Osman Can: Başım Belada

Osman Can: Başım Belada

Anayasa Mahkemesi Raportörü ve Demokrasi ve Özgürlük İçin Yargıçlar ve Savcılar Birliği Eş Başkanı Doç. Dr. Osman Can, nedemek istedi?

2020 Anadolu Hareketi’nin Ankara İhtiyaç Akademi’de düzenlediği haftalık Pazartesi toplantılarında “yargı sorunu” başlıklı bir konuşma yapan Doç. Dr. Osman Can, şaşırtıcı açıklamalarda bulundu.

“BAŞIM BELADA, BİR HAFTA İÇİNDE BAŞIM YANACAK”

Toplam iki saat süreyle yargı, anayasa, parti kapatmalar ve güncel konularda görüşlerini açıklayan Doç. Dr. Osman Can, "Basındaki arkadaşlarımız tabii ki çarpıcı ifadeleri genellikle manşete çekmek istedikleri için başımız hep yanıyor. Başım zaten yanacak. Hiç değilse daha az yansın. Şimdi hemen açıklamak istemiyorum ama bir hafta içinde medyaya zaten yansıyacak." dedi.

 

2020 Anadolu Hareketi’nin Ankara İhtiyaç Akademi’de düzenlediği haftalık Pazartesi toplantılarında “yargı sorunu” başlıklı bir konuşma yapan Anayasa Mahkemesi Raportörü ve Demokrasi ve Özgürlük İçin Yargıçlar ve Savcılar Birliği (Demokrat Yargı) Eş Başkanı Doç. Dr. Osman Can, Türkiye’de uygulanan sistemin “laik” olmadığını belirtti. “Toplumun insan hakları, adalet, özgürlük konularındaki haklı taleplerini belli kutsallar adına sınırlarsanız laik olamazsınız” diyen Can, kendi laiklik anlayışının mevcut sistemden farklı olduğunun altını çizdi.

 

Yarım saatlik konuşmasının ardından soruları cevaplandıran Osman Can “Türkiye sivil anayasasını yapabilecek mi?” sorusuna “her şeye rağmen sivil anayasa mutlaka yapılmalı” cevabını verdi.

 

“Başım belada, bir hafta içinde başım yanacak”

 

Toplam iki saat süreyle yargı, anayasa, parti kapatmalar ve güncel konularda görüşlerini açıklayan Doç. Dr. Osman Can, "Basındaki arkadaşlarımız tabii ki çarpıcı ifadeleri genellikle manşete çekmek istedikleri için başımız hep yanıyor. Başım zaten yanacak. Hiç değilse daha az yansın. Şimdi hemen açıklamak istemiyorum ama bir hafta içinde medyaya zaten yansıyacak." dedi.

 

ABD ve İngiltere olmak üzere Avrupa'nın pek çok ülkesinde jüri sistemi ile adaleti vatandaşların sağladığını örneklerle anlatan Can, ''Avrupa'da çoğu ülkede yargıçlar siyasi parti üyesi olabiliyor. Siyasi partilere mensup hakimler daha iyi kararlar veriyor. Türkiye'de böyle bir duruma yargının siyasallaşması diyorlar. Bizde her şey ters. Orada adaleti mümkün kılacak mekanizmalar, Türkiye'de adaletsizliği kılıyor'' dedi.

 

Doç.Dr. Osman Can, Türkiye'de yargıçların genellikle lojmanlarda oturduğunu, o lojmanların bağlı olduğu seçim sandıklarından çıkan sonuca bakıldığında fikir verebileceğini söyledi.

 

Doç.Dr. Can şunları söyledi:

 

Bizim anayasamız yok

 

Anayasamızın diyeceğim ama aslında bizim anayasamız yok. Darbe anayasasıdır. Ondan önceki de darbe anayasasıydı, ondan önceki de. Ondan önceki tek parti anayasasıydı. Bir tane anayasa vardı. 1921 Anayasası, toplumun ürettiği. 2-2,5 yıl sürdü. Tek demokratik anayasamız. Muhteşem değildi ama toplumun ürettiği bir anayasaydı. 23 maddeydi. Ama 23 maddesiyle Kurtuluş Savaşı kazanıldı. Türkiye'nin temel sorunu o anayasa ile çözüldü. Ama biz bu anayasa ile toplumun en küçük sorununu dahi çözemiyoruz. Çözüm için en küçük adım attığımızda bu anayasa karşımızda bir engel.

 

5 general, albay ve yarbaylardan oluşan Anayasa Komisyonu

 

Bütün diktatörlüklerde anayasa vardır. Bir anayasanın ya da bir hukuk sisteminin olması ne adaletin ne de özgürlüğün güvencesidir. Peki nasıl çözeceğiz? Anayasal düzen bütün unsurlarıyla toplumun iradesinin ürünü olmalı. Halk o yasaları yapmış olmalı ki halkın taleplerine yanıt verebilsin. Özgürlük halkın talebidir. Toplumun belirlemediği hukuk sisteminden hareketle, 'hukukun üstünlüğü', 'hukuk egemen olsun' söylemleri bize bir şey vermiyor. Anayasamız darbe anayasası. 5 general, onların emriyle albay ve yarbay hakimlerden oluşturulmuş bir anayasa komisyonu... 'Komutanım şöyle bir madde koysak nasıl olur?', 'İyi olur onu oraya koyalım.', 'Emredersiniz komutanım'. Hukuk sistemimiz böyle oluşturulmuş. Yargıtay Kanunu, Danıştay Kanunu, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu, Askerî Yargıtay Kanunu, Hakimler ve Savcılar Kanunu, HSYK Kanunu, Adalet Bakanlığı Teşkilat Kanun Hükmünde Kararnamesi, Bölge İdare Mahkemelerinin Kurulması Hakkında Kanun... Hepsini darbeciler yapmış. Bize ait değil ve biz hep bize ait olmayan bir şeyi tartışıyoruz. Fikret Kızılok'un şarkısındaki gibi Süleyman hep başbakan ve biz hep yargıyı tartışıyoruz. Çünkü yargı bunun üzerine kurulu.

 

Hukukun üstünlüğü, darbecilerin üstünlüğüdür

 

Askeriyeye ilişkin bütün kanunlar darbe ürünü. TSK İç Hizmet Kanunu 35. madde mesela. Silahlı Kuvvetler'e cumhuriyeti koruma kollama görevi verir. Kim vermiş bu görevi? Darbeciler. Kendi kendilerine yetki vermişler. Halk vermemiş ki. Siyasi partilere ilişkin yasalar bunun üzerine kurulu. Siyaset yapma biçimimize ilişkin yasalar tamamen bunun üzerine kurulu. Milletvekili Seçim Yasası, Siyasi Partiler Yasası, Seçmen Kütüklerine İlişkin Yasalar... Karşınıza gelen yasaların neredeyse tamamı darbe ürünü. Sistem bunun üzerine kurulurken 'hukukun üstünlüğü' size neyi ifade eder? Kötü şeyler ifade eder. Neyi ifade etmez? Adaleti ve özgürlüğü ifade etmez. 'Hukukun üstünlüğü' dediğiniz zaman hukuk kavramı içerisine yerleşmiş bir darbe ideolojisi vardır. O, onun üstünlüğüdür. 'Hukuku hayatın her alanında egemen kılmak' dediğiniz zaman 'Allah korusun' demek zorundasınız. Hukuk sistemi demokratik bir siyasetin ürünü değilse 'hukukun üstünlüğü' darbenin üstünlüğü anlamına gelir.

 

82 Anayasamızın girişi İran'ınkine benziyor, sadece kutsallar farklı!

 

Türk yargı tarihinde özgürlükleri göremezsiniz. Siyasi partilerin kapatılmasına baktığınız zaman demokrasiye ya da insan haklarına aykırılık için dava açılmış değildir. Kapatılanlar da bunlar nedeniyle kapatılmamıştır. Bizde 63 tane temel hak ve özgürlüklerle ilgili madde vardır. Rekor bizde. İran anayasasına bakmadım. Sadece geniş bir giriş kısmının olduğunu bilirim. Bizim 82 anayasasının başlangıç kısmını hatırlatır. Sadece kutsallar değişiyor. Bizdeki 63 maddenin hiçbiri hiçbir zaman hayata geçmez.

 

Ferhat Sarıkaya, Osman Şanal demem yeterli

Türkiye'de Danıştay, Yargıtay, HSYK, Adalet Bakanlığı aşağıyı belirler. Bu sistem alt derece hakim ve savcıları belirler. İdeolojik olarak belirleyebiliyor. O yargıç ufacık bir çıkıntılık yaptığı zaman ömrünü taşra hakimi olarak tamamlar. Yükselmez. Biraz daha problem çıkardığı zaman başka şeyler yapılır ona. Ferhat Sarıkaya, Osman Şanal dediğim zaman başka bir şey dememe gerek yok. Sarıkaya olayında toplum sesini yükselttiği için bu hâle geldi. Toplumun haberinin olmadığı dönemlerde inanılmaz kıyımlar yaşandı. 27 Mayıs'tan sonra 550'nin üzerinde hakim ve savcı tasfiye edildi. İdeolojik olarak homojen bir yapı yaratıldı. Buna kimse dokunmasın diye de 'yargı bağımsızlığı' kavramı ortaya atıldı. 'Yargı bağımsızlığı' yargının adaleti ve özgürlükleri gerçekleştirmek üzere ortaya atılan bir kavram değildir. Siyasetin etkili olamamasıdır. Renkler hiçbir şekilde yansımasın, tek tip olsun. Dünyadaki jüri sisteminde ise her renkten olsun ki, hiçbir renk yargıya egemen olmasın. Türkiye'de tek renk olsun istenir. Türkiye'de yargı merkeziyetçidir. Lojmanlarda yaşarlar.

 

Özgürlükler, kutsallar adına engelleniyor

 

Yeniçeri sisteminde Hıristiyan çocuklar alınır Müslüman yapılır ve tekrar onların üzerine salınır. Yargı sistemi de biraz böyle çalışır. Sosyal izolasyon şarttır yargıda. Toplumla etkileşim olmayacak ki ideolojiyi temsil edebilsin ve toplumu biçebilsin gerektiği zaman. Toplumun siyasi ve özgürlük taleplerini başka kutsallar adına çok rahat engelleyebilsin. Sistem bunun üzerine kurulu. Hâliyle ülke siyaset yapamaz hâle gelir.

 

Kutsalı olan sistem laik olamaz

 

Türkiye'de 26 parti kapatıldı, hiçbirisinin demokrasi ve insan haklarıyla ilgisi olmadı. Laiklik de hiçbir zaman olmadı. Kutsalı olan bir sistem laik olamaz. Toplumsal talepleri belli kutsallar adına kısıtladığınız zaman laik değilsiniz zaten. Başka bir şeysiniz. Laiklik, farklı mezhebi inanca sahip olan insanların barış içerisinde yaşamalarına imkan veren bir ilkedir. Devlet inançlar karşısında tarafsız duracak. Laiklik budur. Türkiye'nin laikliğine göre dünyada laik ülke yoktur.

 

Erzurum ve Erzincan tamamen politik savaş

 

Siyasi parti kapatma davası belli bir politik eksende olduğu için, antidemokratik bir politikanın bütün siyasal sisteme egemen olmanın aracı olduğu için bu hukuk değil, bu siyaset yapma biçimidir. Bu yüzden hukuki kriterlere göre değerlendirme yapmak anlam ifade etmiyor. Politik savaştır bu. Türkiye gittikçe daha fazla politik savaş içerisine giriyor. Siyaset ve hukuk bu savaşın enstrümanları haline geliyor. Erzurum ve Erzincan'a gittik ve gördük. Tam anlamıyla politik savaş. Rıfat Yörük-Mevlüt Peker/www.habertaraf.com

 

 

 

Etiketler :