Salih Tuna, Yılmaz Erdoğan'a yüklendi

Salih Tuna, Yılmaz Erdoğan'a yüklendi

Yılmaz Erdoğan kendinin farkında değil mi?

Kaçtır yazmaya niyetlendim bir türlü fırsat olmadı. Gündemin yoğunluğu arasında kaynayıp gitti.

Demokratik açılım, "Islak İmza" muhabbeti, Domuz Gribi, GDO derken şimdi de, YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu ile Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz'ın meslekten ihracı gündemde.

 

Gündem dediğin de, adı üstünde, bekletmeye gelmez.

Lakin…

Harala gürele gündemin peşinden koşacak olursam, Yılmaz Erdoğan marifeti bir "tuhaflığa" değinememenin "nakisası" bende kalacak.

Şükür ki şükür, gündem konuları "lök" gibi ağır! Yani, "Baktık sen yoktun, tası tarağı toplayıp gittik…" diyecek halleri yok.

Demem o ki; gündem bekleyedursun, biz bi ufaktan bugünkü mevzuumuza "akalım."

Mutlaka gözünüze çarpmıştır; ekranlarda BKM işi "Çok Güzel Hareketler Bunlar" adlı bir "program" var.

Nasıl bir şey mi?

Valla, beğenseniz de beğenmeseniz de, "Eh işte, çocuklar bir şeyler yapmaya çalışıyor…" diyebilirsiniz en azından.

Hatta acemiliklerinde bile bir "sevimlilik" bulabilirsiniz.

Yahu hiçbir şey bulamazsanız, emeklerine, bilhassa da heyecanlarına saygı duyarsınız.

Peki Yılmaz Erdoğan biraderimizin "heyecanına" ne diyeceğiz?

Ekranda görünme merakı desek; izleyicinin her "kıkırdamasında" oturduğu yerden "yakın plan" zırt pırt kadraja giriyor zaten.

Ayrıca, her "skecin" ardından sahneye "fırlamasının" manası ne?

"Çok güzel hareket diyenler, demeyenler…" şeklindeki garabet soruyu dillendirmek için mi?

Seyirci, "hareket" tesmiye ettiği "skecimsi"leri nasıl bulduğunu kahkahasıyla, alkışıyla ortaya koyuyor işte, daha neyi soruyor?

Hele eli cebinde sahneyi boydan boya paytak paytak yürürken bir "hoca", bir "üstad", bir "bilirkişi" edasıyla yaptığı o lafazanlıklar yok mu?

Tek kelimeyle: ayıp!

"Eli cebinde" dedim, ama, "cebi elinde" ifadesi daha doğru galiba. Zira eli cebinde sıkışmış gibi duruyor; yahut elini cebine "kaptırmış" gibi.

İnşallah sadece elini "kaptırmıştır" cebine!..

Herkesin bir günlüğüne şöhret olabileceği bir çağda, her şöhretin de bir günde unutulma ihtimali mevcut elbette.

Dolayısıyla…

Yılmaz Erdoğan'ın kendini hatırlatma ihtiyacı duymuş olması gayet anlaşılır bir şey!

Gelgelelim usturuplu olmalıdır bu.

Kemal Tahir'in "Yediçınar Yaylası"ndaki çingeneleri gibi ortalığa atlayıp kendini paralamakla veya çocukların "skeçlerine" hız tümseği olmakla olmaz.

"Bakın, bu çocukları ben yarattım…" dercesine "benbenlik" yapmakla hiç olmaz.

Bu nasıl megalomanidir birader?

"Bu çocuklar" ikide bir, "Bizi sen yarattın…" (haşa) demeye getiriyorlar zaten, yetmiyor mu?

Cemil Meriç üstadımız, "Ebediyet diye bir şey yok yeryüzünde…" ifadesinin ardından, "Bütün şöhretler yalandır…" demişti.

Şöhretin yalan olacağı gün gelip çatmadan, ufak ufak kendini toparlamak varken, "rezil" olmak niye?..

İlk mektep çocuklarına, "Bu skecin ana fikri ne?..." diye sormak bile, başlı başına bir "rezillik" değil mi?

Herhangi bir skeç şöyle dursun, bütün skeçlerin toplamı mahiyetindeki söz konusu "programın" ana fikri olsaydı, Yılmaz Erdoğan (bu programda) zaten yer almazdı.

"Çok Güzel Hareketler"in en lüzumsuz "hareketi"nin kendisi olduğunu, aklını izanını cebinde taşımayan herkes görüyor da, o niye görmüyor?

Megalomani bu kadar mı kör etmiş onu?

Hayır yani, insan kendinin bu kadar da farkında olmaz mı?

Yazık.. yazık ki, ne yazık!..

yenisafak.com

Etiketler :