Esad Coşan'a Talebe Olmak

Esad Coşan'a Talebe Olmak

Çankırı'dan Özelif Sohbetlerine uzanan muhabbet

ALİ TAŞ YAZIYOR: 

Seksenli yıllarda Çankırı’nın kalbi İmaret, Muhlis tepesi ve Büyük cami üçgeninde atardı. Şehrin en işlek caddesi Manifaturacılar caddesiydi ve bu cadde ticaretinde merkeziydi aynı zamanda. İmaret ve Muhlis tepesi daha çok vakit geçirmek için tercih edilen yerlerdi. Kahvehaneler ve Çay ocakları bu yerlerde bulunurdu. Meşhur Türkümüzün (İmarette Güzellerin Yoludur) hakkının verildiği yıllardı. Dolayısıyla insanların kalabalık olduğu yerlerdi.

Biz daha çok imareti tercih ederdik arkadaşlarla buluşmak için. İmaret külliyesinin köşesinde büyük bir kıraathane vardı. Kıraathane dediysem adı öyleydi. Aslında kahvehaneydi. Okumak için değil oyun ve çay için tahsisliydi. Okey denen ıskartalara dizilmiş fayans oyunu daha yeni yeni masaları işgal etmeye başlamıştı.

Bizim oyunumuz Tavlaydı. Bayağı iddialı maçlarımız olurdu. Tavladaki en büyük zevk elinle çenenizin ahenk içinde çalışmasıdır. ‘Pencü se, severler güzeli genç ise,  mektep tatil ’gibi sözlerle hem rakibinizin moralini bozarsınız hem de etrafınıza neşe katardınız.İki mars bir tırıs net galibiyettir ki,  o zaman değmeyin keyfinize.

Oyuna o kadar kaptırırdık kendimizi yakınımızda kavga dövüş olmadıktan sonra kopmazdık oyundan. Hatta Ezan bile okunsa. Fakat arada sırada hemen bitişiğimizdeki İmaret Camii’nden farklı bir Ezan sesi gelirdi. Bu ses değişik ve deruni bir sesti gerçekten, az bir zamanda olsa dikkatimizi celp ederdi, ama yine de oyuna devam ederdik.

Arada sırada güzel sesiyle Ezan okuyan hoca Vatansever arkadaşlar tarafından Humeynici olduğu söylenen İmamdı. Müezzin olmadığı zaman ezanı o okurdu. Yetmişli yılların sonunda İran’da meydana gelen ve Humeyni’nin İran’ın başına geçmesiyle sonuçlanan devrimden sonra Türkiye’de her sakallı ve sarıklı vatandaş Humeynici olarak adlandırılırdı, özellikle camide cemaatte gözü olmayanlar tarafından. 

Seksen yılının sonlarında Kenan Paşanın 12 Eylülde öttürdüğü düdükle Vatanı kurtarma mücadelemiz de bitmiş oldu, yani bir nevi işsiz kaldık da denilebilir. İşte bu ahvalde Arkadaşlarla konuştuk ve anlaştık, Ramazan ayında vakit namazlarını kılmak için. Yani küçük cihat bitmişti büyük cihada başlamak gerekti. Artık Ezan okununca oyunu bırakıyor, hemen abdest almaya koşuyor ve yanı başımızdaki İmaret caminde namaza duruyorduk. Humeynici hoca artık bizimde hocamız olmuştu.

Hoca sadece güzel ezan okumuyor, namazın sonunda okuduğu kur an’da geçekten insanı etkiliyordu. Cemaatin yenisi olduğumuz için ara sıra onunla göz göze geliyorduk, ama hiçbir zaman samimiyet göstermiyorduk malum sebepten dolayı.

Fakat bu irtibatsızlık fazla sürmedi ve Hoca efendi bizimle tanışmak istedi bir namaz çıkışı. Hemen o gün teraviden sonra birkaç arkadaşla birlikte hocanın evine gittik. O güne kadar, her doğrunun her yerde söylenmediğini bilmediğim için, hemen soruyu yapıştırdım adının Mustafa Özkan olduğunu öğrendiğim Hoca efendi’ye. Siz Humeynici mi siniz? Diye

Pattak sorduğum soruyu Hoca efendi gülümseyerek karşıladı, Humeynici olmadığını olamayacağını ve Humeyni’nin hatalarını da bir bir sıraladı bizlere. Şaşırdım kaldım doğrusu ve sevindim de tabi ki. İyi ki hoca siz neden karşısınız Humeyni’ye falan diye sormadı. Çünkü Hoca efendi’nin açıklamaları sonucunda bizim Humeyni’yi hiç mi hiç bilmediğimizi anlamıştım ve cevap ta veremezdim açıkçası.

Bu ilk tanışma ve temas daha sonra sıklaştı. O zaman farkına vardım ki İmaret camisi o günlerde samimi Müslümanların da buluşma noktasıymış. Bizim Vatansever arkadaşlarla kahvehane de buluşmamız gibi. 

Doktor Rıza bey, Öğretmen Mehmet Ülgünar, Ömer Gündoğmuş hoca, Trenci Mevlüt Ağabey, Mühendis Remzi Zor ve Kitapçı Ethem Darende ilk tanıştığım insanlardı. Hemen her sohbette Çaylar içilir ve bir kaset dinletilirdi. Kaset o zamana kadar ismini hiç duymadığım Prof.Dr.Es’ad Coşan Hoca efendi’ye aitti. Kaseti dinlerken içinize tarifi mümkün olmayan bir huzur girerdi. Tatlı ve yumuşak bir sesle Hoca efendi sizi adeta büyüler, arada yaptığı nüktelerle güldürmeyi de başarırdı. Bu sohbetler bize bizim şimdiye kadar farkına varmadığımız apayrı bir dünyanın da varlığını göstermişti.

Özel sohbetler de bazen Mustafa Özkan Hoca İlahiler okurdu. En sevdiğim ve etkilendiğim ilahisi ise; 
Makamımız Kuş Misali /Daldan dala konabilir
İnsan oğlu hiç misali bir gün ölebilir
Diye başlayan hüzünlü bir ilahiydi. Bir gün çok dolu olduğum güne rastlamış olsa gerek hıçkıra hıçkıra ağladığımı hatırlıyorum. Çünkü hoca bu ilahiyi yaşayarak ve yürekten okurdu. Etkilenmemek mümkün değildi. Bu sohbetler ve buluşmalar bizi kahvehaneden uzaklaştırırken Ethem Darende’nin İhvan kitap kırtasiye dükkanına taşıdı. Yani en fazla yüz metre ileriye götürdü, ama İmaretten koparmadı. İhvan kitap kırtasiye ufak çaplı bir dükkandı, ama müşterileri çaplı insanlardı. Ethem ağabeyde güzel huylu güler yüzlü bir insandı. Kısa zamanda kendisiyle kaynaştık ve bizde kitaplarla haşir neşir olmaya başladık.

Bir gün, yanılmıyorsan Ramazan ayının son günleriydi, Ankara’ya Hoca efendinin sohbetine gidilecek dendi ve istersem benim de gelebileceğim söylendi. Hiç düşünmeden kabul ettim. Çünkü Prof.Dr.Es’ad Coşan Hoca efendi’yi çok merak etmeye başlamıştım.

Bir Minibüse bindik ve İftara az bir süre kala Demetevler’de ki Öz elif sitesine vardık. Ortasında muhteşem bir cami ve etrafında yüksek katlı apartmanlar. Bu sitenin özel insanlar tarafından özel olarak yapıldığını anlamanız hiçte zor değil. İftar vaktine az bir zaman kaldığı için Caminin alt katında kurulan sofrada yerimizi aldık. Bayağı bir kalabalık var. Servis başladı, menü de bir tas çorba var, ortada salata. Bende hafif bir telaşe başladı, acaba karnım doyacak mı diye. Ezanla birlikte kaşık sallamaya başladık, Allah, Allah, yedikçe sanki çorba eksilmiyor artıyor. Bereket dedikleri şey bu olsa gerek, sonunda karnımız da doydu gözümüzde. 

Akşam namazından sonra kürsüye nur yüzlü bir insan çıktı. Anladım ki Prof.Dr. Es’ad Coşan Hoca efendi karşımızda. Hadisler okuyor ve açıklamalarda bulunuyor, güncel olaylardan örnekler veriyor, duruma göre öfkeleniyor, ama tatlandırabiliyordu da yaptığı esprilerle. Kürsü de Hoca efendi akademik kariyerinin hakkını fazlasıyla veriyordu. 

Devir Kenan Paşa’nın astığı astık, kestiği kestik devir. Paşa, sık sık yaptığı ve televizyondan yayınlanan mitinglerinde ipe sapa gelmez konulara girer, aklınca dini fetvalar bile verirdi. Hocanın oğlu Ramazanda olsa aldırmaz, su bardağını başına dikerdi, seferilik hiç bitmezdi. Es’ad Hoca efendi o gün, Paşanın saptırdığı bir konuya sözü getirdi ve onu sert bir şekilde eleştirdi. Ağzımız bir karış açık kalmıştı. Hiç unutmuyorum ertesi gün Kenan Paşa yaptığı bir mitingde İsim vermeden Hoca efendiyi tehdit etmişti. İstihbaratın Öz elife ilgi gösterdiği anlaşılmıştı.Bu korkusuz ve dik duruşu benim Es’ad Hoca efendiye muhabbetimi daha fazla artırdı. 

Ramazan Müslümanların derlenme, toparlanma ve değişim ayıdır. O Ramazan benim hayatımda yeni bir dönemin başlangıcı oldu.

O günlerden sonra İmaret benim için daha başka güzel ve anlamlı olmaya başladı. Caminin külliyesinde Fatihin Halasının yattığını, küçük mezarlıkta İstanbul’un fethine katılıp Peygamber efendimizin övgüsüne mazhar olan Alperenlerin mezarlarının olduğunu, o zamandan sonra öğrenmeye ve her fırsatta onların aziz ruhlarına Fatihalar göndermeye başladım.

Yapraklılı Demir-Doğrama ustası Cahit ağabeyin yine İmarette kiralamış olduğu evde yaptığımız toplantılar, çay sohbetleri, İslam,  Kadın ve Aile dergilerinin abone toplantıları ve Allahın rızasını kazanmak için yaptığımız koşuşturmalar hala hafızamdan gitmedi.

İmaret şimdilerde eski günlerin görkemine ve kalabalıklarına hasret. Issız ve ıstıraplı bir şekilde ziyaretçilerini bekliyor, bıkmadan usanmadan. Ben haftada olmasa bile, ayda bir muhakkak uğrarım İmarete. Yaşadıklarımı bir kere daha yaşamak için.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum