Kürt milliyetçiliğinin İslam’la imtihanı

Kürt milliyetçiliğinin İslam’la imtihanı

İslam’sız ya da İslam’a karşı konumlanmış ulusalcı Kürt milliyetçiliği sonunda kendi toplumuyla savaşmak zorunda kalacaktır. Kemalistlerin yaptığı gibi...

Dr. Ahmet YILDIZ / Siyaset Bilimci

Din ve milliyetçilik arasındaki ilişki bağlamsal bir ilişkidir. Kimi örneklerde milliyetçilik dini bir nitelik kazanırken, kimi bağlamlarda, din millileştirilerek “ulusal din”ler oluşturulur. Leh milliyetçiliğinde Meryem figürü ulusallaştırılarak Polak bir simge haline getirilmiştir. Leh milliyetçiliği, Katoliklikten bağımsız düşünülemez. Kuzey İrlanda’da etnik çatışma Katoliklik-Protestanlık makasına oturur. Keza, Ermenilik ile Gregoryenlik arasında güçlü bir bağ vardır. Süryanilere mümeyyiz bir etnik vasıf kazandıran şey, konuştukları dil kadar mensup oldukları Hıristiyan ekolüdür.

Kürtlerin de, yaşadıkları beşeri coğrafyada kendilerini temyiz eden özelliklerinden birisi, Şafiilikleridir. Beraber yaşadıkları Türklerin ve Arapların genellikle Hanefi, İranlıların Şii olması, Şafii olmayı Kürtlükle ilişkili bir gösteren haline getirmiştir. Bu keyfiyet bütünüyle bağlamsaldır; çünkü Mısır ve Güneydoğu Asya Müslümanları da Şafii ekolüne mensuptur. Türkiye’de ise Şafii ekolüne göre namaz kılan birisini gördüğünüzde, onun Kürt olma ihtimali son derece yüksektir. Etnik kimlik ve dini mezhep iltizamı arasındaki bu ilişki, bağlamsal olarak etnikliğin dini bir gösteren üzerinden kendisini ifade etme sonucunu doğurmuştur.

Halkların karakteristiği

Yahudilikle milliyetçilik arasındaki ilişki ise bir birebirlik/ayniyet ilişkisidir. Modern bir olgu olan milleti tarihte aradığımızda karşımıza çıkan en karakteristik örnek, “belden inen”, bu yüzden de etnik ve dini aidiyetin özdeşleştiği İsrail’in çocuklarıdır. Bu nitelik Yahudiliği İsrail’in çocuklarıyla sınırlı bir hale getirmiş ve Yahudi misyonerliğini neredeyse sıfırlamıştır. Yahudiler yaşadıkları toplumların dilini konuşsalar da, Yahudilikleri her zaman onların grup aidiyetlerini teşkil etmiştir. Bu yüzden istisnai olarak rastlanan İsrail’in çocuklarından olmayan Yahudiler, Etiyopya’dan İsrail’e “getirilen” siyahi Falaşalar gibi, ait olduklarını ileri sürdükleri Yahudi toplumunda “ikinci sınıf” Yahudi muamelesine maruz kalmışlardır.

Müslüman coğrafyada milliyetçilik ile din arasındaki ilişki, Yahudiliğin aksine, çoğu defa bir çatışma ilişkisi şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu ilişkinin ‘beraberlik’ şeklinde biçimlendiği örnekleri şimdilik bu yazının çerçevesi dışına alarak, çatışma ilişkisi örneklerine bakalım. Hem Arap hem de Türk milliyetçilikleri, İslam’ı kendi ulusal formasyonlarının bir türevi olarak değerlendirmişlerdir. Michael Eflak’ın İslam’ı Arapların tarihteki en büyük başarısı olarak nitelemesi bunu gösterir. Tunus ve Cezayir’deki laik milliyetçi elit, İslam’ı ‘yabancı’ bir kültür olarak kodlamış ve modernleşme adına İslam’la savaşmışlardır. Modernist misyonerlik adına İslam’a savaş açılan porototip örnek ise, Kemalist milliyetçiliktir. Etnik teheyyücü İslam imanının yerine ikame etmeyi hedefleyen -Kemalizm, bunu halk İslam’ını doğrudan ortadan kaldırarak (tarikatların yasaklanması, sayısız tekke ve türbenin imhası), İslam’ın süreklilik unsurlarını zayıflatarak (harf ve soyadı devrimleri, şehir mezarlıklarının yok edilmesi, dini nikah ve yeminin reddedilmesi vs.), kitabi İslam’ı ise Protestanlaştırarak (ibadet dilinin Türkçeleştirilmesi, camilerin Kiliseye benzetilmeye çalışılması, çalışmanın ibadet olduğunun ileri sürülerek namaz, oruç, hac ve zekat gibi ibadetlerin yerine ikame edilmesi) ve son tahlilde dini görünürlüğü yok ederek (sadece İstanbul’da yüzlerce caminin yıkılması, satılması, ahır veya depo yapılması, haccın yasaklanması, kurumsal din eğitiminin yasaklanması vb.) yapmaya çalışmıştır. Kemalistler bunu yaparken, ‘Ortodoks’ İslam’ı ‘Araplaştırmış’, kendi ürettikleri Protestan İslam’ı gerçek İslam olarak sunarken, bilinen İslam’ın Arap İslam’ı olduğunu ileri sürerek onu ötekileştirmişlerdir. Bir taraftan Araplar aşağılanır ve ‘Türklere’ ihanet ettikleri ileri sürülürken, İslam da Araplıkla ilişkilendirilip dekredite edilmiştir. Son tahlilde Kemalistler, İslam’ın aynı kıbleye yönelen, aynı ezana kulak kesilen, aynı bayramları paylaşan müminler topluluğunun hasılası olan ümmet bilincini, kendi ürettikleri ulusallığın karşısına koymuş, sistematik bir biçimde İslam’la mücadele etmişlerdir. Mustafa Kemal’in “İslam’ın Türklerin milli hislerini gevşettiği” iddiası, bu durumu remzeder. Bu mücadele günümüzde de devam etmektedir.

Kürt laikçiliği

PKK çizgisinde siyasallaşan militan laik Kürt milliyetçi seçkinlerinin de, Kemalizm’in İslam karşısında kendisini konumlandırma biçiminde önemli ölçüde etkilenmiş görünmektedir. Kurumsal komünizmin çöküşünden sonra, 1994’teki Kongresinde Marksizm-Leninizmi resmi olarak terk ettiğini açıklayan PKK’nın İslam’la ilişkisi esas itibariyle ‘eyyamcı’ bir mahiyet arz etmektedir. Konjonktürel olarak değişiklikler gösteren bu çizginin Kemalizmi yeniden üreten yaklaşımını, Kürt laikçi milliyetçiliğinin önde gelen üç simasının yazdıkları üzerinden kısaca değerlendirmeye çalışacağım.

“Melle’likten mürtedliğe” uzanan hayat seyri içinde, Kürt ulusalcılığının en coşkun ve en laikçi tezahürlerini, Cigerxwin namıyla maruf Kürt şair ve aksiyoneri Şeyhmus Hasan’ın şiirlerinde ve yazılarında görüyoruz. İslam’ın halk katındaki tezahürlerini Kürt ulusal kimliğinin gelişmesini engelleyen bir faktör olarak gören Cigerxwin, Şiwanperver’in popülerleştirdiği “Kime ez?”(Kimim Ben?) isimli epik divanında, etnik milliyetçi bağlanmanın tüm temalarına vurgu yaparken, ‘söz kılıcını’ Kürtlerin Müslümanlığına da uzatır:

Iro ji Lor û Kelhor û Kurmanc (Bugün Lorlar, Kelhorlar ve Kurmanclar)

Ji deste xwe berdan ew text û ew tac (O taht ve tacı ellerinden bıraktılar)

Bûne Olperest (Dinperest/yobaz oldular)

Bi tizbî û xişt (tesbih ve boncukla)

Ta dijmin şikand (Sonunda düşman kırdı)

Li me ser û pişt (başımızı, belimizi)

Me dan bin lingan dewlet û hebûn (Devlet ve varlığı/zenginliği ayaklar altına aldık)

Bûn dijminê hev perçe, perçe bûn (Birbirimizin düşmanı olduk, parça parça bölündük)

Ta ko Kurdistan (Öyle ki Kürdistan)

Ta ko Kurdistan (Öyle ki Kürdistan)

Jar û perîşan  (Zavallı ve perişan)

Kete bin destan (Boyunduruk altına girdi)

Kîme ez? (Kimim ben?)

Kürtler tespih ve boncukla oyalanırken düşmanın onları köleleştirmesi, Cigerxwin’in Tarixa Kurdistan (Kürdistan Tarihi) isimli çalışmasında da üzerinde yoğunlaştığı bir temadır. Kendilerini mellelere ve tarikat şeyhlerine isteyerek bende yapan, onların sömürüsüne çanak tutan, akıllarını ve varlıklarını onların cebine koyan Kürtlerin bundan kurtulması, aşiret ve tarikat bağlanmasının ortadan kaldırılmasına ve Kürtlerin İslam öncesi inançlarına dönmesine bağlıdır. Bunları sinik bir dille tasvir eden Cigerxwin’in söyledikleri, “Terzi Mehdi” olarak bilinen, 1980 öncesinde Özgürlük Yolu fraksiyonunun desteğiyle Diyarbakır Belediye Başkanlığı yapan Mehdi Zana tarafından da dile getirilir. Nasıl ki, Kemalistler, Türklerin Müslümanlaşmasından önceki inanç ve yaşayışlarını idealize edip gelecek tasavvurlarına temel yapmışlarsa, Kürt laikçi seçkinleri de aynı temayı Kürtler özelinde tekrarlamaktadır. Yarsanizm ve Yezidilikten çok, esas itibariyle İrani karakter taşıyan Zerdüştlüğü ısrarla Kürdileştiren Zana, bu inanışı Kürtlerin titreyerek dönecekleri “asıl”ları olarak tasvir etmekte, bununla yetinmeyerek Kürtlerin kılıç zoruyla Müslümanlaştırıldığını ileri sürmektedir. Aksiyon dergisine verdiği ropörtajda, Kürtlerin “yanlışlıkla” Müslüman olduğunu ileri sürecek kadar banal ve tarih dışı bir “akıl tutulması sergilemektedir. “Benim babam da Hacıydı” türünden Kemalist bir özdeyişi tekrarlayan Zana, dinin beşeri durumun asliyetine ait olmadığını, sonradan türediğini ve insanları bölerek çatıştırdığını iddia etmektedir.

Kürtlerin Kürtleştirilmesi...

Herhangi bir rasyonel değerlendirmeye konu yapılamayacak kadar tarih ve gerçek dışı bir kaba materyalizmi dillendiren bu Kürt ulusalcı bakış açısı, son olarak PKK’nın yönetimini “önderlik” adına vekaleten deruhte eden Murat Karayılan’ın, Almanya’da yayınlanan Bir Savaşın Anatomisi/Kürdistan’da Askeri Çizgi adını taşıyan çalışmasında da dile getirildi. Kürt kimliğinin Alevilik üzerinden inşasına olan özlemini dile getiren Karayılan, bağlılarının sayısı itibariyle artık marjinal bir inanç haline gelmiş bulunan Zerdüştlüğü, “Kürtlerin ideolojik kimlik ve aynı zamanda inanç dini olarak” yüceltirken, Cigerxwin ve Zana gibi, İslam’ın Kürtlerin parçalanmasına yol açan bir unsur olduğunu iddia etmektedir. Bu ifadeler, Kürtlerin aynı beşeri coğrafyayı paylaştıkları Türkler v e Arapları, İslam imanının getirdiği “Müminler ancak kardeştir” esprisi içinde algılamalarına dönük bir tepkiyi yansıtmaktadır. Milliyetçilerin amentüsü “ Yalnızca aynı ulusa mensup olanlar kardeştir” şiarına dayandığı için, geleneksel dindarlık düzeyi, Türkiye ortalamasının üzerinde olan Türkiye Kürtlerinin Türkleri “kardeş” algısı içinde düşünmeleri, Kürt ulusalcılığının laikçi tasavvurlarına ve pan-Kürdist tahayyüllerine sekte vurmaktadır. Nakşiliğin Türkler ve Kürtleri birleştiren bir nitelik taşıması, Karayılan’ın Nakşiliğe tarihi gerçekliğe uymayan karalamalarda bulunmasına yol açmaktadır. Kürt coğrafyasına 19’uncu yüzyılda Süleymaniyeli Mevlana Halid’le giren Nakşilik, kısa zamanda büyük yaygınlık kazanmıştır. Bugün, Talabani ailesi Kadiri iken, Barzani ailesi Nakşidir ve Kürtlerde Nakşilik halen de en yaygın tarikat ekolüdür. Şeyh Ubeydullah Nehri’den Şeyh Said’e uzanan çizgide, Kürtlük hamiyetini İslami salabet içinde kavrayan Nakşilerin önderliğindeki Kürt hareketlerine karşı “Alevi” Kürtlerin lakayt kalmaları ya da Kemalist güçlerin safında yer alarak mukavemet etmeleri, Karayılan’ı tahrik eden husus olmalıdır. 1930’a kadar Kürt milliyetçi hareketinin kendisini İslami çizginin içinde tutan Nakşi önderliğiyle yürüdüğünü, Şeyh Said ayaklanmasının arkasındaki örgüt olan ve Cigerxwin’in da mensup olduğu Azadi oluşumunun bu ayaklanmaya damgasını vuramadığı hatırlanırsa, Nakşiliğe dönük saldırıların aslında bir iktidar ayağına dayandığı anlaşılır.

Bugün bulunduğu noktada, amaçlarına ulaşmak için İslam’a ihtiyaç duyan, bunun için de, 1930’larda Hewar dergisinin, Kürtlere Aryan atalar devşirip Zerdüşlüğü de din olarak yakıştırırken, 1941’den sonra bundan vazgeçmiş görünüp sayfalarında ayet ve hadislere yer vermeye başlaması gibi, ilk defa “muhafazakar” Kürtlere listelerinde yer veren, taziyelere katılıp dini bir dil kullanan ve mevlid okutan Kürt laikçi ulusalcılığı, yeri geldiğinde de, Kemalistlere İslam’a karşı ortak cephe oluşturma teklifinde bulunmaktan kaçınmamaktadır. Kürt ulusalcı hareketinin siyasi kanadı BDP’nin “devletin imamlarını” boykot çağrısında bulunması, Ali’ye muhabbetin değil, Ömer’e duyulan buğzun ürünüdür. Bu çağrıya katılanların cahiliye asabiyetiyle hareket ettikleri açıktır. “Devlet”e duydukları tepkiyi, İslam’ı araçsallaştırarak ifade etmek, gökteki güneşi yerdeki cam parçacıklarına tabi kılmaktır.

Kürtlerin “Kürtleştirilmesi” sürecinin laikçi refleksleri, İslam’la samimi bir yüzleşmeden kaçamayacaktır. Osmanlı-İran çatışmalarında geçiş koridoru olan Kürdistan coğrafyasının bu haline Kürt etnik hamiyetiyle tepki gösteren Şerefhan ve Ahmed-i Hani, Kürtlerin yegane ittisal noktasının “Kelime-i Tevhid” olduğunu biliyorlardı. İslam’sız ya da İslam’a karşı konumlanmış ulusalcı Kürt milliyetçiliği, sonunda kendi toplumuyla savaşmak zorunda kalacaktır. Kemalistlerin yaptığı gibi... 

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.