A.Kerim KARAAĞAÇ

A.Kerim KARAAĞAÇ

AcI haber

Peygamber çiçeği Hz.Hüseyin (r.a.) Salebiye mevkii denilen yere vardıklarında, Esad oğullarından bir adamla karşılaştı ve sordular:

- Küfe'de ne var, ne yok?

"- Ben Küfe'den çıkmadan biraz önce, Müslim b. Akil ile Hani b. Urve öldürüldü. Çocukların, onların cesetlerini ayaklarından tutup sürüdüklerini de gördüm!"demesi üzerine bütün kafile feryada başladı... Gözyaşları süzülüyordu gözlerinden. Hicran oku gelip sinelere batmıştı. Müslim'in kardeşleri çığlık attılar ve;

"- Kardeşimiz Müslim'den sonra, bize yaşamak gerekmez! Ya kardeşimizin intikamını alırız, yahut biz de onun gibi şehitlik şerbetini içeriz! Başka türlüsü olamaz!.." dediler. Peygamber torunu, bu dileği doğru buldu ve yola devam emrini verdi...

Bütün insanlığı nurlandırmaya memur Peygamber torunu Hz. Hüseyin (R.A.)... Kara haberler birbirini kovalıyordu. Yine bir haber daha almıştı... Güzel gönlü alev alev yandı.. Müslim'in arkasından gönderdiği süt kardeşi Abdullah'ın da Küfe valisi tarafından şehit edildiği haberi geldi. Kafilede teessür ve ıstırap büsbütün arttı.. Sırtlan yürekli insanlar, Peygamber evlatlarını öldürmekten haya etmiyorlardı. Gönülleri aydınlatan din büyüğü yine yoluna devam ediyordu... Şeraf Nehri geçilmişti ki, karşıdan bir alay süvari kendilerine doğru gelmekte olduğunu görünce, sağ tarafta bir dağa saptılar. Atlılar da onları takip etti ve karşılarına gelip kondu... Süvari birliğinin başında Hür isimli bir adam vardı.Cenab-ı Hüseyin (ra), yanındaki ashabına;

-Atlarınıza bininiz! emrini verdi. Fakat Hür bu emre mani oldu:

-Ne Medine'ye gidebilirsiniz, ne de Küfe'den başka bir yere!...Ne hazin bir tecellidir ki, artık tutuklanmış bulunuyorlardı. Atlarına bindiler ve yol aldılar. Bir Adam gelip Hür'ün önünde durdu. Bu, Vali İbn-i Ziyad'ın mektubuydu. Şöyle diyordu:

- Bundan sonra bilesin ki; mektubum sana erişince, hemen Hüseyin'i susuz, ıssız, ağaçsız, otsuz ve bozkır olan bir yere kondur...

Hür ve adamları Cenabı-ı Hüseyin'in etrafında fır fır dönüyorlardı. Hangi yöne gidecek olsa o yönü kesiyorlardı. Nihayet Kerbela'da Cenab-ı Hüseyin'i de durdurdular... Hz.Hüseyin sordu:

- Bu yerin ismi nedir?

- Kerbela!

- Demek kerbela burası, diye hayıflandı.

  Ne gariptir ki onu Kerbela'ya taşıyan Hür, savaş başlayıp bu ordunun niyetlerinin farklı olduğunu anlayınca, Hz.Hüseyin'den özür dileyecek ve adamlarıyla birlikte Hz.Hüseyin'in saflarında şehit olacaktı.

  Vali İbn-i Ziyad bu işi Ömer bin Saad'a mal ve makam karşılığında yapmasını istedi. Dünya saltanatı ona ahiret saadetini bile ayaklar altına aldırtmıştı...

-Giderim! Hüseyin'e karşı cenk ederim, dedi. Valinin gözlerinin içi gülüyordu.. Nihayet Peygamber torununa karşı kılıç çekecek bir taş kalpli bulmuştu.. Din erlerinin ulusu Hz. Hüseyin'in (r.a.)  Kerbela'ya inişinin ikinci günüydü. Ömer Bin Saad, emrindeki kuvvetle Kerbela'ya geldi... Deylem kabilesinin isyanı üzerine İbni Ziyad onu Rey Emiri yapmış ve o tarafa gitmeğe memur etmişti. Ömer İbni Saad 4000 kişilik kuvvetine güveniyordu. Fırat suyu ile Peygamber torunu Hz.Hüseyin'in (ra) arasına girmek üzere beş yüz atlı gönderdi... Atlılar suyu tuttu. Hz. Hüseyin, cephesi ve cenahından kuşatıldı. Çöl ortasında susuz ve yardımsız, kala kaldılar.. Suyu tutanlardan Ezdi isimli adam, Hz. Hüseyin (ra) e şöyle haykırdı:

-Ya Hüseyin! Uzaktan suya bakacaksın. Amma bir damlasını tadamadan öleceksin!.. Bunun üzerine gönüller aydınlatan din büyüğü Hz. Hüseyin (r.a.) ellerini Allah'ın hacet kapısına açtı ve içli içli dua etti:

-Ey Muntakim Rabbim! Sen bu adamı susuzlukla helak et!..

Adam birdenbire fenalaştı. Hastalığı suya doymamak... Kırbalarla su içtiği halde susuzluktan kıvrana kıvrana can verdi. Böylece Peygamber torunun duası şimşek gibi yerini bulmuştu. Etrafındakileri topladı ve onlara hitaben şöyle dedi:

-Allahım!Sana hamd ederim ki, bizi nübüvvetle dalından yarattın, bize lütfettin. Hakkı işiten kulaklar, hakkı gören  gözler, hakkı benimser kalpler yarattın.. Bize Kur'anı bildirdin ve din ilmini öğrettin... Bizi, sana şükredici kullarından eyle!.. Bundan sonrası şu ki, ben yakınlarımdan daha vefalı ve hayırlı dost, ev halkımdan daha şefkatli ve bağlı akraba görmedim.. Allah hepinize, hayırlı ihsanlarda bulunsun... Ancak, sanırım ki şu karşımızdaki düşmanlarla hesaplaşmanın vadesi bu akşam dolmaktadır.. Son meydan yarındır.. Bu bakımdan hepinize izin veriyorum. Serbestçe ve rahatça bu gece gidebilirsiniz! Bu geceyi iyi kullanınız, fırsatı kaçırmayınız ve gecenin karanlığına örtünüp uzaklaşınız. Her biriniz ev halkımdan birinin elinden tutup gitsin.. Hepiniz Allah'ın sonsuz lütuflarına eriniz. Köylere, kasabalara yayılın ki, Allah üzerinizden mihnet ve meşakkati kaldırsın... Düşmanlar, benimle boğuşmak, beni yok etmek azminde.... Beni elde ederlerse başka bir şey istemezler. Cenabı-ı Hüseyin'in (ra) gönüller dağlayan bu konuşmasından sonra yakınları göz yaşlarını tutamadılar.. Oğulları, kardeşleri ve kardeşlerinin oğulları, hep beraber;

-Seni bırakarak gitmeyi ve senden sonra yaşamayı Allah bize göstermesin! Ya Allah'a ne cevap verelim, insanlara ne diyelim? Büyüğümüzü, efendimizi, babamızı, kardeşimizi, en hayırlı amcamızı, ok atmadan, tek yara almadan bıraktık mı diyelim? Vallahi bu durumu ebedi olarak kabul etmeyiz!... Hepimiz, nefislerimizi, mallarımızı, yakınlarımızı sana feda eder, ölünceye dek senin yanında ve senin uğrunda dövüşürüz!..O Rabbani insan  fokur fokur iman kaynayan eşsiz insanlara tatlı tatlı baktı.... Allah için can feda etmeye hazır olan bu iman kahramanları gönlünü fethetmişti.. Göz yaşları sessizce yanağından aktı. Daha nice nice sadakat ve bağlılık sözleri birbirini takip etti ...Bunun üzerine Hz.Hüseyin (ra), ellerini ulvilik alemlerine kaldırıp dua etti:

-Ey Rabbi Rahimim! Bunları en güzel mükafat ile mükafatlandır.

Sessiz ve ıssız bir gece... Tam şafak vakti.. Kerbela çölü vahşet sahnesine hazırlanıyor. Bütün gece boyunca tek saniye uyumamıştı Hz. Hüseyin, yüce Allah ismi ile kalpler alev alev yanıyor ve dillerde Kelime-i tevhidi mırıldanıyorlardı... Ufukta gittikçe koyulaşan kızıllık, Kerbela sahnesini hazırlıyordu. İmanın billurlaşmış nurdan abidesi Hz. Hüseyin (ra) atlı ve yaya olarak maiyetini safa dizdi. Binlerce askere karşı yalnız 70-80 inanmış adam... İnsanlığı nesiller boyu aydınlatmaya memur olan nur neslinin iki kolbaşsısından biri şimdi heybet ve vakar dolu bir duruşla ilerledi. Bütün zaman, mekan ve mahlukatın hayırlısı olan Hz. Peygamberin kokladığı ulvi çiçek en son şöyle dedi:

-Ey insanlar! Bırakınız beni, geri döneyim!

Vicdanı kara adamlar çığlığı bastı:

-Hayır, hayır!

-Bırakınız, Yezit'in yanına gideyim!

-Bu asla olmaz..

-Peki nedir zorunuz?

İçlerinden sırtlan yürekli birisi, kılıcını sıyırdı ve haykırdı;

-Seni cehennemle müjdelerim!...

Hz.Hüseyin şu cevabı verdi:

-Hayır! Rabbimin rahmeti ve Peygamberimin şefaatiyle müjdelenirim!

 Hz.Hüseyin, gözleri yaşlı, elleri ulvilik alemlerinde, Allah'a niyaz ve dua etmeye başladı:

-Allahım! Her üzüntü ve sıkıntıda güvencim, dayancım sensin! Her nimetin velisi, her iyiliğin sahibi sensin! Allahım! Kufeliler beni aldattılar. Bana hile ettiler. Babama ve kardeşime yaptıklarını, bana da yaptılar. Allahım! Onların işlerini boz, dağıt. Hepsini birer birer topla ve yok et!

Boğuk cılız bir ses geldi ötelerden ; "Yezit adına Ubeydulaha biat et!" diye seslendi.

Bunu duyan Zübeyir onlara dönerek; "Hz. Fatımanın oğlu biat edilmeye fasıklar güruhundan daha layıktır." dedi Saltanat hırsı bürümüş gözü dönmüşlerden Şemir bir ok fırlattı. Zübeyr büsbütün sinirlendi; "- Be adam ben sana hitap ediyorum uzlaşmak için, seninse yaptığına bak. Allah'ın kitabından iki ayet doğru dürüst okuyamazsın. Seni ancak azab-ı elim ile tebşir ederim.

Küfelilerden Hür ve 30 kişi daha ileri atıldı ve avaz avaz bağırdı:

-Allah'ın Resulü'nün kızının oğlu size üç teklifte bulundu. Onlardan hiçbirini kabul etmediniz! Biz şimdi onun safına geçiyor ve ölünceye dek çarpışmaya ahdediyoruz! Basireti kapanmışlar ordusu Peygamber çiçeklerinin karşısında bir zulüm kalesi gibi, etraflarını sardılar. Onların vefasız komutanları ve yardımcıları, İmam Hüseyin'in bu teklifine razı olmadılar. Onların eline fırsat geçmişti ve bunu da değerlendireceklerdi. Dünyevi hırs ve saltanatı Ehl-i beyt sevgisine tercih ettiler. Çünkü onlar Hz.Peygamber'in(sav) getirdiklerini sindirememiş, algılayamamış, zalim ve zorba bir güruhtu.

 

Şahadete Koşanlar :    

Hz. Hüseyin'in Ashabı şiddetle çarpışıyordu. O halde otuz kişiden ibaret süvarileri, her taraftan hücuma geçmiş bulunan Küfeli süvarilere karşı kahramanca çarpışıyorlar, onları bozup dağıtıyorlardı. Hür haykırıyordu;

"-Beni mi korkutacaksınız, ben aslanlar topluluğuna geçtim."Hür hakkında Küfeliler "onun kadar korkusuz ve telaşsız kimse görmedik." diyorlardı. Said bin Abdullah, savaş kızıştığında, Hz. Hüseyin'e atılan oklara kendisini siper ederek şahadet şerbetini bir anda içmişti. Nafi bin Hilal ise üzerinde adı yazılı zehirli oklarla onlara korku salmaktaydı okları bitince, ardında onlarca ceset bırakarak şehit olacaktı. 

Kerbela'da bulunan biri, Kahraman Abis hakkında şöyle der: İki yüzden fazla Küfeliyi önüne katmış kovalarken gördüm. Fakat kendisini her taraftan kuşatıp, ancak taş yağmuruna tutarak şehit edebilmişlerdi. Ziya ül Kindi iyi ok atardı, her attığında da kalkar bakardı. Hz. Hüseyin'in önünde yüzden fazla ok atarak isabet ettirmiş ve ancak atacak okları bitince şehit olmuştu. Hz. Hüseyin'in ehlinden büyük oğlu Ali-ül Ekber, kahramanca naralar atıp birçoklarını öldürdükten sonra ancak şehit edilmişti. Hz. Hüseyin'in kucağında, ağzı süt kokan bir cennet gülü yavrusu vardı. Zalimler ok yağmuruna tuttular; her taraftan yağan oklar o masuma erişti. Ve imamın kollarında cennete uçtu gitti. Peygamber gülleri kahramanca savaşıp, önlerine geleni deviriyordu ama nafile, Münafıklar ordusu, bitmek bilmeyen sel gibiydiler. Artık cennete gitme sırası gelenler de; "Yarabbi senin için canımız feda olsun." diyorlardı. Allahü Teala da onları cennetine davet ediyor, şahadet şerbetini kana kana içiyorlardı.

  Binlerce zalim adam, dudağı susuzlukla yanan bir avuç gönlü yaralıya karşı çıkmışlardı. Zulüm fırtınalarının tufanı şefkat perdesini yırtmıştı. Bu münafıklar ordusunda merhametin, şefkatin ve sevginin zerresi bile yoktu. Kinleri gözlerini kör etmişti. 0 şehitler birliğinde ise korkunun ve alçalmanın eseri bile yoktu. Hz. Hüseyin'in kardeşleri, amcaları Akil ve Cafer'in çocukları ve Hz. Hasan'ın çocukları şehitliğe gidiş kemerini taktı ve sırası ile babalarının ve dedelerinin emanetlerini üzerlerine geçirdiler; ellerine aldılar ve böylece güçlerine güç kattılar. Kerbela Sultanı Hz. İmam Hüseyin'den müsaade istediler. İmam'ın şehla gözlerinden yanaklarına lale renkli gözyaşları iplik iplik dökülüverdi. "Ey imamet güllerinin goncaları, bu meydana çıkan geri dönmez, ben nasıl razı olayım" diyerek "ah" çekti...

     Hz. Hüseyin, her birisinin şahadeti ile biraz daha ihtiyarlıyor, saçına sakalına ak düşüyordu. Çadırdaki kadınların, çocukların susuzluktan inlemeleri yüreğini yakıyor ve belini büküyordu. Güneş bütün kavuruculuğu ile üzerindeydi. Ehl-i Beytin dudakları kurumuştu, bağrı yanmıştı ve bir damla suya hasrettiler. Fırat utanıyordu Gökyüzü sızlanıyordu; adeta "Biz Ehl-i Beyt'in susuzluğunu gidermeyeceğiz de kimin susuzluğunu gidereceğiz." diyordu. Ne var ki İmam Hüseyin; "Ya Rabbi, ümmetin başına gelecek bütün belaları bana ver" diyordu. En önemlisi Hz. Muhammed'in (s.a.v.) makamını artıracaklardı. Artık sıra İmam Hüseyin(r.a.)'in çocuklarına geldi. Bir bir destur istediler. Kadınların çadırdan sesleri geliyordu, bu sesler o Seyyid'in bağrından lime lime parçacıklar koparıyordu

  Hz. Hüseyin'in oğlu Şehzade Ali Ekber o zamanlar 8 yaşlarındaydı. Fakat zeki, güçlü ve gürbüz bir gençti. Hz. Peygambere çok benziyordu. Ne zaman Peygamberimizi özleseler, ona bakarlar, onu konuştururlar ve onu koklarlardı. 0 şehzade ata binerek çıktı meydana. Onu görenler Hz. Peygamberin torunu olduğunu simasından tanıdılar. Çeşitli oyunlarına hayran kaldılar. Önüne çıkanı biçiyordu. 0 küçük yaşıyla büyük işler yapıyordu. Güneşin sıcaklığı zırhına vurdu. Ağır demir yığınları başını incitmişti ve vücuduna ağır gelmeye başladı. Babasının yanına dönerek;

- Babacığım susuzluğum beni halsiz bıraktı, dedi. Hüseyin efendimiz Dedesinin yüzüğünü çıkarıp taşını dudaklarına sürdü. Susuzluğu gidince tekrar meydana çıktı. Bir müddet sonra tekrar sıcağa yenildi. "Baba ben yine susadım" deyecektir ama ne var ki er meydanından dönüş ancak Kevser havuzunadır. Atına binerek yüzlerce kişinin arasına daldı. Önüne geleni biçiyordu. Artık vücudu bir kalkan gibi oklara ve darbelere siper oluyordu. Atından düştü zalim Kerbela toprağına... Yüzüne bulaşmıştı o topraktan;  "Baba, beni bul!" diyerek bir nâra attı. 0 nâra Hz. Hüseyin'in gönlünü parçaladı. Bir evladını daha kaybetmişti Koca İmam...

Yazıklar olsun bağımıza girip taze körpe fidanları kıranlara, yazıklar olsun o gönül bağımıza girerek imametin körpe dalını kıranlara... İmamın bağrı yanıyordu. Ailesi ise ağlamaktaydı. Kadınlara sabrı tavsiye etti. Onları Allah'a emanet ederek gaza meydanına yürüdü. Küçük bebeğinin açlık susuzluk içinde olduğunu görünce, onu da yanına aldı. "Diyelim ki ben günahkarım ama bu küçük çocuğun suçu nedir?" diyerek bağırdı. "Ona su verin" diye bağırdı. Münafıklara kesin talimat vardı; "Yezid'e biat etmezsen bir damla su yok." dediler. İmam geri dönerken zalim bir ok fırladı ardı sıra, elindeki masumun boğazından geçerek koluna saplandı. 0 yavrunun ölümü ile 72 kişinin şehadeti tamamlanmıştı. Ne gam yoldaşı, ne arkadaş ne de bir dost kalmadı. Bela tuzağından ancak vefa ehli kurtuldu. Artık hasta ve zayıf olan Zeynel Abidin'den başka Hz. Hüseyin'e yardımcı olacak kalmamıştı. İmam Hüseyin, Zeynel Abidin'e; Kutsal emanetleri teslim etti. Aralarında bir kısım sırlar tecelli etti. Ve tok bir sesle  "Sana şehitlik izni yok!" diyerek onun meydana çıkmasına mani oldu. Hz. Hasan'ın, Hasenül Müsenna isimli yavrusunu da Esmau kabilesi'nden olan dayıları kaçırmıştı. Ayrıca, Hz. Hasanın oğullarından Zeydül Eblec, takdir-i ilahi gereği o esnada Fas da bulunmaktaydı. Hz. Peygamberin soyunun bekası için Hz.Hasan'ın iki Hz. Hüseyin'in bir oğlu sağ kalmıştır... Artık zaman yaklaşıyordu. Fakat dostların düğününe süslenmek gerekliydi. Çadıra girdi, saçlarını tozlarından temizledi. Mısır kumaşından, gayet kıymetli elbisesini giydi. Resulullah'ın sarığını bağladı. Hz. Hamza'nın zırhını omzuna yerleştirdi. Babası Hz. Ali'nin Zülfikarını eline aldı, şimşek yürüyüşlü olan atına bindi. Mübarek eline de bir kargı aldı. Meydana çıkarak; "Ey zalimler; sizden tek dileğim karşıma tek tek gelin."dedi. Heybetle vakarla dolu bir duruşla herkesin kalbine korku saldı. Onlara cengaverce " -Ey insanlar; Benim kim olduğumu düşününüz, sonra da vicdanınıza danışınız. Sözümü iyi dinleyiniz.! Ben sizin üzerinize vebal olan şeyi söylüyorum.! Ben kimim? Benim kanım hiç Müslümanlara helal olabilir mi? Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberin torunuyum. Annem, O nebinin kızı Hz. Fatıma, Babam ise amcasının oğlu Hz. Ali'dir. Şehitlerin efendisi Hz Hazma, cennete uçan Cafer babamın amcaları değiller mi? Hz. Peygamber efendimizin; " Ehli beytim Nuh'un gemisi gibidir. Ona binen kurtulur, binmeyen ise helak olur."hadisini bilmeyeniniz var mı? İçinizde bunları yalanlayan var mı? Eğer şüpheniz varsa ulu sahabelere gidin bir sorun bakalım!" diye haykırdı. Artık karşısına kimse çıkmaya cesaret edemiyordu. Önüne geleni biçiyordu; binlerce ok attılar. Sanki o oklar güneş ışığını kesmişti. Tek çare olarak hepsi birden üzerine çullandılar. Yine kimse yanına yaklaşmıyorlardı, o cennet bahçesinin gülü ağırlaştı, kalkamaz oldu. Vücudundan ağır yaralar almıştı. Mübarek vücudundan kanlar akıyordu. Hz. Hüseyin düşüp düşüp kalkıyordu. Nasipsiz olan zalim Zür'a bir darbe indirdi, ardından bir başka zalim Sinan arkasından gelerek onu mızrakladı. Artık yorulmuş, güçten düşmüştü.. Mecali kalmamıştı, sendeledi, dizlerinin bağı çözüldü, kendini yere bırakıverdi...Onu öldürmeye gelene dedi ki; "Beni öldürecek sen değilsin!." 0 gitti, melun Şimr Zil Cevşen geldi. İmam-ı Hz. Hüseyin ona dedi ki; "Zırhını aç, pis yüzünü göreyim." Yüzünü açınca "Bu bir nişânedir. Peygamberimiz; "Ehl-i beytimin kanına giren alaca bir köpeğe bakar gibiyim."diye buyurmuştu dedi. O anda göğe zalim bir kılıç yükseldi ve bir anda dünya toza dumana boğuldu. ... Eyvah, eyvah! Ümmü Seleme'nin sakladığı toprak, kana bulanmıştı ve acı haber bir anda kilometrelerce uzaktaki Medine'ye ulaşıverdi. Gözler kanla doldu ağlamaktan, pınarlar kurudu. Nasıl uzandı kolunuz kanadınız söyleyin? Hiç mi titremedi kalbiniz, eliniz... Bunun hesabını nasıl vereceksiniz söyleyin. Hz. Peygamberin öptüğü o boyna nasıl kıydınız. Hz. Fatıma siz kanına giresiniz diye mi onu büyüttü. Hz. Ali ona vefasızlık yapın diye mi fedakar, cömert, merhametli ve ahlaklı yetiştirdi.

Habib-i Kibriya'nın torunlarını çok sevmesi onlar için  hiçbir şey ifade etmiyordu. Gözlerini kin ve nefret bürümüştü. Ne hazindir ki, basiretleri körelmiş sevgisiz güruh, Allah ve Resulüne ihanetin en büyüğünü Kerbela'da işlemiştiler... Bu münafıklar güruhu, Hz Peygamberin torununa sahip çıkmadılar; getirdiği mukaddes dine nasıl sahip çıksınlar. Sad oğlu Ömer alçağı Kerbela'dan yola çıktı. Kufe'ye gelince şehitlerin başlarını kargıların ucuna takıp gezdirdiler. Küfeli yaşlı bir kadın, Hz. Zeyneb'e; "Bunların dili Resulullah'ın sünnetinden bahseder, fakat kalplerinde ondan eser yoktur." diyecekti. Evet, bu nasıl Resulullah'ı sevmekti böyle!

  Bu olaya karşı gelen bir çok insanın, kanları dökülecektir mukaddes Kabe'de bile.  Diğer Sahabe ileri gelenlerine de zulümler yapılacaktır. Allah'a verecekleri hesabı düşünmeyen zalimlerin başına, daha dünyada iken türlü türlü belalar geldi. O günden sonra hiçbir Müslüman, Yezid'in adını ağzına bile almadı, asla çocuklarına bu ismi vermedi ve ancak aldıkları beddualarla anıldılar. Yezid'e lanet okuyanlardan birisi de olaydan asırlar sonra yaşamış olan ve 1505'te vefat eden İmam Suyuti'dir. .

Ehl-i Beytin ise asırlardır isimleri yüceldi. Müslümanlar her namazlarında  "Allahümme salli ala seyyidine Muhammedin ve ali Muhammed "diyerek Peygamberimize ve ehli beytine dua etmekteler. İnananlar asırlar boyu Hz. Peygamber giydi diye hırkasını saklamaktalar. Onun mübarek sakalını ziyaret etmek için birbirleriyle yarışmaktalar. Her haliyle ehli beyt onların gönlündedir. En çok onların isimlerini koyduk çocuklarımıza, Aliler, Hasanlar, Hüseyinler ve Fatımalar... Hanelerimizde duvarlarımızı,  gönlümüzde kalplerimizi, camilerimizde ise mihrabımızı yine o isimler süsledi... O günden bugüne

 Evet, Hz. Hüseyin'in oğluna nasihati bizleri teselli ediyor. "Ey gözümün nuru! Sabırlı olmak yolundan ayrılma ki, o yol peygamberin ve evliyaların ahlâk yoludur. Eğer bize bu musibet nasip olmasaydı bizden sonra gelecek Müslüman kişilere bir bela inse, onu ilahi bir azap diye düşünecek ve üzüleceklerdi. Ne saadettir ki, bela bizim yanımızda hakîkat ehlinin sevgilisidir. Ve musibetin başa gelmesi ümmetin Allah'tan korkanları için bir teselli sebebidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.