Aziz Yıldırım’ın avukatını tanırım iyi çocuktur

MUHAFAZAKÂR kesimin kendisine “muhafazakâr kesim” demediği günlerden tanırım ben Avukat Faik Işık’ı...
 

“İslami kesim” denirdi o zamanlar muhafazakâr kesime...
O zamanlar bu kadar “güçlü” ve bu kadar “kalabalık” değildi o kesim.
Şartlar gereği biraz da içe kapalıydı.
Hatta hafiften “gettocu”ydu.
“Bizim” Faik de o kesimin tam içindeydi.
Ama sıra dışı bir İslami kesim mensubu idi Faik.
Ne düşünüyorsa cesurca söylerdi. Gettonun kurallarına teslim olmazdı.
Bir itiraz kültürüne sahipti.
“Ne derler” demek yerine, diyenler ve diyecek olanlarla savaşırdı.
Rahat oturur, sesi de gür çıkardı. Dışa açıktı.
İstanbul Barosu’nda İslamcı avukatlar ile solcu avukatların işbirliği yapmalarının öncüsü olmuştu.

İstikbal vaat eden iyi bir hukukçuydu. Ezberci avukatlardan değildi.
Hukuki sorunlara özgün çözümler üretmeye çabalardı.
Çok genç yaşta Tayyip Erdoğan’ın avukatlığını üstlenmesi, bu çabasının karşılık bulduğu anlamına geliyordu.
Şova da meraklıydı.
“Burada savunmanın imkânları kısıtlanıyor” diye mahkeme salonunda cüppe bırakmalar falan...

İki gündür gazetelerde, televizyonlarda “bizim” Faik’i “Aziz Yıldırım’ın avukatı” sıfatıyla görünce...
Hiç ama hiç şaşırmadım.
“Vay be! Faik’e bak” demedim.
Çünkü eskiden tanıdığım Faik, “Türkiye’nin en önemli davasının en önemli şüphelisi” için gayet uygun bir isimdir.
Sağda solda Faik Işık için “Eskiden Erdoğan’ın avukatlığını yaptığı için tercih edildi” tarzı cümleler duyuyorum.
Faik’in Aziz Yıldırım için gayet uygun bir isim oluşu, bir zamanlar “Tayyip Erdoğan’ın avukatlığı” görevini üstlenmiş olmasından kaynaklanmıyor, bir zamanlar “getto içinde bireyselleşmeyi başarmış” olmasından ve bu başarının mesleğine kattığı katma değerden kaynaklanıyor.

Konulara göre durduğum yerler

KIBRIS SORUNU: Tavizler verildi, iyi niyetler gösterildi, uzlaşmacı davranıldı, “Çözümsüzlük çözüm değildir” dendi... Sonunda ne oldu? Koca bir hiç. Avrupa Birliği, Rumların uzlaşmaz tutumunu ödüllendirirken, Türklerin uzlaşmacı tutumunu ise cezalandırdı. AB’nin bu sekter tavrına daha fazla tahammül edilemezdi. Bu konuda Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “gerilim artırıcı” ve “rest çekici” politikasını sonuna kadar destekliyorum.
TUTUKLU VEKİLLER: Bu konu ne CHP’nin sorunudur, ne MHP’nin, ne de BDP’nin... Bu konu hepimizin sorunudur... Nasıl ki “İşkenceye uğrayan CHP’li” konusunda “bu CHP’nin sorunudur” denemezse, “tutuklu vekiller” konusunda da “bu CHP’nin sorunudur” denemez. Çünkü tutuklu vekiller sorunu, evrensel açıdan bir insan hakları ihlalidir. Sorun CHP’nin, MHP’nin ya da BDP’nin sorunu değildir, hepimizin sorunudur. Kısacası bu konuda CHP, MHP ve BDP’nin yanındayım.
DEMOKRATİK ÖZERKLİK: Hangi sorunu çözeceği tam olarak bilinmeyen “demokratik özerklik” ilanı, yangın körükleyen bir üslup ve zamanlamayla gündeme geldi. Özerklik bağlamında neler yapılacak, belli değil. Yapılacak olanlar ne türden tepkilerle karşılanacak, belli değil. Kısacası bu konuda ben Şerafettin Elçi, Altan Tan ve Leyla Zana gibi BDP’liler gibi düşünüyorum.

‘Bayram gazetesi’ fikrine tam destek

ESKİDEN bayram günlerinde gazeteler yayınlanmaz, onun yerine Gazeteciler Cemiyeti’nin hazırladığı “Bayram Gazetesi” çıkardı.
Tamam, Cemiyet tarafından yayınlanan o gazete fazlasıyla eklektik, fazlasıyla tatsız, fazlasıyla tuzsuz bir gazete olurdu.
Ama zaten bayram günü kimse gazete peşinden koşmazdı ki?
Ayrıca...
Bayramda gazetelerin yayınlanmaması demek, bütün bir yıl çalışmak zorunda kalan basın emekçilerinin gönül rahatlığıyla yapacakları tatil demekti.

Gün geldi bu gelenek yıkıldı.
Hem de gürültülü tartışmalar eşliğinde.
Geleneği yıkanların iki büyük sloganı vardı:
BİR: Okurun bayramda da alıştığı gazeteyi okuma hakkı vardır.
İKİ: Bayramda çalışmak zorunda kalanlara daha fazla ücret vereceğiz.
Ne yalan söyleyeyim:
Bu iki slogan da hayalde kaldı, gerçek olmadı.
Okur, bayram günü alıştığı gazeteyi iştahla okumaya devam etmedi, bayramda satışlar düştü.
Bayramda çalışmak zorunda kalan basın emekçilerine daha fazla ücret falan verildiği de yok.
Üstelik “bayram gazetesi” aracılığıyla gelir elde eden Gazeteciler Cemiyeti de bu gelirin kesilmesi nedeniyle resmen çöktü. Gazeteciler etkili bir örgütten mahrum kaldı.

Sözün özü şudur:
Basın İlan Kurumu Genel Müdürü Mehmet Atalay’ın dini bayramlarda “bayram gazetesi” yayınlaması için yaptığı çalışmaya tam destek veriyorum.

Bodrum’da gündem

Türkbükü tam bir gösteriş yeri oldu çıktı azizim...
Bu akşam Demet Akalın’a gidiyor muyuz?
Ya “Maça Kızı”cısındır ya da “Divan Palmira’cı”...
Yollar çok bozuk...
Gümüşlük: Şen âşıklar diyarı...
Selim İleri’nin “Her Gece Bodrum”unu okumuş muydunuz?
En iyisi tekne ve en iyi tekne arkadaşın teknesidir.
Veli Bar bir zamanlar buranın en in yeriydi.
Limon’da güneş batırmayan Bodrum’da vakit geçirmiş sayılmaz.

İtikadı kurtarmak için

AK Parti Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin, Başbakan Tayyip Erdoğan’ı överken “Başbakanımıza dokunmak ibadettir” demiş ve çok ciddi itikat sorunlarına yol açmıştı. Eğer bir daha bu tür itikat sorunlarının baş ağrıtmaması ve “övgüde aşırı gitme”nin önünün alınması isteniyorsa...
Çok acil olarak...
Hayrettin Karaman Hoca, “İslam’ın kişi tapınmacılığına yaklaşımı” başlıklı bir makale yazmalıdır.
Yoksa bu nifakın önü alınamaz.

Terk edilmesi gereken kelimeler ve kavramlar

“AK Partili değilim ama Tayyip Erdoğan’ı çok beğenirim” türü sözde politik açıklamalar.
“Ben seçilmem seçerim” şeklindeki popçu açıklamaları...
Artık kusturucu bir kıvama erişen “Panpiş” sözcüğü...
“İnsan mutlu olduğu işi yapmalı” şeklindeki süper boş laf...
“Ama Kenan’ın sahnesi çok iyi” türü cümleler...
Cümlenin başına ya da sonuna kondurulan “yaaa” takısı...
Kadınların kadınlara “abi” diye hitap etmesi...

Önceki ve Sonraki Yazılar