Siyasetçinin ve medyanın görevi kafaları karıştırmak mı?

Hem kişisel hem de kurumsal olarak her gazete ve gazetecinin bir siyasi mensubiyeti vardır. Yani bir siyasi partiyi ya da ideolojiyi tutar. Bunun yadırganacak bir yanı da yoktur. Önemli olan haberlerin verilişinde mensubu olduğu siyasi görüşün tesirinde kalsa da okuyucusunu yanıltmamaktır. Bu arada gazetecilerin kişisel planda siyasi mensubiyetleri olduğu gibi aynı zamanda çalıştıkları gazetelerin yayın politikaları vardır. Hiçbir gazeteci çalıştığım gazetenin yayın politikası beni ilgilendirmez diyemez. Diyecek olursa kendisini kapının önünde buluverir. Git kendine uygun yerde çalış denir. Bu her noktadaki gazeteci için geçerlidir. Kurumsal yayın politikası derken sadece siyasi ya da ideolojik mensubiyete göre belirlenmiş politikadan bahsediyor değilim. Bu arada patronların iktidarlarla münasebetleri, devletle çıkar ilişkileri de yayın politikasında önemli rol oynar. Tüm bunları bilerek bir gazeteci çıkıp ben isteğim haberi istediğim gibi yazar, köşemde istediğim gibi at oynatırım diyorsa doğruyu söylememiş olur. Bu iddianın geçerli olduğu  durumlar da vardır. Söz gelimi çalıştığınız gazete sizinle aynı siyasi ve ideolojik noktada yani yayın politikası ile sizin anlayışınız yüzde yüz örtüşüyorsa o noktada size birilerinin müdahale etmesi pek söz konusu olmaz. İmkansız demiyorum orada bile zaman zaman çatışmalar gündeme gelebilir.

Buraya geliş noktama geçmeden bizdeki bir başka sıkıntıya dikkat çekmek isityorum. O da her gün yaklaşık 10 gazete alan ve bunları okumaya çalışan birisi olarak diyebilirim ki bizim gazete ve televizyonları takip ederek olayların gerçeğini öğrenmeniz mümkün değildir. Sadece kafa karışıklığınız artar. Çünkü, birinin yazdığını diğeri tekzip eder. Hatta aynı güne ait bir gazetenin iki ayrı sayfasında birbiri ile çelişen haber ve yorumları görebilirsiniz. Bu karmaşa arasında işin gerçeğini bulmak sizin birikiminize bağlıdır.

Meseleye bu açıdan baktığımızda diyebiliriz ki medyanın görevi toplumu bilgilendirmekten çok kafa karıştırmaktır. Siyasetçilerin önemli bir bölümü de bu oluşturulan kafa karışıklığından yararlanmak yoluna sapınca ortalığa toz duman bulutu hakim oluyor. Kavramlarının içinin boşaltılmış olması, herkesin kendine göre anlam yüklediği ortam da buna destek veriyor. Bunun için siyasete ve medyaya herkesin aynı anlamı ve sonucu çıkartacağı belli ölçülerin hakim olması gerekiyor. Bir kimse kendini ister sağ ister sol, ister liberal olarak tanımlasın bu tanımların çerçevesi hem siyasi partiler tarafından net bir şekilde çizilmiş olmalı hem de toplum, karşısına çıkan siyasilerin söylediklerinden gerçek niyetlerini anlayabilmelidir. Kısacası siyasete kesin kurallar hakim olmalı, bu kurallar yön vermelidir. Peki tüm partiler aynı çizgide mi? Yani kuralsızlık seçim meydanlarındaki tüm partiler için geçerli mi? Değil elbette. 40 yıldır söylemlerinde çok fazla farklılık olmayan, kullandıkları kavramlar konusunda kafa karışıklığına yol açmayan siyasi partilerde seçimlerde milletten oy istiyorlar. Bunların başında da Saadet Partisi geliyor. Ne var ki kafa karışıklığından yarar uman partiler ve bu partilerin taraftarı medya bunların sesini topluma duyurmamaya, duyurmak durumunda kalırlarsa da çarpıtarak duyurmayı tercih ediyor. Buna bir de milletin kolaycılığı, kafa konforunu bozmak istemeyişi eklenince topluma çıkar ilişkileri ve bu ilişkilerin yönlendirmesi hakim oluyor. İdeolojilerin yıkılıp gittiği bir dünyada madde insanların putu haline gelince köşe dönücülük aklılık olarak nitelendirilmeye başlandı. Bugün artık medyanın yayın politikalarını büyük ölçüde patronların çıkar ilişkileri belirliyor. Böyle olmasa iş dünyasının zenginleri durup dururken gazete çıkarmaya ya da televizyon kurmaya niye kalkışsınlar. Maddi güç tek yanlı olarak ayakta kalmalarına yetmediğini, daha doğrusu sadece maddi güce dayanarak büyümelerinin zorlaştığını gören patronlar ya doğrudan ya da dolaylı olarak medya dünyasına girmeyi tercih ediyorlar. Böyle olunca da  genellikle zengini daha zengin yapan politikalar medyada destek buluyor. Bu destek bazen reel politika gereği olarak bazen de küreselleşen dünyanın bir gerçeği diye toplumlara yutturuluyor. Diyebiliriz ki toplumlar bir takım kavramların arkasına gizlenilerek sömürülüyor, köleleştiriliyor. Elbette sömürülenler bu işten şikayetçi değillerse yapılabilecek fazla bir şey kalmaz ama gerçekleri haykıranların her zaman bulunması geleceğimiz için bir teminattır. Aslında ekonomi üzerine aynı gün gazetelerde birbiri ile çelişen, hatta aynı gazetenin farklı sayfalarında yazılanların sergilediği farklılığına dikkat çekmek, kafa karışıklığımızın nedenlerini hatırlatmak istemiştim ama sanıyorum yukarıdan beri yapmaya çalıştığım izah da aynı hedefe ulaşmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar