Haberciye yasal pranga

Haberciye yasal pranga

Herkes bana aynı şeyi söylüyor: 'Dikkat et.' Bazen uyarı alırsınız ama sokakta karşılaştığınız herkes size 'Dikkat et' diyorsa, kendinize 'Benim göremediğim ne?' diye soruyorsunuz.

İSMAİL SAYMAZ'ın haberi

Ben Nedim Şener (Milliyet):

Dink cinayeti aydınlanma yoluna girdikçe hayatımı karartmak için elinden geleni yapan karanlık güçler var. Herkes bana aynı şeyi söylüyor: “Dikkat et”. Bazen uyarı alırsınız ama sokakta karşılaştığınız herkes size “Dikkat et” diyorsa, kendi kendinize “Benim göremediğim ne?” diye soruyorsunuz?” Artık ben de görüyorum. Ne gördüğümü anlatacağım ama önce “Bunlar neden oldu?” sorusuna yanıt vereceğim.

Ne yaptım?
Her şey ‘Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları’ isimli kitabı yazınca oldu. Hrant Dink’i İstanbul Valiliği’nde tehdit eden MİT Bölge Başkan Yardımcısı Ö.Y’nin kimliğini, Trabzon İstihbarat Şube Müdürü ve ekibinin, İstihbarat Dairesi Başkanlığı yetkililerinin sorumluluklarını ortaya koydum. Mahkemeleri yanıltmak üzere hazırladıkları belgeleri ortaya çıkardım. İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek ile o dönem Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer’in kusurlarını yazdım.
Dink cinayeti ile Ergenekon davası sanıkları arasındaki çok önemli bir şemayı yayımladım. Bu şema ışığında Dink cinayetinin Ergenekon ile birleştirilmesi gerektiğini yazdım.

Beraat ettim ama...
Devlet görevlilerinin görevini ihmal ettiğini yazdığımda Akyürek, Yılmazer, Trabzon İstihbarat Şube Müdürü Faruk Sarı ve istihbaratçı Muhittin Zenit mahkemeye başvurdu. İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 20 yıl hapis istemiyle yargılandım. Beraat ettim ancak savcı ve polisler temyize gitti. Ayrıca İstanbul 2. Asliye Ceza’da 8 yıl, Bakırköy 2. Asliye Ceza’da da şemaları yayımladığım için gizliliği ihlalden 4.5 yıl hapis istemiyle yargılanıyorum.
İki yıldan beri 32.5 yıl hapis istemiyle yargılandım ama tek devlet görevlisi hâkim karşısına çıkmadı. Keşke birisi yargıya çıksaydı ben müebbet ile yargılanmaya razıydım ama olmadı.
Hanefi Avcı’nın tutuklanması sonrası yaşanan tartışmalar ise linç kampanyasına dönüştü. Açıkça hedef gösterilir hale geldim. Gelelim, “Artık ben de görüyorum” dediğim meseleye. “Dikkat” diyenlerin uyarıları ile etrafa dikkatlice bakmaya başladım.
Telefonlarımın ‘istihbari amaçlı’ dinlediği bana görevi başındaki ‘bazı’ polisler tarafından aylar önce söylenmişti. Son zamanlarda takipler de başladı. Anlam veremiyorum.

‘Sezen Aksu’ya koruma

Çalışmak için eve götürdüğüm belgelerin tamamını işyerime getirdim. Evime polis gelecek ve bir CD veya flash bellek koyacak diye tüm CD ve DVD’leri dışarıya çıkardım. İçlerinde suç unsuru var diye değil, Zeki Müren, Münip Utandı, Sezen Aksu veya Rolling Stones CD’lerini çizerler diye.
İşyerinin verdiği bilgisayarımı yeniden işyerine getirdim. Evde bozuk bir bilgisayar var. Dışarıdan müdahale oldukça zor ama bir tane küçük laptop kaldı. Ama “Kafaya koydularsa o CD’yi bulurlar” diyorlar.
Ama bunları geçtim, artık tetikçi gazeteci kullanıp kitap yazdıranlar linç kampanyasının ortağı oldular. Elinde tabanca, kurşun olandan değil elindeki kalemini kiralayanlandan korkar hale de geldim. Onların yararlanacağı bir affı istemiyorum. Ben yargılanma ve hapis pahasına gazeteciliğimi yapmaya devam edeceğim.

Açılan dava sayısı arttı

Avukat Fikret İlkiz:

Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) ilk maddesindeki amaçlardan birisi de kişi hak ve özgürlüklerini korumaktır. Aksi oldu. Biz 2004’te bu kanunun basın yayınla ilgili suç düzenlemelerinin gazetecilere davaları arttıracağını söylediğimiz zaman hükümetten “Olmaz öyle şey” demişlerdi. Olmaz dedikleri olmuştur ve bugün halkın gerçekleri öğrenme hakkı için uğraş veren gazeteciler ceza tehdidiyle karşı karşıyadır.
Evrensel Periyodik Gözden Geçirme Toplantısı’nda Bakan Cemil Çiçek, “Ülkemizde basın özgürlüğüyle ilgili mahkeme kararları sadece örgüt propagandası sebebiyle verilmektedir. Bu tarz davaların sayısı çok azalmıştır” demiş. Acaba bu cümle sadece TMK’ya muhalefet nedeniyle açılan davalar için mi söylenmiştir? Ayrıca açılan ceza davası sayısı azalmamış, artmıştır.
Eğer TCK, AİHS ile AİHM içtihatları ile uyumlu ise yılın başında sadece ‘soruşturmanın gizliliğini ihlal’ suçundan açılan 460’tan fazla soruşturmanın ve bir bu kadar davanın sayısal çokluğunu nasıl açıklamak gerekiyor? Asıl sorun, gazetecilerin bu sorunu ve müdahaleleri nasıl aşacakları konusunda ortak fikir ve mücadele birlikteliği yaratıp yaratamayacakları ve bunu isteyip istemedikleridir. Halkın gözü kulağı olan gazeteciler, haberlerinin kısıtlanma çalışmaları karşısında nasıl bir fikir ve eylem planına sahiptir acaba?

Niyet neydi akıbet ne?
Erol Önderoğlu/Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Türkiye Muhabiri, Bianet İfade Özgürlüğü Editörü:
Türkiye’nin AB’yle bütünleşme yolunda basın ve düşünce kanallarının açılması bakımından giriştiği yasal düzenlemeler, yargı eliyle bir anlamda ülkeyi 90’lı yıllara geri götürdü. Siyasetteki kutuplaşma, Kürt sorununun çözümsüzlükte bırakılması, tarihsel meselelerin tartışılamaması, siyasetçilerin ve yargının internet sansürünü teşvik edici düzenlemeleri tercih etmesi, gazetecilere yönelik suçların cezasız bırakılması karamsar bir tabloya neden oluyor. AB üyeliği yolunda 2005’te değiştirdiğimiz temel özgürlüklere dair onca yasa, pratiğe bakılırsa, ortamı kâbusa çevirdi. Örneğin, gazeteciler hakkında, kamuoyunun resmi makamlar aracılığıyla bilgilenemediği ‘Ergenekon’ soruşturmasıyla ilgili haber nedeniyle ‘soruşturmanın gizliliğini ihlal’, ‘adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs’, ‘gizli belge yayımlama’ gibi gerekçelerle sistematik şekilde davalar açılıyor. Kürt medyasının tepesinden Terrörle Mücadele Yasası (TMY) hiç inmiyor.

Son dakikadaki ek hayatımı değiştirdi

Kitabın taslağını yayınevine teslim ettim. O esnada Veli Küçük ve arkadaşlarını kapsayan, birinci dalga yaşandı. Basımı durdurduk, son operasyonla ilgili bilgileri de son dakika ekledik.

Ben Şamil Tayyar (Star):
Sanırım 3 yıl önce bu aylardı. Timaş Yayınevi’nden Selman ve İhsan adında iki arkadaş geldi. Yazıları okunan veya açıklamaları kamuoyunun ilgisini çeken gazetecilere, uzmanlara, akademisyenlere kitap teklifi götürüyorlarmış, listeye beni de eklemişler. Dediler ki: “Sizinle söyleşi yapıp kitap olarak yayımlayalım.”

İlk iki kitabım ilgi görmedi
Daha önce yayımladığı iki kitabı ilgi görmeyen bir yazar olarak teklife sıcak bakmadım. Israr ettiler. Bunun üzerine “Yeniden kitap yazacaksam söyleşi tarzında olmasın, daha ciddi bir çalışma olsun, bana müsaade edin çetelerle ilgili çalışmalarımı toplayayım, 2 ay içinde size teslim ederim” dedim.
Bu teklif, daha çok hoşlarına gitti.
Anlaşmamıza göre kitap taslağını aralık sonu (2007) veya en geç ocak (2008) içinde teslim etmem gerekiyordu. Kitabın ana teması, son 10 yıldaki çete faaliyetleri ve karanlık eylemlerdi. İsmini bile belirlemiştik: Kara Kutu…
Planlandığı gibi taslak metni yayınevine teslim ettim. O esnada Veli Küçük ve arkadaşlarını kapsayan, birinci büyük dalga olarak nitelendirdiğim Ergenekon operasyonu yaşandı. Basımı durdurduk, son operasyonla ilgili bilgileri de son dakika ekledik.
Sürpriz olan bir başka gelişme, kitabın isminde ortaya çıktı. Yayınevi, kamuoyundaki yoğun ilgi üzerine kitabın ismini ‘Operasyon Ergenekon’ olarak değiştirmeyi önerdi, ben de kabul ettim.
Ve olay kitap böyle doğdu.

Her dalga satışı arttırdı
Her dalga, kitabın satışını tırmandırdı. Mustafa Balbay, Tuncay Özkan gibi gazeteci kökenli Ergenekon sanıklarının o günlerde katıldıkları TV programlarında sıkça kitaptan söz etmesi, satış rakamlarının patlamasına yol açtı ve 73 bine ulaştı. Açıkçası kitabın reklamını ağırlıklı olarak Ergenekon sanıkları yaptılar.

Ölüm tehdidi aldım
Hiç ummadığımız şekilde kitabın yıldızının parlaması memnuniyet vericiydi ama hayatımın akışını değiştirdi. Bir anda derin unsurların boy hedefi haline geldim. Şahsımı ve ailemi hedef alan yayınlar yaptılar, art arda dava açtılar, ölümle tehdit ettiler.
Devletin verdiği korumayı bir süre sonra iade ettim. Artan tehditler karşısında ikinci kez koruma kararı çıktı. Hayatımı bir polisle paylaşmaya başladım. Kalabalıklarda daha az dolaşır oldum, özgürlük alanım daraldı, yüksek tansiyon sorunu yaşamaya başladım.

Üç yıl önce üç yıl sonra
3 yıl sonra geriye dönüp baktığımda, hiçbir şey eskisi gibi değil. Bir kitap yüzünden hayatım tümden değişti. 3 ayrı davada toplam 50 ay hapis cezasına çarptırıldım. Binlerce liralık tazminat cezalarına hükmettiler.
Bana küfreden ve hakaret edenlerle ilgili olarak açtığım hukuk mücadelesinde ise hiç sonuç alamadım.
Devam eden 40 civarındaki davada hakkımda eski parayla 1 trilyon lirayı aşan tazminat talepleri var, istenen hapis cezasının toplamı ise 100 yılı aşıyor.
Çetelerin üzerine giden gazetecilerin yargı kuşatması altına alınması, aslında mücadele ettiğimiz derin yapının ne denli güçlü olduğunu göstermesi bakımından ibret vericidir. Maalesef çetelerin yargı ayağı hâlâ güçlüdür.

‘Türkiye değişiyor’
Tüm bu zorluklara rağmen, Türkiye’nin her geçen gün ileri demokrasi yolunda hızla ilerlediğini görmek en büyük tesellimdir.
Evet...
Hayatım değişti. Türkiye de değişiyor, değiştikçe dönüşüyor.

RADİKAL

 

Etiketler :