Fırçayı atana değil yiyene dikkat kesil

ALİ Kırca soruyor, Başbakan Erdoğan yanıtlıyor, biz de izliyoruz.

Bir soru üzerine Başbakan Erdoğan şöyle diyor:

“Ali Bey, bu tür bir soru olur mu ya?”

Ali Kırca’ya bakıyoruz, susuyor.
Başbakan devam ediyor:
“Bu tür bir soru olur mu ya Allah aşkına?”
Ali Kırca susmaya devam ediyor.
Başbakan devam ediyor:
“Yapma! Sen yılların gazetecisisin.”
En sonunda Ali Kırca’dan yaramazlık yaparken yakalanan çocuklara özgü ezik bir yanıt geliyor:
“Şey... Belki cevaplarınızdan bir şey çıkarırız diye sormuştuk da...”
* * *
Bir televizyon programına konuk olan bir siyasetçinin, kendisine sorulan soruyu beğenmemesi ve bunu ifade etmesi en doğal hakkıdır.
Burada yadırganması gereken sorduğu sorunun arkasında durma yürekliliği gösteremeyen gazetecidir.
Başbakan Erdoğan, “Böyle soru olur mu?” dediğinde, Ali Kırca’nın da “Böyle soru tabii ki olur... Hangi soruyu soracağıma siz mi karar vereceksiniz?” demesi gerekirdi.
Diyeceksiniz ki:
“Güldürme bizi... Böyle bir karşılık verseydi Ali Kırca’nın kellesi giderdi.”
Kellesi gider miydi, gitmez miydi bilemem ama onurunun sağlam kalacağı garantiydi.
Mesleğinde yapması gereken her şeyi yapmış bir gazeteciden de “kelle”yi değil “onur”u koruması beklenir.
Hem kelleyi o vermese, sen vermesen, ben vermesem, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?

Yandaşlığın kısa tarifi

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Van’da düzenlediği miting, “yandaş” gazetelere şöyle yansıdı:
- “Van fiyaskosu” (Star Gazetesi)
- “500 kişiye hitap etti” (Zaman Gazetesi)
- “Sadece 200 kişi dinledi” (Yeni Şafak Gazetesi)
- “Miting şoku: Van minute” (Takvim Gazetesi)
- “Baykal’a yumurta, Kılıçdaroğlu’na yuh” (Sabah gazetesi).
* * *
Oysa Van’da...
Çok daha önemli bir olay oldu.
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu...
“33 Kürt köylüsünü kurşuna dizdiren General Mustafa Muğlalı’nın adının, Özalp’teki askeri kışladan silinmesini” istedi.
“Hükümetten rica ediyorum, değiştirin bu adı” dedi.
* * *
“Devlet Partisi” diye nitelendirdikleri partinin lideri, devletin önem verdiği bir simgenin yerle bir edilmesini istiyor.
“Ne güzel” demiyorlar, el çırpmıyorlar, destek atmıyorlar.
Tam tersine “Fiyasko”, “Yuh”, “Rezil oldu”, “Kimse dinlemedi” diye bayram ediyorlar.
“Yandaşlığın” şu bizim lehçedeki manası işte budur.

TRT ile Milli Gazete

MİLLİ Gazete’nin “gazete” değil “parti bülteni” olması, Milli Görüş’ün içinde yer alan isimler arasında hep “mavra” konusu olmuştur.
Haberler karışır, “E ne de olsa Milli Gazete” denir. Muhabirler gecikir, “E nede olsa Milli Gazete” denir. Bazı haberler görülmez, “E ne de olsa Milli Gazete” denir.
Erbakan Hoca hariç herkes katılmıştır bu mavraya...
Bülent Arınç da vaktiyle bu topa girmiş olmalı ki, kendisini izleyen TRT ekibinin geç kalması üzerine şöyle demiş:
“TRT’ciler de Milli Gazete gibi, iş bittikten sonra gelir.”
Bülent Arınç’a şunu hatırlatmak isterim:
“Milli Gazete iş bittikten sonra geliyorsa, Milli Gazete’nin gazete değil parti bülteni olması nedeniyledir.”
Bilmem, anlatabildim mi?

Genç Tayyip’in oyu

SON zamanlarda bir geyik var, sıkça tekrarlanıyor.
Diyorlar ki: “Bugün 12 Eylül darbesinin karşısındaymış gibi görünen Tayyip Erdoğan, 12 Eylül Anayasası’na garanti evet demiştir.”
Muhalif olmak, aklıselimi kaybetmek anlamına gelmemeli.
Adım gibi eminim ki: Erdoğan’ın oyu hayır olmuştur.
Çünkü 12 Eylül’den önce ve sonra Milli Görüş hareketinin içinde aktif olarak yer alan isimlerin tümü “hayır” dediler. Sayıları azdı, o yüzden toplama etkileri fazla olmadı.

Önceki ve Sonraki Yazılar