Hz. Ali ile Hıristiyan’ın davası…

Hz. Ali ile Hıristiyan’ın davası…

Şureyh, Hz. Ali'ye hitaben; 'Eğer delilin yoksa bu kürkü ondan alamazsın' dedi. Hz. Ali de 'Doğru söylüyorsun ey Şureyh!' dedi.

Şureyh, Hz. Ali'ye hitaben; 'Eğer delilin yoksa bu kürkü ondan alamazsın' dedi. Hz. Ali de 'Doğru söylüyorsun ey Şureyh!' dedi.

Bunun üzerine Hıristiyan: 'Ben ise şehadet ederim ki bu hüküm, peygamberlerin getirdiği hükümlerdendir. Mü'minlerin emiri kendi kadısına gidiyor; kadısı ise onun aleyhinde hüküm veriyor. And olsun ki ey Emîre'l-Mü'minîn bu kürk senindir. Sen bu kürkü düşürdüğün sırada ben arkanda bulunuyordum. Onu düşürdüğün yerden ben almıştım.

Hz. Ali pazara çıktığı bir gün, daha önce kaybettiği kürkünün bir Hıristiyan tarafından satılmakta olduğunu gördü. Yanına giderek: 'Bu kürk benimdir, ben bunu kaybetmiştim. Gidelim aramızda Müslümanların kadısı hükmetsin' dedi.

O sıralar Müslümanların kadısı Şureyh'ti. Onu bizzat Hz. Ali tayin etmişti. Şureyh, Hz. Ali'nin geldiğini görünce yerinden kalktı. Hz. Ali'yi oraya oturttu. Kendisi de gidip Hıristiyan'ın yanına oturdu. Hz. Ali: "Ey Şureyh! Eğer hasmım Müslüman olsaydı kesinlikle onunla beraber otururdum. Fakat ben Hz. Peygamber'den şunları işittim: 'Onlarla musafaha etmeyiniz. Karşılaştığınızda ilk selam veren siz olmayınız. Hastalarını ziyaret etmeyiniz ve cenaze namazlarını kılmayınız. Onları yolların dar kesimlerinden geçmeye zorlayınız. Allah'ın zelil kıldığı gibi siz de onları zelil ediniz'. Benimle şu kişi arasında sen hüküm ver ey Şureyh!' dedi.

Şureyh: 'Peki, ey mü'minlerin emiri! Sen ne diyorsun?' diye sordu. Hz. Ali: 'Bu benim kürkümdür, ben onu uzun bir süre önce düşürerek kaybetmiştim' dedi. Şureyh: 'Ey Hıristiyan! Sen ne diyorsun?' dedi. Hristiyan: 'Ben Emîrü'l-Mü'minîn'i yalanlamıyorum, fakat kürk benimdir' dedi.

Şureyh, Hz. Ali'ye hitaben; 'Eğer delilin yoksa bu kürkü ondan alamazsın' dedi. Hz. Ali de

'Doğru söylüyorsun ey Şureyh!' dedi. Bunun üzerine Hıristiyan: 'Ben ise şehadet ederim ki bu hüküm, peygamberlerin getirdiği hükümlerdendir. Mü'minlerin emiri kendi kadısına gidiyor; kadısı ise onun aleyhinde hüküm veriyor. And olsun ki ey Emîre'l-Mü'minîn bu kürk senindir. Sen bu kürkü düşürdüğün sırada ben arkanda bulunuyordum. Onu düşürdüğün yerden ben almıştım.

Şehâdet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve yine şehâdet ederim ki Muhammed O'nun Rasûlü'dür!' dedi ve Müslüman oldu. Bu manzara karşısında Hz. Ali; 'Müslüman olduğuna göre kürk de senin olsun!' dedi ve ayrıca kendisine bir de at hediye etti. [Tirmizi]

'Keşke biz de Peygamberin meclisinde bulunsaydık...'

Nüfeyr şöyle anlatıyor: Bir gün Mikdad bin Esved'le birlikte oturuyorduk. Bir adam geldi. Gözlerini işaret ederek Mikdad'a şunları söyledi: 'Hz. Peygamber'i gören şu iki göze ne mutlu! Allah'a yemin olsun ki senin gördüğünü görmeyi çok isterdim. Aynı şekilde katılmış olduğun o peygamber meclislerine de katılmayı çok isterdim.'

Adamın bu sözleri benim çok hoşuma gitmişti. Mikdad'sa o kişiye şunları söyledi:

'Niçin sizden bazı kimseler hâlâ Allah Teâlâ'nın kendisine nasip etmediği bir mecliste bulunmayı temenni etmektedir. Eğer bu kişi Hz. Peygamber devrinde yaşamış olsaydı durumunun ne olacağını kestirebilir miydi? Allah'a yemin ederim ki Hz. Peygamber'in meclislerinde çok kimseler bulundu. Fakat Allah onları, burunları üzerine cehenneme attı. Çünkü onlar Hz. Peygamber'e icabet etmediler ve onu doğrulamadılar. Niçin sizi, kendisinden başka Rabb tanımayan ve peygamberlerinin getirdiklerini tasdik eden insanlar kılan Allah'a şükretmiyorsunuz?

Zahmetleri, sıkıntıları başkaları çekmiş, sizse sefasını sürüyorsunuz. And olsun ki Hz. Peygamber, diğer peygamberlerin hepsinden daha sıkıntılı bir hayat geçirmiştir. O, cahillerin putlarına tapmaktan daha üstün bir din olmadığına inandığı bir fetret ve câhiliyet dönemi insanlarına gönderilmiştir. Hz. Peygamber Furkan'ı getirdi ve onunla hak ile bâtılın, baba ile oğlun aralarını ayırdı. (Çünkü babalardan veya oğullardan biri Müslüman oluyor. Bu yüzden de aralarına düşmanlık giriyordu).

Allah Teâlâ ateşe giren kimsenin helak olduğunu görmesi için insanların kalb kilitlerini iman ile açmıştır. En yakınının ateşte bulunduğunu bilen kişinin gözleri elbette ki aydın olamaz. Allah Teâlâ'nın şu sözleriyle anlatılmak istenen mana da budur: "Onlar 'Ey Rabb'imiz! Bize gözler sevinci eşler ve çocuklar ver ve bizi takva sahiplerine önder yap!' derler" (Furkan: 25/74)  [Heysemi]

'Demek o devirde yaşasaydınız'

Küfe halkından bir kişi Huzeyfe bin Yeman'a: 'Ey Ebâ Abdullah! Siz Hz. Peygamber'i gördünüz; onun sohbetinde bulundunuz değil mi?' diye sordu.

Huzeyfe; 'Evet ey yeğenim!' deyince o şahıs bu kez; 'Siz o sıralar ne yapıyordunuz?' diye sordu.

Hz. Huzeyfe de; 'And olsun ki o zamanlar biz var kuvvetimizle çalışıyorduk!' cevabını verdi. Bunun üzerine o kişi şunları söyledi: 'Yemin olsun ki eğer biz Hz. Peygamber devrinde yaşamış olsaydık onun yaya olarak yürümesine izin vermez, onu omuzlarımızda götürürdük' dedi.

Hz. Huzeyfe ise buna şu karşılığı verdi: 'Ey yeğenim! Allah'a and içerim ki biz Hz. Peygamber'le birlikte Hendek savaşında bulunduk. Bir taraftan korku ve soğuk, diğer taraftan ise acı ve susuzluk bizi çepeçevre kuşatmıştı.

[İbn İshak (Muhammed bin Ka'b el-Kurazi'den); Müslim'in rivayetine göre Hz. Huzeyfe o şahsa 'Demek o devirde yaşasaydın bunları yapacaktın öyle mi? Ahzap gününde Hz. Peygamber'le beraberdik. Çok şiddetli bir rüzgâr esiyor ve müthiş bir de soğuk hüküm sürüyordu' der ve o geceki olayları şöyle söyler; Hâkim ve Beyhaki'nin rivayetinde ise Hz. Huzeyfe; 'Sakın o devirde yaşasaydık demeyiniz' diyerek Ahzap gecesinde çekilen sıkıntıları anlatır.

Etiketler :