Örnek alınacak büyük sahabe

Örnek alınacak büyük sahabe

Cahiliye devrinin cehaletine ortak olmamış, putlara asla tapmamış, beş yaşlarında bembeyaz bir sayfaydı Hz. Abdullah.

O, çok az yemek yerdi. Hele acıkmayınca hiçbir şey yemezdi. Bir gün dostlarından birisi ona hazım kolaylaştırıcı bir ilâç hediye etmek istedi. O dostuna şu cevabı verdi: “Ben hiçbir yemekten karnımı doyururcasına yemedim. Hazım ilâcına ihtiyacım olacağını zannetmiyorum.”

Abdullah ne iyi birisidir, bir de teheccüd kılsa!

Cahiliye devrinin cehaletine ortak olmamış, putlara asla tapmamış, beş yaşlarında bembeyaz bir sayfaydı Hz. Abdullah. Ne mutlu ona ki, Hz. Ömer (r.a) gibi muhteşem bir babanın oğluydu. İşte bundan dolayı o hayatının hiçbir döneminde küfre ortak olmamıştı.

Müslümanlar günden güne çoğalıyor, İslamiyet artık daha geniş kitlelere yayılıyordu. Nebiler sultanı Bedir savaşı için hazırlık yapılmasını emretti. Biraz büyümüş olan Hz. Abdullah için bu bulunmaz fırsattı. İçi heyecanla doluyor, adeta yerinde duramıyordu. Hep Allah Resulü’yle beraber savaşacağını hayal ediyordu. Artık zalimlere bir ders verme imkânı doğmuştu.

Allah Resulü, orduya katılacakları bizzat kendisi kontrol ediyor ve seçiyordu. Birkaç sahabi ile Hz. Abdullah b. Ömer’e de yaşı küçük olduğu için Allah Resulü tarafından izin verilmedi. Hz. Abdullah bu duruma çok üzüldü. Zira bu savaşa katılmayı canı gönülden istiyordu. Bu olay üzerine günlerce uyuyamadı, ağladı. Bu olayı daha sonra kendi ağzından şöyle anlatır: “Allah Resulü yaşım küçük olduğu için savaşa katılmama müsaade etmedi. Sabaha kadar böyle ağlayarak, üzüntü içinde geçirdiğim bir başka gün hatırlamıyorum.”

UHUD’A DA KATILAMIYOR

İşte genç yaşta İslamiyet’e omuz vermiş bu kutlu sahabideki iman aşkı, iman kuvveti buydu. O, iman nuruyla o kadar dolup taşmıştı ki din adına, davası adına hep acaba daha ne yapabilirim anlayışı içinde idi.

Hz. Abdullah için ikinci bir fırsat daha doğmuştu. Uhud savaşı için Müslümanlar hazırlıklar yapıyorlardı. Derken savaşa katılacak sahabileri Allah Resulü tekrar gözden geçiriyor, hastaları, yaşı küçük olanları çıkarıyordu.

Bu sefer çok umutluydu Hz. Abdullah b. Ömer. Ama bu isteği de gerçekleşmedi. Çünkü hala yaşı çok küçüktü ve bu yüzden Allah Resulü onun savaşa katılmasına yine müsaade etmedi. Hz. Abdullah için bu adeta ikinci bir şoktu, yine günlerce ağladı, sızladı, uyuyamadı. Fakat bundan sonraki bütün savaşlara Allah Resulü’yle beraber katıldı. Hatta katıldığı bu savaşlarda o kadar kahramanca mücadele etmiştir ki, Allah Resulü’nün iltifatına bile mazhar olmuştur.

KENDİNİ ÇOK İYİ YETİŞTİRİYORDU

Hz. Abdullah da diğer sahabiler gibi Allah Resulü’nün dizinin dibinde yetişiyordu. O, küçük yaşlarda Suffe ashabına (kendini sadece ilim öğrenmeye adayan ve başka bir işle meşgul olmayan sahabilerin arasına) katıldı. Kendini çok iyi yetiştiriyordu. Hz. Abdullah, ilimde çok hızlı bir şekilde ilerledi. Küçük yaşta ilim meclislerindeki sohbetlere bile katıldı.

Yine bir gün Nebiler Sultanın yanında bulunduğu bir sırada Efendimiz ona bir takım nasihatlerde bulundu. Kâinatın Efendisi, Hz. Abdullah’ın omzundan tutarak şöyle dedi:

“Ey Abdullah! Dünyada kendini garip bir yolcu kabul et. Kabir ehlinden say. Ahirette dinar da dirhem de yoktur. Orada kötülük ile iyiliğin karşılaştırılması vardır. Elbisesini gururla çekenlerin yüzüne o gün Allah bakmaz.” (Buhari, Rikak, 3)

KORKMA YA ABDULLAH, KORKMA!

Hz. Abdullah’ın Resulullah’a karşı görülmemiş bir sevgisi, bir muhabbeti vardı. O, boş vakitlerini hep Allah Resulü’yle beraber geçirmeye çalışıyordu. İşte böyle bir günde bir rüya gördü. Rüyasında:

“İki melek kollarına girerek Cehennem’in o korkulu ateşine doğru götürüyordu. Cehennem’in hararetini, kızgın ateşini gördükçe ‘Ben Allah’a sığınırım Cehennem’den, Allah’a sığınırım.’ demeye başladı. Tam o sırada karşısına bir melek çıktı. Ve Hz. Abdullah b. Ömer’e ‘Korkma, Ya Abdullah, korkma!’ dedi.” Hz. Abdullah bu rüyadan korku içinde uyandı. Sabah olunca kız kardeşi Hz. Hafsa vasıtasıyla bu rüyayı Allah Resulü’ne sordurdu.

Allah Resulü, Hz. Hafsa’ya şöyle dedi: “Abdullah ne iyi birisidir. Bir de geceleyin kalkıp, namaz kılsa.” buyurdu. Hz. Hafsa Nebiler Sultanın dediği her şeyi olduğu gibi gelip Hz. Abdullah’a anlattı. Bu olay üzerine artık Hz. Abdullah, geceleyin kalkıyor, teheccüd namazı kılıyordu. Pek az uyuyor, vaktini ibadet etmekle geçiriyordu.

Çok az yemek yerdi. Hele acıkmayınca hiçbir şey yemezdi. Bir gün dostlarından birisi ona hazım kolaylaştırıcı bir ilâç hediye etmek istedi. O dostuna şu cevabı verdi: “Ben hiçbir yemekten karnımı doyururcasına yemedim. Hazım ilâcına ihtiyacım olacağını zannetmiyorum.” Bu kadar tok gözlü olmakla beraber aynı zamanda son derece mütevazı bir kişi idi. Kimseden bir şey istemezdi. Herkes ona hizmet etmek ister, fakat o asla kabul etmezdi.

BİR DUA

Lütfunla kusurlarımızı bağışla

Ey Rabbimiz! Üzüntüden, tasadan, cimrilikten, açlıktan sana sığınırız. Bizi nefislerimizin şerrinden koru. Eğer unuttuk veya kasıtsız olarak yanlış yaptıysak bundan dolayı bizi sorumlu tutma. Takat getiremeyeceğimiz şeylerle bizi yükümlü tutma, bizi affet, lütfunla kusurlarımızı bağışla, bize merhamet et. Şüphesiz ki Sen, merhamet edenlerin en merhametlisisin.

ALTIN ÖĞÜTLER

Haram ve helale dikkat et

Bahâüddîn Nakşibendi Hazretleri anlatıyor:

Yenilecek bir gıda, bir yiyecek, her ne olursa olsun gafletle, öfke ile veya istemeyerek hazırlanmış ve tedârik edilmişse, onda hayır ve bereket yoktur. Zîrâ ona nefs ve şeytan yol bulmuştur. Böyle bir yiyeceği yiyen kimsede, mutlaka feyiz ve huzurunu bozacak bir netice meydana gelir. Gaflete dalmadan yapılan ve Allah Teâlâ’yı düşünerek yenen helâl ve hâlis yiyeceklerden hayır meydana gelir.

İnsanların hâlis ve sâlih ameller işlemeye muvaffak olamamalarının sebebi; yemede ve içmede harama, şüpheli şeylere ve kul haklarına dikkat etmemeleridir. Her ne hâl olursa olsun, bilhassa namazda huşu ve huzur hâlinde bulunmak, zevkle ve gözyaşı dökerek namaz kılabilmek; helâl lokma yemeye ve yemeği Allah Teâlâ’yı hatırlayarak pişirip O’nun huzurunda imiş gibi yemeye bağlıdır. Vücûdu haram lokma ile beslenmiş olan bir kimse, namazdan bir neşve duyamaz.

HADİS BAHÇESİ

Yaptığımız işler bizi cennete götürmeli

Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “Ölen kimseyi peşinden üç şey takip eder: Aile çevresi, malı ve yaptığı işler. Bunlar ikisi geri döner, biri ise kendisiyle birlikte kalır. Aile çevresi ve malı geri döner; yaptığı işler kendisiyle birlikte kalır.” (Riyazü’s-Salihin, Erkam Yayınları)

Hadisin verdiği mesajlar

1. İnsanın ölümünden sonra ailesi, yakınları, malı ve mülkü dünyada kalır. Bunlar hayırlı ise, kendisinin sevabının devamına vesile olabilir.

2. Ölen kimsenin amelleri, yani iyi ve kötü davranışları onunla birlikte kabre girer. Bunlar, o kişinin ahirette mutluluğuna veya ceza görmesine sebep olur.

3. Bir mümin, dünya-ahiret dengesini iyi kurmalı, gününün belli bir kısmını da ahireti için yatırıma ayırmalı.

BİR NÜKTE

Tefekkür şart!

Kalbin yumuşamasının en önemli vesilesi, tefekkür etmek ve kâinatı ibret nazarıyla süzmektir. Tefekkür sayesinde, kalp nurlanır, vesvese ve şüphelerden sıyrılır, şeytanın hilelerine karşı dayanıklılık kazanır. Aksi hâlde, okumayan, düşünmeyen ve kendini yenilemeyen kimseler, sararır solar ve savrulur giderler. Bu itibarla, ülfete düşmemek ya da düşme eşiğinde bulunanları oradan çekip almak sağlam bir tefekkür şarttır.

HAZIRLAYAN: Ali DEMİREL-BUGÜN 

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.