Aydın Doğan’ı mı savunuyorum

HAYIR dostum!

Sandığın gibi değil...

Vallahi de değil, billahi de değil...

Aydın Doğan'ı savunmuyorum...

Var gücümle... Bütün nefesimle...

Neyi savunuyorum biliyor musun?

Kendimi savunuyorum!

Hem de alabildiğine "bencilce" yapıyorum bunu...

Nasıl mı?

Bak, anlatayım sana...

* * *

"Kafana göre takıl" diye özetleyebileceğimiz, adama mutluluk rüyaları gördüren, yaşama hazzı aşılayan bir özgürlük durumu vardır ya... İşte böylesi bir özgürlüğü savunuyorum...

"Başbakan'ın egemen olamadığı bir medya"da yazıp çizmenin dayanılmaz boş vermişliği diye bir şey vardır ya... İşte onu savunuyorum...

"Başbakan'dan fırça yeme korkusu yaşamadan kalem oynatmak" gibi keyif veren bir olgunun tiryakisi olmuşum... İşte bu keyif veren alışkanlığım sürsün diye yırtınıyorum...

"Damat Bey meselesi"ni muktedirin iktidarından zerre kadar korkmadan, çekinmeden yazabilmenin rehavetine kaptırmışım kendimi... Bu rahatım hep böyle sürsün istiyorum... Bunun için çırpınıyorum...

Kafam estiğinde Baykal'a çakıyorum... Kafam estiğinde Başbakan'a efeleniyorum... Geleceğimi hiçbirinin geleceğine bağlamamış olmanın doyumsuz lezzetine kaptırmışım kendimi... Ağzımın bu tadı hiç bozulmasın diye çırpınıyorum...

"Laik" çaldığında da, "dindar" çaldığında da şöyle ağız dolusu "hırsız" diye haykırabilmenin bahtiyarlığını yaşıyorum... Bu mutluluğum sürgit devam etsin diye direniyorum...

"Cemaat adamı" olmamanın konforunu tatmışım... Bu yüzden herhangi bir "cemaat pisliği" ortaya çıktığında, "Eyvah! Ne yapacağım ulan şimdi ben? Nasıl savunacağım bu aşağılık durumu?" şeklinde iç geçirmek zorunda kalmıyorum... Yazıyorum yazacağımı... Ve keyfim yerine geliyor... Bu keyiften mahrum kalmak istemiyorum... Bu yüzden çırpınıyorum...

Ne "Hüseyin Üzmez tacizci de olsa abimizdir" şeklinde mide bulandırıcı cümleler yazmak zorunda kalıyorum... Ne de Necla Arat'ın bilim hırsızlığını dilime dolamaktan imtina ediyorum... Korumak istediğim tek pozisyon budur... Ve ben işte bunun için mücadele veriyorum...

Kulağıma hiçbir şey fısıldanmıyor... Hiç kimse elimi tutmaya yeltenmiyor... "Başbakan bu adamdan memnun değil" cümlesinin buralarda bir karşılığı yok... "Baykal bu adamdan hiç hazzetmez" cümlesinin de bir karşılığı yok... Elim tutulmasın, kulağıma bir şey fısıldanmasın, yüksek tepelerden gelen uyarıların bir karşılığı olmasın diye mücadele veriyorum...

Mahallem yok... Misyonum yok... Mahallesizliğime ve misyonsuzluğuma karşın, sözümü söyleyebileceğim bir mecra bulmuşum... Bu mecra elimin altından kaymasın istiyorum... İşte bunun için çabalıyorum...

Başbakanlık'tan telefon geldiğinde yüzümün mimiklerinde hiçbir değişiklik olmuyor... "İyi ama Tayyip Bey sana çok kızar" dediklerinde gülüp geçiyorum... "CHP'liler sana hiç güvenmiyorlar" dendiğinde de iplemiyorum... "Laik kesim"den de, "anti laik kesim"den de işittiğim küfürlere zerre kadar aldırış etmiyorum... Ve bu hep böyle devam etsin, paradigma iflas etmesin istiyorum...

* * *

Senin anlayacağın dostum, "Rahatı kaçan ağaç" olmak istemiyorum...

Bütün çırpınışım bundandır...

Yoksa Hilton milton, umurumda bile değildir...

Tamam mı? Anlaştık mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar