Madem ustasın

- Madem ustasın.
 

-  Madem başpehlivansın.
-  Madem birinci ligdesin.
-  Madem “Üçüncü ligdekilerle düelloya çıkılmaz” diyorsun.
-  Madem “Sen benim dengim misin?” tarzı bir tavır koyuyorsun.
-  Madem “Bir ustanın çırakla tartıştığı nerede görülmüştür” diye bastırıyorsun.
O halde...
-  Neden sürekli üçüncü ligdeki adamın cemaziyülevvelini didikliyorsun?
-  Neden sürekli senin gözündeki yeri “tüy sıklet” olan adamı muhatap alıyorsun?
-  Neden dengin olmayanların kasetlerine bile damardan giriyorsun?
-  Neden bir usta olarak devamlı çırakların açıklarıyla uğraşıyorsun?
* * *
Ya hep usta gibi davranmalısın.
Ya da çırakla çıkıp tartışmalısın.
Ya birinci lig takımı gibi davranmalısın.
Ya da lig falan takmamalısın.
Ya başpehlivan gibi davranmalısın.
Ya da önüne gelenle güreş tutmalısın.
İkisinin arasında kalmanın doğurduğu yaman çelişki, fena halde çakılıyor...
Haberin olsun.

Bu nasıl danışman böyle

RESMİ sıfatı “Cumhurbaşkanlığı Danışmanı” olan Yusuf Müftüoğlu adlı şahıs, Twitter’da yazdıklarıyla gündemde.
Yusuf Müftüoğlu, son dönemde ortaya çıkan “kendisinden farklı düşünenlere hakaretler yağdırmayı ve aşağılamayı marifet bilen faşist liberal” türünün parlak bir örneği.
Kim ki yeni statükoya kıyısından köşesinden muhalefet ediyor, Yusuf Müftüoğlu denilen danışman basıyor kalayı...
“Sırtını sağlam yere dayamış” olmaktan kaynaklanan cüretle gayet küstah, gayet kaba, gayet saygısızca yazıyor da yazıyor:
-  Kemal Kılıçdaroğlu’na ağza alınmayacak düzeysizlikte güya şakalar yapıyor.
-  Ertuğrul Özkök’e alenen hakaret ediyor.
-  Sırrı Süreyya’ya laf çakıyor.
-  Hürriyet yazarlarına ağız dolusu küfürler ediyor.
-  Statta Başbakan’ı protesto edenlere verip veriştiriyor.
-  Hapse düşmüş gazetecilerin üstünde tepiniyor.
-  CHP’den aday oldu diye Sezgin Tanrıkulu’na vuruyor. 
* * *
Lafı hiç uzatmadan sadece şu konu hakkında düşünmenizi rica edeceğim:
Edilen hakaretlerden sadece biri bile, bırakın “Cumhurbaşkanlığı Danışmanı” sıfatını taşıyan bir kişiyi, sıradan bir vatandaş tarafından Abdullah Gül’e ya da Tayyip Erdoğan’a edilseydi...
Sonuç ne olurdu?
Başka sorum yok, tanık sizindir.

E-posta soruları

TAMAM...
Devlet Bakanı Hayati Yazıcı, ÖSYM Başkanı Ali Demir’e yeğeni için torpil rica eden bir e-posta göndermemiştir.
O e-posta “uydurma”dır.
Ama... Fakat... Lakin...
Şu soruların da yanıtının verilmesi gerekir:
-  SORU BİR: ÖSYM Başkanı Ali Demir, Hayati Yazıcı imzalı bu e-posta karşısında ne yapmıştır? Sahte olduğuna kanaat getirdiyse neden bu sahtekarlığı yapanları yargıya şikâyet etmemiştir?
-  SORU İKİ: Kendi adına bir e-posta gönderildiğini bilmediğini söyleyen Hayati Yazıcı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun iddiasının ardından neden “o bakan benim” açıklamasını yaptı? Kılıçdaroğlu’nun kastettiği bakanın kendisi olduğunu nereden bildi?
-  SORU ÜÇ: Koskoca bir bakanın adını kullanarak sahtekarlık yapan kişi ya da kişiler hakkında şu ana kadar bir işlem yapıldı mı?

AK Parti artık beyaz Türklerin partisi mi?

ESKİDEN bizim mahallede...
Ya da...
Benim eski mahallede...
Başörtülülerin dizi filmlerde, televizyon reklamlarında, parlak mecmuaların sayfalarında gösterilmemesinden şikâyet edilirdi.
Bu toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan başörtülülerin yok sayılmasına, görülmemesine, saklanmasına kızılırdı.
“Olduğundan farklı bir Türkiye resmi verme çabası” ile kafa bulunur, bu kompleksli tavır aşağılanırdı.
Bazen sadece çok yaşlı bir teyze, başörtülü olarak kendine yer bulabilirdi o mecralarda...
Bu durumda da haklı olarak “Başörtüsünü sadece yaşlı teyzelere yakıştırabiliyorlar” diye itiraz edilirdi.
* * *
Fakat o da ne?
AK Parti’nin propaganda reklamlarında yaşlı teyzelere bile başörtüsü yakıştırılmamış.
Onlar bile başörtüsüz.
Resmen “Beyaz Türk” tipler, propaganda filmlerini işgal etmiş durumdalar.
Çok değil kısa bir süre öncesine kadar “Bize siyah Türkler derler” diyenlerin partisi, bu seçimde artık “beyaz Türklerin partisi” mi olmaya karar verdi?
Ne iş?

‘Juno’ diye bir mekân

HANİ “İşi gücü bırakıp Bodrum’da bar açan adam” klişesi vardır ya...
İşte o klişeye uygun bir durum söz konusu:
Yoğun iş hayatlarının baskılarından bunalan biri aşırı sosyal, diğeri aşırı asosyal iki ortak, Nişantaşı’nda Mim Kemal Öke Caddesi’nde “Juno” diye bir yer açmışlar.
Gittik, gördük. Ege’den mevsimlik morel mantarı, Tire’den özel lor peyniri getiriyorlar.
Tortelliniyi kendi elleriyle açıyorlar. Küçüklüklerinde evlerinde yapılan ve adına “limon bulutu” dedikleri tatlıyı yapıyorlar.
Sonuç?
Küçük detaylara aşırı özenmekten kaynaklanan muazzam bir fark...
Tavsiye ederim: Bir uğrayın.
NOT: Çokça “hanut” kokan bu yazı, hiçbir “hanutsal” sonuç doğurmamaktadır. Paramızı verip yemeğimizi yemekteyiz yani.

Ali Demir ÖSYM’nin başından gitmezse

-  Yeğenlerimiz depresyonun pençesinden bir türlü kurtulamayacaklar.
-  Süreci iyi yönetememenin istifa nedeni olamayacağı içtihadı geçerlilik kazanacak.
-  İstifa adı verilen müessese, tarihin en ağır saldırılarından birine maruz kalmış olacak.
-  2011 kuşağına mensup gençlerin zihinlerine bir “Ali Demir kâbusu” çakılıp kalacak.
-  2011 kuşağı “yitik kuşak” olacak.
-  Moraller bozulacak, hava kararacak, güvensizlik alıp başını gidecek.

Önceki ve Sonraki Yazılar