Türkiye, İhvan için örnek

Türkiye, İhvan için örnek

Mısır, Arap bölgesinin kurtuluşunda sadece bir başlangıç ve Ortadoğu'da barışı ancak tüm siyasi güçleri kucaklayan demokrasiler getirebilir.

Mısır gelişmelerini dünyaya aktarmakta önemli rol oynayan The Huffington Post'ta bugün yer alan bir yazısında Tarık Ramazan, İhvan ve Türkiye arasındaki bağları okurlarına aktardı. İşte o makale:

Türkiye, İhvan için örnek

Tunus’ta gösteriler hızlandığında bile, Zeynel Abidin Bin Ali rejiminin o kadar çabuk devrileceği kimin aklına gelirdi? Çok geçmeden Mısır’da da eşi benzeri görülmemiş bir halk protestosuna tanık olunacağını kim tahmin edebilirdi? Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Merkezi ve sembolik önemi göz önüne alındığında, Mısır’ı diğer ülkelerin takip etmesi çok büyük ihtimal. Peki diktatörlük yıkıldıktan sonra İslamcıların rolü ne olacak?

İslamcıların varlığı, yıllar boyu Batı’nın Arap diktatörleri kabulünün mazereti sayıldı. Ve İslamcı muhalifleri öcü gibi gösteren de bu rejimlerin ta kendisiydi. Bilhassa Mısır’daki Müslüman Kardeşler (İhvan) -ki ülkenin siyasi nüfuzu olan ilk iyi örgütlenmiş kitle hareketini temsil etmekte-, hep bu şekilde sunuldu. 60 yılı aşkın bir süredir yasadışı, fakat müsamaha gösterilen bir hareket söz konusu. İhvan, katıldığı nispeten demokratik her seçimde insanları seferber etmek konusunda yüksek kapasiteye sahip. Yani Mısır’da yükselen güç İhvan mı, eğer öyleyse böyle bir örgütten ne bekleyebiliriz? Batı’da genelde siyasi İslam’a, özelde de İhvan’a dair yüzeysel analizler yapılıyor. Fakat İslamcılık, farklı eğilimlerden oluşan bir mozaik olmakla kalmayıp, tarihsel değişimlere cevap mahiyetinde birçok farklı surete de bürünüyor.

El-Benna’nın hedefi

İhvan, 1930’larda yasal, sömürgecilik karşıtı ve şiddetsiz bir hareket olarak başladı; 2. Dünya Savaşı öncesinde Siyonist yayılmacılığa karşı Filistin’deki silahlı direnişin meşruluğunu savundu. Hareketin kurucusu Hasan el-Benna, 1930-45 arasında sömürgeciliğe karşı çıkıyor ve Almanya’yla İtalya’daki faşist hükümetleri eleştiriyordu. Mısır’da şiddetin kullanılmasını reddederken, Filistin’de Siyonist Stern ve İrgun terör çetelerine karşı direnişi meşru görüyordu. Britanya’daki parlamenter sistemin İslami ilkelere en yakın model olduğuna inanıyordu.

El-Benna’nın hedefi, halkın eğitimi ve geniş tabanlı sosyal programlarla başlayarak aşamalı reforma dayanan bir ‘İslam devleti’ kurmaktı. Britanyalı işgalcilerin emriyle Mısır hükümeti tarafından 1949’da suikastla öldürüldü. Cemal Abdül Nasır’ın 1952’de yaptığı devrimin sonrasındaysa hareket, baskıya maruz kaldı. Çeşitli eğilimler ortaya çıktı. Hareketin hapis ve işkence tecrübesiyle radikalleşen bazı üyeleri, devletin her ne pahasına olursa olsun devrilmesi gerektiğini savundu. Diğerleri de grubun baştaki aşamalı reform tavrına sadık kaldı.

Hareketin birçok üyesi sürgüne gönderildi: Bazıları Suudi Arabistan’a gitti ve orada Suudilerin katı ideolojisinden etkilendi; bazıları çok çeşitli toplulukların bir arada yaşadığı Türkiye ve Endonezya gibi Müslüman çoğunluklu ülkelerde yaşadı. Bir kısmı da Batı’ya yerleşerek Avrupa’nın demokratik özgürlük geleneğiyle doğrudan temas etti.

İhvan içinde farklı görüşler

Bugünün İhvan’ı, bünyesinde bu farklı vizyonları barındırıyor. Fakat hareketin liderliği, artık genç üyelerin arzularını tam olarak temsil etmiyor. Gençler dünyaya daha açık, ülke içinde reform gerçekleştirme derdinde ve Türkiye örneğinden heyecan duyuyor. Birleşik, hiyerarşik görünüşün arkasında birbiriyle çatışan güçler var. Hareketin hangi yola gireceğini kestirebilmek çok zor.
İhvan, Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in koltuğunu sallayan isyana öncülük etmiyor; isyan, diktatörlüğü reddedenlerden oluşuyor. İhvan ve genel olarak İslamcılar, çoğunluğu temsil etmiyor. Mübarek gittikten sonra demokratik geçiş sürecine katılmayı umduklarındansa kuşku duyulamaz, fakat hangi kesimin hâkim konuma geleceğini şu an bilemeyiz. Bu da hareketin önceliklerini tespit etmeyi imkânsızlaştırıyor. Katı dindarlarla Türkiye örneğini savunanlar arasında her şey olabilir; hareketin siyasi düşüncesi son 20 yılda oldukça gelişti. Gerek ABD gerekse Avrupa, Mısır halkının demokrasi ve özgürlük düşünü hayata geçirmesine kolay kolay izin vermeyecek. Stratejik ve jeopolitik hesaplar öyle büyük ki, reform hareketi ABD tarafından, Mısır ordusuyla işbirliği içinde yakından takip edilecek ve zaten ediliyor da.

Mübarek karşıtları arasında ismi öne çıkan Muhammed el Baradey’in arkasında saf tutma kararıyla İhvan, Batı’yı korkutabilecek siyasi talepler öne sürerek rengini belli etmenin vakti olmadığı kanaatinde. Hareketin parolasıysa, ihtiyat.
Demokratik ilkelere saygı, şiddeti reddeden ve hukukun üstünlüğüne riayet eden bütün güçlerin siyasi sürece katılmasını gerektiriyor. İhvan, değişim sürecinin tam bir ortağı olmalı ve Mısır’da asgari anlamda demokratik bir devlet kurulabildiği takdirde, olacaktır da.

Ne baskı ne de işkence İhvan’ı ortadan kaldırabilir. Tam tersi geçerli. Ancak en sorunlu İslamcı tezlerin gelişimini etkileyecek demokratik bir tartışma ve canlı bir fikir alışverişi bunu yapar. İşkence ve diktatörlükle değil, ancak fikir alışverişinde bulunarak halkın iradesine uygun çözümler bulabiliriz. Türkiye örneği, bizim için ilham kaynağı olmalı.

Batı, pasifliğini ve diktatörlüklere desteğini meşrulaştırmak için ‘İslamcı tehdit’ mazeretini kullanmaya devam ediyor. Mübarek’e direniş büyüdükçe, İsrail hükümeti Washington’a tekrar tekrar halk iradesine karşı Mübarek’in cuntasını destekleme çağrısında bulundu. Avrupa da ‘bekle ve gör’ tavrı takındı. Her iki yaklaşım da manidar: Nihayetinde, demokratik ilkelere dair süslü laflar, siyasi ve ekonomik çıkarların savunulması karşısında pek fazla ağırlık taşımıyor. ABD, petrole erişimi garanti eden ve İsrail’in Filistin’i adım adım sömürgeleştirmeyi sürdürmesine göz yuman diktatörlükleri, halkın bu tür şeylerin devasına izin vermesi mümkün olmayan muteber temsilcilerine tercih ediyor.

Ortadoğu’da güven kaybı

Tehlikeli İslamcıların söylediklerini, halkın söylediklerini dinlememeyi meşrulaştıracak biçimde kullanmak, mantıksız olduğu kadar günü kurtarmaktan başka işe yaramayan bir tutum. Gerek Bush gerek Obama döneminde ABD, Ortadoğu’da güven kaybetti: Aynı durum, Avrupa için de geçerli. ABD ve Avrupa, politikalarını gözden geçirmediği takdirde, Asya ve Güney Amerika’daki diğer güçler, kendi dikkatli stratejik ittifak yapılarıyla sahneye çıkabilir. Arap diktatörlerin dostu olan İsrail’e gelince Tel Aviv yönetimi pekâlâ o diktatörlüklerin sadece kör sömürgeleştirme politikasına bağlı olduğunu idrak edebilir.

Mübarek’in gitmesi halinde bunun bölgesel etkisi muazzam olacak, ancak sonuçların ne olacağını kestirmek imkânsız. Tunus ve Mısır devrimleri sonrası siyasi mesaj açık: Şiddetsiz kitle protestolarıyla her şey mümkün ve artık hiçbir baskıcı yönetim güvende değil.

Diktatörlerin tedirginliği

Devlet başkanları ve krallar, bu tarihi dönüm noktasının basıncını hissediyor. Gösteriler, Cezayir, Yemen ve Moritanya’ya da ulaşıyor. Ürdün, Suriye ve hatta Suudi Arabistan’a da bakılmalı: Önleyici reformlar ilan ediliyor, ki bu ortak bir korku ve tedirginlik olduğunun işareti. Bütün bu ülkelerin muktedirleri, Mısır çöküyorsa aynı akıbetin kendi başlarına da gelebileceğini biliyor. Bu istikrarsızlık durumu, hem endişe hem de umut verici. Arap dünyası uyanıyor. Değişimler, gerçek demokratlar için umut ışığı, demokratik ilkeleri ekonomik ve jeostratejik hesaplarına feda edenler içinse kâbus anlamına geliyor. Görünen o ki, Mısır’ın kurtuluşu sadece başlangıç. Sırada neresi var? Ürdün ve Yemen takip ettiği takdirde, Suudi Arabistan da gelecek ve daha açık bir siyasi sisteme açılmak dışında hiçbir seçeneği kalmayan Riyad, kritik bir konumda olacak.

Dünya çapında Müslümanlar arasında bu adımı, merkezdeki mecburi devrimi destekleyecek önemli bir kitle var. Neticede Ortadoğu’da barışı ancak bütün siyasi güçleri kucaklayan ve şiddetten uzak demokrasiler getirebilir ve barış, Filistinlilere de saygı göstermek zorunda.
 

Etiketler :