖ'ye dair. 

Nasıl diyorlar ki kandırıldık, yalan konuşmuyorlar. Ben kandırılma payını kabul ediyorum. Aziz Başkan oturur FETÖ der, kalkar FETÖ der. 

Şu gücü görünce, bunlar nasıl benim kafama bir tane sıkmamış, diyorum. Daha geçen gün hanımla konuştuk, çok ucuz kurtulmuşuz dedim. Bunların yapamayacağı bir şey yok. Mahkeme sürecinde öyle bir şey yapıyor ki adam, Mehmet Ali Uysal, savcı. Baktım Cihan Kansız oturuyor. Başladık sorgu sual. Bir şeyden haberimiz yok. Cihan Kansız kalktı, biz de kalktık yer veriyoruz. Elini kaldırdı, "gece görüşürüz" dedi. 5 saat sorgu sual yaptı. "Şu eve girmişsin" diyor, tanıdığımın evi. Komisere "ne biçim iş yapıyorsunuz ya" diyor. Böyle bir şey olabilir mi? 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.