Mardin Fetvası’na dair alaycı bir yazı

BUNDAN 7 asır evvel...

Mardin denilen vilayet, Moğollar denilen bir kavmin işgaline maruz kalmış...

Zavallı Mardin ahalisi, saldırı karşısında hemen devrin büyük alimi İbn-i Teymiyye Hazretleri’ne koşup, “Hoca efendi... Hoca efendi... Bize bir fetva ver... Teslim mi olalım yoksa Moğol kafirine kılıç mı üşürelim?”

İbn-i Teymiyye hemen fetvayı vermiş:

“Allah rızası için düşmanın üzerine kılıç vurula...”

* * *

Ve 7 asır sonra...

El Kaide denilen bir örgüt çıkıp ABD’yi tarumar edince...

Afganistan’da kendilerine Taliban denilen adamlar, tüfeklerini alıp dağa çıkınca...

Irak’ta bazı kendini bilmezler, ABD güçlerini “hoş geldin demokrasi” diye karşılamak yerine bomba patlatınca...

Müslüman beldelerde “cihat” adı altında anti-Batı rüzgarlar esmeye başlayınca...

“Sivri zekâlı” Batılıları almış mı bir telaş!

“Acaba bu Müslümanların yaramazlık yapmalarının sebebi ne ola ki?” diye başlamışlar araştırıp sorgulamaya...

* * *

“Yaramazlık sebebi” olarak bula bula 7 asır evvel İbn-i Teymiyye’nin verdiği “Allah rızası için düşmanın üzerine kılıç vurula...” şeklindeki fetvayı bulmuşlar.

Ve demişler ki:

“Bütün suç bu fetvadadır... Bu fetva olmasa El Kaide olmazdı... Bu fetva olmasa Irak halkı bize selam dururdu... Bu fetva olmasa dağlarına bahar gelirdi
Afganistan’ın...”

Ve hemen...

Mardin’de bir konferans düzenlemeye karar vermişler...

Müslüman alimleri bir araya getirmişler...

Ve 7 asır önce verilen o fetvanın, 7 asır sonra aynı yerde “geçersiz” ilan edilmesine karar kılmışlar.

Yorgan gidince kavga da biter hesabı...

Fetva ortadan kalkınca, yaramazlığın da ortadan kalkacağına iman etmişler.

* * *

Sayın seyirciler...

Bakmayın siz benim “alaycı” bir dil kullandığıma...

Birkaç gündür gazetelerde çıkan “Mardin Fetvası” konulu haberleri okuyunca, anlattıklarımın baştan sona doğru olduğunu görürsünüz.

Ve benim şu türden bir “İstanbul Fetvası” vermemi anlayışla karşılarsınız:

“Batı’nın sivri zekâlısı ile Doğu’nun sivri zekalısı arasında soğan zarı kadar bile fark yoktur.”

Durun, siz kardeşsiniz

CEM Karaca ile Barış Manço aslında kardeşmiş!

Bu “bomba haber”, bendeki gazetecilik kuşkusunu iyiden iyiye kışkırtmış durumda.

Kendi kendime “Ön alayım bari” dedim ve hemen aşağıdaki listeyi çıkarıverdim:

* * *

-  HANDE İLE DEMET: Hande Yener ile Demet Akalın’ın yönelimleri, tepkisellikleri, sanatsal devinimleri, izlek beraberlikleri o kadar yoğun ki, bunu ancak “aslında ikisi kardeş” şeklinde bir haber paklar.

-  CEZMİ İLE TUNA: Biri derin, diğeri politik. Biri arabesk, diğeri çağdaş duyarlılık sahibi... Biri satırlarla avlar, diğeri avını satırlarla oyalar... Cezmi Ersöz ile Tuna Kiremitçi’den söz ediyor ve hükmümü veriyorum: Bu ikisi “kardeş” değilse bile kesin emmioğludur.

-  BÜLENT İLE MUHARREM: İkisinin de malda mülkte gözü yok... İkisi de hitabette usta... İkisi de bazen romantik, bazen erkeksi... Muharrem İnce ile Bülent Arınç, aynı ocağın biri sola, diğeri sağa kaçan iki oğluna benzemiyor mu?

-  YILDIZ İLE GÜLRİZ: “Tiyatroya gönül vermek” ile “yıllara meydan okumak” diye bir kardeşlik türü var mı? Bilmiyorum... Ama hissettiğim bir şey var: Yıldız Kenter ile Gülriz Sururi arasında “tiyatro kardeşliği” ile “yıllara meydan okuma kardeşliği” kesin var.

-  GÜNERİ İLE JACK: İkisi de kaşlarıyla konuşuyor... İkisinin de yaşı yok... İkisinin de gülümsemesi tuhaf... İkisi de puroya düşkün... İkisi de iyi yaşamaya meraklı... İkisi de artistik hareketler çekiyor... Eh, daha ne olsun... Güneri Civaoğlu ile Jack Nicholson arasındaki bunca benzerlikten bir şey çıkmaz mı?

-  MEHMET ŞEVKET İLE AYŞEGÜL: İkisi de antika meraklısı... İkisi de eskiye öykünüyor... İkisi de kedi sever... İkisi de hayatlarının bir döneminde bir Arap ülkesinde kaçak yaşadı... İkisi de zarafet ve görgü peşinde... İkisi de rikkatli... Bu durumda Mehmet Şevket Eygi ile Ayşegül Tecimer’in soy kütüklerinin araştırılması gerekmez mi? 

Önceki ve Sonraki Yazılar