'Kurtulmuş, Saadet'e Allah'ın hediyesi'

'Kurtulmuş, Saadet'e Allah'ın hediyesi'

SP'deki Erbakan-Numan Kurtulmuş çekişmesini değerlendiren ilahiyatçı Hayrettin Karaman çarpıcı analizlerde bulundu.

SP'deki Erbakan-Numan Kurtulmuş çekişmesini değerlendiren ilahiyatçı Hayrettin Karaman çarpıcı analizlerde bulundu. Kurtulmuş için Saadet'i uyaran Karaman, Erdoğan'ın kendisini neden davet etmediğini de açıkladı.
 
Nuriye Akman'ın röportajı
 


Erbakan defalarca sizi partisine katılmaya davet etti. Siz hep reddettiniz. Tayyip Erdoğan sizi AK Parti'ye çağırdı mı, çağırsaydı kabul eder miydiniz?

Çağırmadı. Çünkü o birinci söylediğiniz çağrıda o da vardı, o zaman benim kararlılığımı ve sebebini öğrendi. Bir daha teklif etmesi uygun olmazdı..

Sizin hayat hikâyenizde Erbakan'ın "adil düzen"inin sıkı eleştirisi var. Anılarınızda okudum. "Ne kadar eksik, yanlış, uygulanamaz bir fikir" olduğunu anlatıyorsunuz. Tayyip Erdoğan'ın bu adil düzen fikrinden ayrılmasında sizin de payınız oldu diyebilir miyiz?

Biz on beş kişiydik, bu tenkidi yapan. Rahmetli Sabahattin Zaim hoca vardı. O, bu çalışma topluluğunun başkanlığını yürütüyordu. Beraber yaptık. Yani benim on beşte bir rolüm vardır. Bu çalışmayı isteyen gerçi biz "on beş akademisyen" idik, fakat "evet, bu yapılmalı" diyen o günkü üç partili zattan biri Tayyip Bey'in kendisiydi.

Dolayısıyla AK Parti'nin kuruluşunda dolaylı da olsa rolünüzün olduğu anlaşılıyor.

Rolü olanlardan biri olabilirim.

Şu anda Erbakan'ın Numan Kurtulmuş ile mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Numan Bey, Saadet Partisi için bir şans. Yani yerde gökte arasalar bir ikinci Numan Kurtulmuş bulamazlar. Bunu Allah onlara hediye etmiş demek ki. Bence kıymetini bilsinler.

Oğuzhan Asiltürk olsun, Şevket Kazan olsun hiç öyle söylemiyorlar.

Kıymetini bilsinler.

Peki, bu manzaranın asıl nedeni Erbakan'ın egosu, diğerlerinin körlüğü müdür?

Hem Erbakan Hoca kendi karizmasına kapılmış, hem de onun yakın çevresi.

Kaldı mı o karizma?

Tabii. Onlar nezdinde var. Hocanın vefatından sonra bile devam eder. Bu sefer onun konuşmaları, sözleri bilmem nesi yine bağlayıcı kurallar olarak devam eder. Karizma dediğiniz böyle bir bağlılıktır. Onlara göre hoca her şeyin en iyisini, en doğrusunu bilir. Numan Bey, Tayyip Bey, Abdullah Bey, çıraktır, çocuktur hâlâ onlara göre. Onların yapabileceği en iyi şey, hocanın dediklerini yapmaktan ibarettir. Telakki bu.

İnsan hiç mi aynaya bakmaz, hiç mi aydınlanmaz? Kendisini görmez. Dünyayı görmez?

Siz bu kadar yıl gazetecilik içerisindesiniz. Cemaatlerde, tarikatlarda, partilerde, kulüplerde bu sizin söylediğiniz aynaya bakmak yoktur. Orada baştakine bakılır. Baktılar ki Numan Bey iyi yetişmiş bir arkadaş. Erbakan Hoca'ya hürmeti var. Hiç şüphesiz onun tezgâhında da yetişmiş.

Ve şimdi aynaya mı bakıyor?

Evet. Erbakan Hoca'nın politikadaki davranışları, kararları adil düzen dâhil olmak üzere Türkiye için öngördüğü plan, program üzerinde o aynaya bakmaya kalkışmış oldu. O kendisi olarak, yani Numan Kurtulmuş olarak düşünüp birtakım fikirler ortaya koydu, açıklamalar yaptı. Bunların bir kısmı da Erbakan Hoca'nınkilerle çelişebilir. Bunun dışında bir de rakip olma meselesi var.

Erbakan'a mı, aynaya bakmayan diğer partililere mi rakip?

Erbakan Hoca'nın bizatihi kendisi aktif siyaset içerisinde olamaz. Fakat ona çok daha bağlı olan ve onun da çok güvendiği birtakım insanlar var. Bunların içinde oğlu da var.

Parti başkanlığına oğlunu mu getirmek istiyor?

En azından etkili bir yere.

Fatih Erbakan'ın kendi karizması var mı?

Soyadı var.

Numan Kurtulmuş nasıl kurtulacak mahdumdan?

Numan Kurtulmuş hiçbir şey kaybetmez. Benim tanıdığım Numan Kurtulmuş'un siyasi ihtirası yok. Ben ille de bu partinin başkanı olayım gibi bir hırsı yok. Numan Bey iyi yetişmiş bir insan. Birikimiyle, iyi yetişmişliğiyle ülkeye bu kulvarda hizmet etmek istiyor. Bu fırsat verilmezse kendisine, vicdanına ve inandığı Rabb'ine karşı sorumluluğunu yerine getirmiş olacağı için huzurla çekilir. Ya ilme döner ya da başka bir kulvarda siyasete döner.

AK Parti saflarına mı katılır eninde sonunda?

Onu bilemem, ama iyi olacağını düşünüyorum.

Bütün ilmi hayatınız boyunca pek çok tabuyu kırdınız. Sizce bunların içinde en önemlisi kapalı olduğu iddia edilen içtihat kapısının açık olduğunu göstermeniz miydi?

İslam dini belli bir çağın dini değil. Şimdi bir kitap eğer bundan 1400 asır önce gelmişse, ama kıyamete kadar da insanların yoluna ışık tutacaksa, 1400 sene evvelki 500 sene, 200 sene, 50 yıl önceki anlayış ve yorumları olduğu gibi bugüne taşırsanız, bunlara ek yapmaz, bugünün müminlerinin yoluna ışık tutmazsanız, o din ile o dine mensup olanların arasına mesafe sokmuş olursunuz. O din orada durur, insanlar yürür gider.

Bir şekilde yolunu açar.

Bir şekilde yolunu açar ama dinle alakasını kesmez. Fakat âlimler yollarına ışık tutmadığı için, alimler yorumu yenilemedikleri için hayatla din arasındaki ilişkiyi sağlıklı kuramadıkları için halk bunu kendi kendine kurar ve bu da sağlıklı olmaz. Bizim yetiştiğimiz zamanlarda içtihat kapısı kapalıdır diye bir ifade vardı. Bu, bizden evvelki âlimler nasıl anlamışlar, nasıl çözüm yapmışlarsa biz ona bağlıyız, biz yeniden tefsir yapamayız, yeniden çözüm getiremeyiz demektir. Hâlbuki aydınlanma ve endüstri devriminden sonra Batı'da büyük değişim oldu, bu değişimin dünyayı etkilemesi ve İslam dünyasında da en azından dünya bilimi ve teknolojinin girmesi sebebiyle, kentleşme olayı sebebiyle büyük değişim oldu. Mesela uçak yoktu, icat edildi. Mikroskop yoktu, icat edildi. Telefon yoktu, icat edildi. Şimdi biz telefonla nikâh yapabilir miyiz? Bu soruyu İmam-ı Azam'a sormak mümkün mü, değil. Uçakta namaz kılabilir miyiz? Kılarsak kıbleyi nasıl tespit edeceğiz? Yani böyle yeni durumlar zuhur etti. Eğer siz içtihat kapısı kapalı derseniz bu yeni olaylarla ilgili çözümleri de halka bırakmış olursunuz. İşte onun için bu tabuyu yıkmaya gayret edenlerden biriyim. Belki de bir zaman en önde geleni oldum bu işin.

Siz başlangıçta yenilikçi bir insan olarak tanınırken, 90'lı yıllardan sonra artık gelenekselci, muhafazakâr sınıfında addedilmeye başladınız. Yani böyle algılanmanızın sebebi fikir değiştirmek değil, yöntem değiştirmek miydi?

İki şey oldu. Hazreti Mevlânâ'nın hani bir pergel metaforu var. Çok kullanılıyor. İşte orada bir ayağınızın sabit olması çok önemlidir. Dinde sabite vardır. Sabitesiz din olmaz. Allah'a imansız din olur mu? Ahirete imansız din olur mu? Olmaz. Peygamber'e imansız din olur mu? Olmaz. İşte bunları sabit ayak kabul edeceksiniz. Buralarda sarsıntı vücuda getirecek davranışlardan kaçınacaksınız.

Ya öbür ayağınız?

Ben işte öbür ayağımı kullanmaya çalıştım kendi çapımda. Ve bu sizin tabirinizle tabuların yıkılması mahiyetinde olduğu için, bu sefer sabit ayağın hareketi intibaı uyandırdı, buna sebep olmaya başladı ilahiyat çevrelerinde. Benim hareket eden ayağıma bakarak, sabit ayağım da hareket edebilir kanaati hâsıl oldu. Bundan dolayı ben sabit ayağa dikkat çekmek mecburiyetinde kaldım. Birincisi bu.

Çok etkileyici. Tarihî açıklamalar bunlar.

Doğrudur. Sabit ayağa dikkat çekmek mecburiyetinde kalmam hakikaten önemli bir olaydı.

Bu da sizi muhafazakar ve gelenekselcilerin çizgisine oturttu görünüşte.

Öyle oldu. Bu ilmi bakımdan böyle. İkincisi sosyal bakımdan. Sosyal reaksiyonu da göz önüne almayan bir ıslahat olmaz.

Peki bu ne zamana kadar böyle devam edecek? Artık daha cesur olmanın zamanı gelmedi mi? Toplumun olgunluk seviyesi artmadı mı? Kırılacak başka tabu kalmadı mı?

Dinin anlaşılması ve uygulanmasında onun muhatapları eşit seviyede olamazlar ve olmamışlardır. "Allah nerede?" sorusuna bir bedevi kadın parmağıyla göğü işaret ederse onun mümin olduğuna hükmedilir, bir alim bunu yaparsa büyük bir itikat hatası yapmış olur. Hurafeleri bid'atları, tabuları kaldırmak için yapılacak ilmi ve içtimai faaliyet dinin özüne, çoğunluğun dinî hayatına ve idrakine zarar verecekse, vermesi ihtimali varsa frene basmak gerekir, yoksa veya olmadığı kadar da harekete devam edilir. Bu hep böyle olacaktır.

Dünyadaki krizin sebebi olmayan paranın harcanması

Yaptığınız yeni yorumlar içinde en önemlisi hangisiydi?

Mesela İslam bankacılığının dayanağı vade farkıyla satım meselesidir. Yani bir şeyi peşin alıp, vade farkıyla satmak. İslam bankacılığı bunun dışında ortaklık da yapıyor. Leasing dediğimiz bir kiralama usulü var, onu yapıyor. Ama büyük çapta da yine onların adına murabaha dedikleri, sizin istediğiniz bir malı, makineyi, aleti, gemiyi, tayyareyi, otobüsü peşin para veriyor, alıyor yüz liraya. İşte beş yıl siz onu taksit taksit ödüyorsunuz. Tabii ki bu sefer yüz liraya aldıysa size yüz liraya satamıyor da, yüz elli liraya satıyor. Bu konuda bir toplantı yapıldı.

Çok eski bir olay sanırım bu.

Kırk yıl falan oldu. İşte vade farkıyla satım İslam'da caiz midir diye, ben bir tebliğ hazırladım. Bu tebliğ o zaman kırk kişiye gönderildi bir vakıf tarafından. Bunlar okuyup tenkit hazırladılar. Türkiye'de alışılmamış bir şeydi bu. Dinî alanda bir hoca fikrini yazacak, herkesin tenkidine açacak, sonra bu herkes toplanacak onu çatır çatır tenkit edecekler. Seyirciler de olacak. Kimi ağır konuşacak, kimi hafif konuşacak. Siz ona tahammül edeceksiniz, cevap vereceksiniz. Tartışacaksınız. Bu, bugün bile oturmuş değil de, o gün hiç yoktu. Mesela ben buna tahammül ettim. O insanlar geldi. Yazılı, sözlü tenkitlerde bulundular. Onlara cevap verdim.

Neydi teziniz, vade farkı haktır mı?

Caizdir. Yani bunsuz ticaret olmaz. Bu, tefecilik, faizcilik sayılmaz. Bu bir ticarettir.

Peki bankaya paranı yatırıyorsun, o zaman faizini de alabilmelisin. Senin paranı kullanıyor çünkü.

Paramı yatırdığım zaman ben bir mal alıp satmıyorum. Parayı satıyorum. Asıl ticaret, para ile mal arasındaki mübadeledir. Bugün dünyanın girdiği krizin sebeplerinden bir tanesi para ile ilgili spekülatif işlemlerdir. Olmayan paranın harcanmasıdır. Paranın veya gölgesinin gölgesinin alınıp satılmasıdır. Bu krizin sebeplerinden bir tanesi bu. İslam bunu istemiyor. İslam diyor ki, para, mal mübadelesinde araç olarak kullanılsın.

 

zaman

Etiketler :