Türkeş Gülen'e neden mektup yazdı?

Türkeş Gülen'e neden mektup yazdı?

Alparslan Türkeş'ten Fethullah Gülen'e 1997 yılında yazılan mektubun içeriğinde ne vardı? Türkeş Gülen'e neden teşekkür etti ve hangi sözleri sarfetti?

Vay lümüney, Can lümüney

Özbek lider İslam Kerimov'un talimatıyla, Özbekistan'da faaliyet gösteren Fethullah Gülen cemaatine bağlı Türk okulları kapatılıyor, görevli yönetici ve öğretmenlerin bir kısmı sınır dışı ediliyor ve konuyla ilgili 3'ü Türk, 11 kişi tutuklanıyor...

Özbekistan Devlet Televizyonu'nun verdiği habere göre, bu gönüllü öğretmenler, kargatulumba çıkarıldıkları Taşkent Mahkemesi'nde, yıkıcı faaliyet ve dini propagandadan yargılanarak, jet kararıyla 6,5 ile 8 yıl arasında değişen ağır hapis cezalarına çarptırılıyor...

Mahkeme kararının gerekçesi nedir, biliyor musunuz?

Hani derler ya; özrü kabahatinden büyük... Tam da o nitelikte...

"Özbekistan'ın çeşitli kentlerinde açılan okullarda dinin yayılması, "Pan Türkist" propagandaların yapılması ve mezun olacak iyi eğitimli "Türkçü" çocuklarla ilerde devletin kilit noktalarının ele geçirilmesi amaçlanması..."

Türk devletinde, Türk'çe düşünmek suçu...

Türk'ün "Öz yurdunda garipsin, öz yurdunda parya" durumu...

Gülen mi? Ağlayan mı?

Vay lümüney!..

Can lümüney!..

***

Henüz, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin sallapati ayakta durduğu yıllar...

Okuduğum İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi, Ramazan ayına denk gelen, geleneksel üniversiteler arası satranç turnuvasına ev sahipliği yapıyor...

Ben de, üniversite yurt başkanı sıfatımla, müsabakalara gelen öğrenci arkadaşlara refakat etmeye çalışıyorum...

Görevli hocalarımızdan, organizasyona katılan Azeri, Özbek, Kazak ve Kırgız öğrencilerin de varlığını duyunca, hasret giderircesine soluğu Gavim Gardaşların yanında alıyorum...

Nasıl da özlem doluyum... Vuslat şuurunca coşkuluyum...

Gelinen uzak yolların yorgunluğunu atmaları için can dostları kendi odamda ağırlıyorum...

Ne var ki... Karşılıklı konuştukça afallıyorum...

Tarihe kök salmış ortak dil, din ve kültürel bağlarımızın, kızıl sistemin kanlı çarkında, nasıl da dumura uğradığını anlıyorum...

Davet ettiğim iftar yemeğinde Kazak Süleymanov'un "İnsanlar neden boşuna aç kalıyor?" sorusu üzerine adeta şaşırıyor, sabah panikle yatağından fırlayan Özbek Şahzad'ın ezanı kastederek "Bu saatte kim şarkı söylüyor?" dercesine gösterdiği bilinçsiz tepkinin karşısında büsbütün hüzünleniyorum...

Hele Kırgız Nadirbek'in, "Kimdir?" merakıyla duvarda asılı posteri işaret ettiğinde, yaptığım "Türk'ün Atası... Atatürk!" açıklamamı algılayamamışçasına, "Sinema sanatçısı mı?" sözlerine muhatap, yıkılırcasına yaralanıyorum...

Görüyorum ki; aramızda ne bağ kalmış, ne bağban!..

Kökler kazılmış, yakılmış harman!..

Köprüler yıkılmış, yollar viran!..

Vay lümüney!..

Can lümüney!..

***

Özbek Devleti, "Nur" kelimesine atfen kullandığı "Karanlığa giden ışık" adlı televizyon programında açıkladığı gibi, Türk okullarında Türkçe eğitim gören öğrencilerin, Müslüman "Türk Milliyetçisi" olarak yetişmelerini, geleceğin tehlikesi olarak görüyor...

"Müslüman Türk" akımlarını, varlığına tehdit unsuru sayıyor...

Ve ne acıdır ki; bir Türk Cumhuriyeti, "Türklük" düşüncesinden korktuğunu itiraf ediyor...

Peki!.. Elimi sol göğsüme koyarak, Özbek yetkililere soruyorum...

Özbek Türk Vatanında, "Türkçe" değil de Neci?

Kalben cevap bekliyorum...

Bolşevik devrimi yıllarında, Özbekistan'ın bağımsızlığı için var gücüyle mücadele veren ve bugün Taşkent'te minnettarlık anıtı dikilen "Çolpan" mahlaslı büyük şair Abdülhamit Süleyman'ı, "Turancı" ve "Milliyetçi" suçlamasıyla kurşuna dizerek acımasızca katleden Stalin'vari "Rusçu" mu olmak lazım?

Altay dağlarının kartalı, Doğu Türkistan'ın azatlık kahramanı Osman Batur'u, "Türkçülük" hazımsızlığıyla, ailesine varıncaya kadar çarmıhlara geren ve bugün bile boyunduruğu altındaki Müslüman Uygur Türklerine insanlık dışı işkencelerini sürdüren Mao'cu "Çinci" mi olmak gerekiyor?

Sözümona; "Soykırım" riyakârlığının gölgesine sığınarak, daha dün Anadolu'da masum Türk Halkını arkadan hançerlediği yetmezmiş gibi, bugün dünyanın gözü önünde gerçekleştirdiği Azeri yurdu Dağlık Karabağ'da Hocalı kıyımının mimarı Koçaryan'ca "Ermenici" mi?

Avrupa'nın göbeğinde kurulan "Ölüm" kamplarıyla, Balkan Türklerinin kökünü kazımaya çalışan kızıl despot Jivkov'ik "Bulgarcı" mı? Kırılası elleriyle binlerce Müslüman Bosnalı'nın kanını içen savaş suçlusu kasap Karadsiç'ce "Sırpçı" mı?

Yoksa, Emperyalist yayılmacılığın nihai merkezi "Amerikancı" mı?

Batı temsilcisi "Avrupacı" mı?

Ortadoğu şubesi "İsrailci" mi?

Birbirini yiyen "Arapçı" mı?

Allah aşkına!.. Kimci?

Deyin hele!.. Bilelim!..

Vay lümüney!..

Can lümüney!..

***

Türk Dünyası, "Türklük" düşmanı derme-çatma mahkemelere yabancı değil...

1944 Türkiye'sinde de, beybabalar baskısıyla benzer tezgahlar kurulmuş, Müslüman Türk Milletinin bekasını isteyen Milliyetçi genç dimağlar mesnetsiz iddialarla yargılanmış, akla hayale gelmeyen ağır cezalara çarptırılmış ve zulmün kör zindanlarına atılmıştı...

Ne gariptir; bugün bu haberlere sevinen gafil güruh, o gün o kararları da alkışlamıştı...

"Türklük bedenimiz, İslamiyet ruhumuz" desturuyla, baskı ve işkencelerden yılmayan, Müslüman Türk'ün sesini kıstırmayan, Al bayrağı indirmeyen, ezanları susturmayan Türk Dünyasının Lideri Başbuğ Alparslan Türkeş, gönül verdiği Türk-İslam Ülküsünün bedelini, çekilen tırnaklarıyla, tırpanlanan fidanlarıyla, kaybolan baharlarıyla ödemişti...

O; ne inancını terk etmiş imansız "Türkçü", ne de aslını inkar etmiş soysuz "Müslüman" idi...

O; Yesevi ocağıyla harlanmış, Fatih sancağıyla donanmış, Kızıl Elma'ya doğru at koşturan Müslüman Türk akıncısı, "Alp-Eren" idi...

Ki inanıyorum, bugün yaşasaydı ve görseydi "Türkçe olimpiyatları"nı, yüreğindeki Türk'çe duygularla, başarıyı gözü yaşlı seyredecekti...

"Türkçe şiirler okuyan" ve "Türkçe şarkılar söyleyen" yedi kıtaya mensup yüzlerce ülkenin çocuklarını tek tek öpüp, sevecekti...

Ve "Siz öncüsünüz" dediği, bu yoğun emeğin sahibi gönül erlerini takdir edecekti...

Tıpkı; 09.01.1997 tarihinde, "Çok muhterem Fethullah GÜLEN Hoca Efendi Hazretleri'ne" başlığıyla yazdığı mektubunda: "Toplumların her alanda kalkınmalarının temel şartı olan manevi uyanışın ve yükselişin öncülüğünü yapmış bulunmaktasınız. Barışı, hoşgörüyü ve kardeşliği esas alan öze dönüşü, uzay çağına yükselişi başlatmış durumdasınız. Kanada'dan Yakutistan'a, Amerika'dan Moğolistan'a kadar her yerde açılmış bulunan okullar ve üniversiteler Milli kültürümüzün ve Milli, Manevi değerlerimizin bütün insanlığa yöneldiğini göstermektedir. Faziletli hayatınız, hiçbir maddi menfaate tamah göstermeyen karakteriniz size karşı halkımızda büyük bir güven uyandırmıştır. Yalnız Allah rızasını hedef alan gayretleriniz, birkaç yüzyıldan beri kaybettiğimiz eski dünyamızı yeniden fetih mahiyetindedir." değerlendirmeleriyle, ulvî hizmet erbaplarını yürekten kutladığı gibi...

Nasıl tebrik edilmesin!..

Büyüklük de bu değil midir!..

Afrika çöllerinde Türk bayrağı dalgalanıyor!..

Her sabah Asya stepleri İstiklal Marşı ile yankılanıyor!..

Dilden dile Türküler söyleniyor Amerika kıtasında!..

Kuzey buzulları Anadolu ateşiyle ısınıyor!..

Bu sevgi seline, hangi yürek dayanabilir!..

Bu coşkuya kim kayıtsız kalabilir!..

Vay lümüney!..

Can lümüney!..

***

Demem o ki; Başkanlık ile Liderlik farklı vasıflardır...

Türk Dünyası çok başkanlar görmüştür, ancak az Liderler yetiştirmiştir...

Lider; korku ve baskıyla halkı önüne katan değil, güven ve sevgiyle peşine takandır...

Maalesef... Öyle yüksek makamlara ulaşmakla, kamil adamlığa erişilmez...

Hey İslam Kerimov!..

Hey gidi Özbek liderim(!)..

Aha boynum!.. Aha da ser'im!..

Bu da sana son sözlerim!..

"Ad" ın gibi emin olabilirsin!..

Müslüman Türk Birliği sağlanacaktır!..

Yer-Gök şahit!.. Yarına Allah Kerîm...

Vay lümüney, ley!..

Can lümüney, heyy!..

Ali YAŞAR

Etiketler :