"Mehmet Zahid Kotku dal gibi idi"

"Mehmet Zahid Kotku dal gibi idi"

Prof. Dr. Mahmud Es'ad Coşan Hocaefendi'den "Tasavvuf Yolunun Sultanı" sohbeti

Tasavvuf yolunun sultanı idi.

Tasavvuf İslâm'ın özüdür. Tasavvuf İslâm'ın yaşanmasıdır, lafı değildir. İlm-i kâl, laf ebeliği değildir, ilm-i hâldir, yani halini müslüman yapmaktır. Hocamız işte bize onu öğretti. 
O yolun büyüğüydü.

Ben çok profesör gördüm ama böylesini görmedim. Ama profesör değil. Çok profesör gördüm ama sünneti ihya eden, İslâm'ı yaşayan ve yaşayarak başkalarına öğreten hakiki bir mürşit, hakiki bir mürebbi, hakiki bir eğitici, yetiştirici. Böyle anlatabilirim kısaca, yani nasıl anlatayım?

Kendisinin dervişliğini anlata anlata bitiremiyorlar. Kendisi dervişken dervişliğini anlata anlata bitiremiyorlar.

Kim anlatıyor?

Kendisinden tarikate giriş icazeti aldığı Ömer Ziyâeddîn-i Dağıstânî hazretleri var ya, silsilede,Dağıstanlı Ömer Ziyâeddîn Efendi hazretleri, Gümüşhânevî dergahının postnişinlerinden... Onun oğlu Prof. Dr. Yusuf Ziya Binatlı, Bursa İlahiyat Fakültesi'nin dekanlığını yapmış olan hukukçu, arif, zarif, kâmil, tatlı, hafız bir profesör. Hem hafız hem de profesör. Hafız profesör. Yaşlı başlı şeyh efendinin, Ömer Ziyâeddîn Efendi'nin oğlu, Prof. Dr. Yusuf Ziya Binatlı.

Ben Pazar dersi vermek için merdivenlerden camiye çıkıyorum, o da yandan geldi, "Selamun aleyküm hocam." dedi. Nur içinde yatsın, Allah cümle geçmişlerimizle beraber ona da çok büyük lütuflar,rahmetler, ikramlar, ihsanlar eylesin. Ruhu şâd olsun. "Hocam" dedi, kendisi yetmiş küsur yaşında,ben de işte gördüğünüz kimseyim, camiye ders vermeye gidiyorum. "Hocam biliyorsunuz ben de sizin ihvânınızım." dedi, mütevazı insan.

İnsan derviş oldu mu güzel insan olur. Derviş olamadığı zaman bir yerleri sivridir, sağa sola oraları batar. Dervişlikte o sivrilikler törpüleniyor da güzel insan oluyor.Talaşlar, çıkıntılar kalıptan artıklar, martıklar, onlar düzeltildiği zaman insan güzel insan oluyor. "Hocam biliyorsunuz ben de sizin müridinizim." demişti, iltifat ediyor yani. "Dalga geçiyor" demiyorum, zarif insan, iltifat ediyor. "Estağfirullah" diyorsun ama doğru da söylüyor, bir taraftan da doğru söylüyor, yanlış değil çünkü kendisi şeyh oğlu ama şeyh değil. Şimdiki zamanın şeyhi de kaderin sevkiyle bu âciz, nâçiz kimse olmuş. "Ben senin müridinim." diyor, tekke adabını biliyor, ukala dümbelekleri gibi değil.

_____________________________

Bu anma toplantısında ukala dümbeleklerine çok şeyler söyleyecektim, çok içim doluydu ama neyse kalsın bakalım, bir dahaki sefere kaldı, belki de söylemem, affederim. 

Ukala dümbelekleri, mürit olamamış, şeyhleri beğenmiyor. Hocasının tayinini beğenmiyor, vaazını beğenmiyor, işi yapış tarzını beğenmiyor, "Öyle şeyhlik mi olur?" bilmem ne.

Hocamız rahmetullahi aleyh nasılmış? Dal gibiymiş, saz gibiymiş, otuz küsur kiloymuş. Sonradan o heybet, o ayrı ama dervişken öyleymiş Hocamız. Herkes çok severmiş. "Bursalı Mehmed", "Derviş Mehmed". Çok severmiş. Çok tatlı anlatıyor Yusuf Ziya Binatlı, arif insan olduğu için. Derviş iken Hocamız'ı tekkenin aşçısı da severmiş çünkü sevimli insan. Allah güzel yaratmış, sevimli, zayıf. Tekkede pilav kocaman lenger gibi, pilav lengeri, tepsi, ona konuluyor. Bir tarafına bir yumuk et koyarmış, üstünü de pirinçle örtermiş. Tekkenin aşçısı yapıyor bunu. "Götürün bunu sofraya koyun ama şu eti sakladığım kısmı o derviş var ya, onun önüne koyun." "Derviş, fukaracık, çok zayıf, yesin de biraz kilo alsın." diye tekkenin aşçısı sevdiğinden ona pilavın içinde, pirinçlerin altında saklı et gönderiyor. Tembihliyor, "Bak" diyor, "bu tepsinin şurasını o Derviş Mehmed'in önüne koyacaksın." diyor. Ondan sonra da tekkenin aşhanesinden bakarmış, seyredermişvaziyet nasıl gidiyor, talimat nasıl uygulanıyor diye. Tamam, tepsi gitti, sofraya kondu. Bursalı Derviş Mehmed'in önüne doğru etli kısım geldi. Hocamız kaşığı aldı, tekke adabına göre büyük başlayacak, besmeleyle yenilecek herkes bir kaşık attı, kaşık takıldı, nereye? Ete takıldı. Aşçı merakla seyrediyor, tamam eti buldu, şimdi yutacak diye... Et gelince Hocamız eti yandaki ihvâna itivermiş. "Hay Allah yahu!.." Aşçıbaşı mutfakta hoplayıp zıplarmış sinirinden, "Yahu yine yan tarafa verdi, yine yemedi kendisi." Çünkü dervişlikte kardeşini sevmek ve onu tercih etmek var. "Rabbenâ hep bana", o dervişlik değil."Hepsini bana ver yâ Rabbi. Onlara bir şey istemem. Ben yaşayayım, onlar ölsün. Ben doyayım, onlar aç kalsın." Bu materyalist insanların düşüncesi, komünizm bu. Komünizm herkese eşit eşit vermek mi? Hadi oradan yalancı, palavracı.. Komünist partisinin genel sekreterinin durumu ile üyesinin durumu aynı mı? Kimi kandırıyorsun? Birisi madende inim inim inliyor, ötekisi... Onları belki bilmezsiniz, Moskova'daki durumları da Türkiye'deki işçi sendikalarının hiç genel merkezlerine gittiniz mi? Genel başkanlarının yaşantısını gördünüz mü? İşçinin yaşantısı ile ilgisi var mı? Belki burada da öyledir, bilmiyorum. Derviş Mehmed öyle itiverirmiş kenara... Hocamız hakiki mürid idi, hakiki şeyh idi, hakiki mürşid idi, mürşid-i kâmil idi. Hocasının yanına bir gidermiş, bir diz çökermiş... Bizim Ali anlatıyor ya... "Hocamın yanına giderim, bağdaş kurarım, rahat otururum, kalbimden severim." demiş ya... Hocamız hocasının yanına bir gidermiş, bir diz çökermiş, hiç ayağını değiştirmezmiş, sohbet bitip kalkıncaya kadar. Biz duramıyoruz; bir ayak değiştiriyoruz, öbür ayağı değiştiriyoruz, sırtımızı dayıyoruz, kıpırdıyoruz, bilmem ne yapıyoruz, duramıyoruz. Terbiye... Tabi ne ekerse onu biçiyor insan; sevgiden sevgiyi görüyor, feyiz alıyor. Sevgi ve saygıdan. Hocamız rahmetullahi aleyh böyle bir mürşid-i kâmil idi.

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.