Klasikleşen Bir Takvim Geleneği…

Klasikleşen Bir Takvim Geleneği…

Hayatımızda, inancımızda ve medeniyetimizde önemli tesir alanı oluşturan Ay takvimi, 12 yıldır İLKSAV TAKVİMİ ile belirgin olarak ön plana çekilmiş ve gündemde tutulmuştur. İLKSAV TAKVİMİ kullananlar için bu yıl gerçekleştirilen en önemli yenilik ise takv

İLKSAV 1433 / 2012 TAKVİMİ

Klasikleşen Bir Takvim Geleneği…

Her toplum kendi takvimini oluştururken, kendileri için önemli saydıkları bir günü başlangıç olarak almışlardır. Romalılar, Roma’nın kuruluşunu, Hıristiyanlar, Hz. İsa (a.s.)’ın doğumunu tarih başlangıcı olarak kabul etmişlerdir. Hicrî takvim ise Ay’ın hareketlerine göre zamanı hesaplayan Server-i Ser Efendimiz (s.a.s.)'inMedîne’ye hicretini tarihin başlangıcı olarak kabul eden takvimdir. Kur'ân-ı Kerim mesajının tamamı Ay takvimi esasına göre inmiştir. Her biri zaman esasına dayalı olan İslamî esaslar, Ay takvimine göre düzenlenmiştir. Haccın ne zaman başlayacağı, temel ibadetlerimizdenorucun ne zaman başlayacağı ve biteceği, mübarek kandiller ve bayramlarımız, hangi gece veya gündüzlerin diğer gecelerden üstün olduğu veya feyiz ve bereketaçısından daha önemli olduğu hep Hicrî takvim esasına göre belirlenmiştir. Dolayısıyla Müslümanlar da hayatlarında yer teşkil eden önemli tarihleri Hicrî takvime göre belirlemeli ve Hicri takvime göre törenlerini düzenlemelidirler.Dualarını ve hediyeleşmelerini o günlerde arttırmalıdırlar.*

Artık “bizim takvimimiz” de “kendimiz için önemli saydığımız bir gün” ile yani “1 Muharrem” ile başlayacaktır. Bunun yanı sıra bir diğer önemli yenilik, Ay takvimi günlerini bundan böyle Arapça orijinali ile de takip etme imkânının sağlanmış olmasıdır. Hem de tüm zamanların efendisi Fahr-i Kainat’ın HİLYE-İ SAADET levhaları altında.**

Hüsn-i Aşk Hüsn-i Hat ile Birleşince…

Sanat, insanın fitrî bir gereksimidir. Müslümanlar da bu gereksinimi kendi inanç değerleri çerçevesinde gidermeye çalışmışlar, neticede mekânsal, işitsel ve görsel alanlarda ortaya çıkan şaheserler İslam’ın bir medeniyet olarak inkişafını sağlamıştır. Kutsal ifadelerin Allah (cc)'ın üzerine yemin ettiği kalem ile işlenmesi olarak da tanımlanabilen hat sanatı ise bu muhteşem medeniyetin önemli yapı taşlarından birini teşkil etmiştir. Nasıl ki ezan-ı Muhammedî, İslam’ın varlığını işitsel düzeyde temsil eden sembol olma özelliğine sahipse hat sanatı da Müslümanların görsel düzeydeki en belirgin imgesi olmuştur. Hilye-i şerîf, hilye-i saadet ve hilye-i nebevî gibi isimlerle de anılan hilye ise, hüsn-i hat sanatında Hz. Peygamberin fiziksel özelliklerini, karakterini, insanî ve ahlakî niteliklerini, tavır ve hareketlerini anlatan eserlerdir. Allah Resulü’nün hilyesi hakkında bilgi sahibi olmanın sağlayacağı faydalara dair teşvik edici rivayetler nedeniyle, Müslümanlar arasında önce bir saygı göstergesi olarak göğüs cebinde taşınan hilye metinleri, ilk defa XVII. yüzyılın meşhur hattatı Hafız Osman (1052/1642-1110/1698) tarafından levha şeklinde yazılmıştır. O tarihten bu yana binlerce sitil ve üslupta yazılan ve geliştirilen hüsn-i hat levhaları, Müslüman sanatkârların O'na olan sevgisinin bir tezahürü olarak ortaya çıkmış, Müslüman hanelerinde ve sair mekânlarda sertâc edilmiştir.

O’nu Hazret-i Ali Anlatıyor…

Hilyelerde rastladığımız metinlerin büyük bir kısmı Hz. Ali'den rivayet edilen metindir. Ayrıca Enes b. Malik, Ebu Hureyre, EI-Berra b. Azîb, Hz. Ayşe, Cabir b. Semure, İbni Abbas, Hz. Peygamber'in üvey oğlu Hind b. Ebi Hâle tarafından rivayet edilmiş hilye hadisleri de bulunmaktadır. Hz. Ali'nin rivayeti olan metnin düzenlenme şekline göre tercümesi şöyledir:

"Hz. Ali (k.s), Hz. Peygamber'i (s.a.v) vasfettiği zaman şöyle buyurdu: Hz. Peygamber'in boyu ne çok kısa ne de çok uzundu, orta boyluydu. Ne kıvırcık kısa, ne de düz uzun saçlıydı; saçı kıvırcıkla düz arasında idi. Değirmi yüzlü, duru beyaz tenli, iri siyah gözlü ve uzun kirpikliydi. İri kemikli ve geniş omuzluydu. Göğsü ortadan karnına kadar kılsızdı. İki avucu ve tabanları dolgundu, yürüdüğü zaman sanki yokuş aşağı iner gibi rahatlıkla giderdi. Sağına ve soluna baktığında bütün vücuduyla dönerdi. İki omuzu arasında nübüvvet mührü vardı. Bu, onun son peygamber oluşunun nişanesi idi. O, insanların en cömert gönüllüsü, en doğru sözlüsü, en yumuşak huylusu ve en arkadaş canlısı idi. Kendilerini ansızın görenler, heybeti karşısında sarsılırlar, fakat üstün özelliklerini bilerek sohbetinde bulunanlar Onu her şeyden çok severlerdi. Onun üstünlüklerini ve güzelliklerini tanıtmaya çalışan kimse: 'Ben gerek ondan önce ve gerekse ondan sonra, Resulüllah gibi birisini görmedim...' diyerek onu övmek konusundaki yetersizliğini itiraf ederdi. Allah'ın salât ve selamı onun üzerine olsun."

*Muhterem MUHARREM NUREDDİN COŞAN Hocaefendi’nin “13 Safer 1427 Brisbane-Avustralya” konuşmasından özetlenerek alınmıştır.

**Sahip olduğu dünyanın en zengin hilye koleksiyonunu İLKSAV 1433/2012 TAKVİMİ için açan Mehmet ÇEBİ’ye teşekkür ederiz.

 

İLKSAV Takvimini alabilmek için burayı tıklayın...

 

 

 

Kaynak:Haber Kaynağı

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.