Yine BM şemsiyesi yine Fransa vuruyor

Dünya üzerindeki tüm ülkelerin kimler tarafından nasıl yönetileceğini belirleme yetkisini kendilerinde gören ABD'nin başını çektiği beşli çete gemi azıya almış görünüyor.

Kendilerine göre ülkeleri parçalıyor, yönetimleri değiştiriyor, iç savalar çıkartıyorlar. Bölgemizdeki isyanların ardından BM Güvenlik Konseyi kararı bahane edilerek tek başına Fransa'nın Libya'ya hava saldırısının arkasından bu defa da Fildişi Sahili'nde Fransa'nın benzer bir harekat gerçekleştiğini görüyoruz. Yine aynı tezgah, yine aynı oyun. Yine BM Güvenlik Konseyi kararı ve yine Fransa'nın tek başına müdahalesi. Görünürde BM adına harekete geçiliyor ama saldırı tek başına gerçekleştiriliyor. Ancak, beşli çetenin diğer 4 elemanı Fransa'yı yalnız bırakmıyorlar. Hemen yanında yer alıyorlar. Böylece Fransa'nın haydutluğu gizleniyor, sanki uluslar arası meşruiyet kazandırılıyor. Görünen o ki, beşli çete için aslında meşruiyete de gerek yok. Onlar BM'e istedikleri kararı aldırıyor, istedikleri ülkeye içeriden ya da dışarıdan müdahale geliyor. Kendilerine göre yönetimler oluşturuyorlar.

Bu bakımdan kuralları kendi çıkarlarına göre koyuyor, kendi koydukları kurallara tüm dünyanın uymasını istiyorlar. Karşı çıkanlar olursa çok geçmeden o ülkede bir takım problemler ortaya çıkıyor. Küreselleşen dünyada her şey beşli çetenin özellikle de dünya jandarması ABD'nin çıkarlarına hizmet ediyor.

Elbette kendilerinde bir takım güçler gören, kendilerini dünyanın sahibi ilan edenlerin yaptıklarını fazlaca yadırgamanın anlamı yok. Çünkü, vahşi kapitalizm hüküm sürdüğü müddetçe kuralları koyanların küresel sermaye sahiplerinin olması doğaldır. Ancak doğal olmayan gelişmekte olan ülkelerin ve özellikle de İslam dünyasının bu sınır tanımaz haydutluk karşısındaki tepkisizliğidir. Geçmişte iki kutuplu bir dünya söz konusu iken bu tür haydutluklara karşı hükümetler bazında olmasa bile halk tabanından tepkiler oluşurdu. Bunu Vietnam'da yaşananlar karşısında gördük. Macaristan'da komünist yönetime karşı ortaya çıkan halk ayaklanması ve bu ayaklanmanın vahşi bir şekilde Sovyetler Birliği tarafından bastırılması karşısında dünya üzerinde ciddi bir sivil tepki oluşmuştu. Sovyetlerin dağılmasının ardından oluşan tek kutuplu dünyada artık sömürgecilere karşı tepkiler de kayboldu. Diyebiliriz ki ABD ve yandaşları köpeksiz köyde değneksiz geziyorlar.

Kısacası güçlü gücünü kullanarak ülkeleri kendine göre şekillendirirken halklar da sanki bu oluşumlara destek veriyorlar. Çünkü sükut ikrardan gelir diye bir atasözümüz vardır. Bir olumsuzluk karşısında sessiz kalma da destek vermektir. Bir bakıma haksızlıklar karşısında susmakla "Dilsiz şeytanlığa soyunmak" anlamına gelmez mi?

Ne oldu da böyle dünya üzerinde küresel bir teslimiyet gelişti. "Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" mantığı yaygınlaştı. O yılanın bir gün sessiz kalanlara da dokunacağını düşünebilen kimse kalmadı mı?

Bugün geriye dönüp baktığımızda ve gelişen olayları değerlendirdiğimizde geçmişte  sağı da solu da emperyalistlerin kullandığını, daha doğrusu kapitalizmin de komünizm de sömürgeci güçlerin dünyayı kandırmak için icat ettiği bir oyundan ibaret olduğu çok net anlaşıyor. Denebilir ki şeytanın birinden korkup kaçanın diğer şeytana sığınmasını sağlamak adına oluşturulmuş bir ikili oyun olduğu  görülüyor. Geçen zaman içinde küresel sermayenin yeryüzündeki hakimiyet alanını giderek genişlemesi karşısında ikili sisteme ihtiyaç kalmamış, artık tek kutuplu dünyada sömürgeciler ellerini kollarını sallayarak dolaşmaktadır.Yeni dünya da artık birinden kaçtığınızda sığınacağınız bir başkasının kalmamış olması giderek yeryüzünde bir korku imparatorluğunun oluşmasına yol açmıştır. Hakkı esas alan yeni oluşuma duyulan ihtiyaç her geçen gün artıyor.

Bundan kuruluş mümkün değil mi?

Elbette mümkün... Yeter ki ezilenler bir gün ayağa kalkabilsinler, sömürgecilerin karşısına yeter artık diyerek çıkabilsinler. Korku imparatorluğunun yakılması salındığından da kolay olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar