A.Kerim KARAAĞAÇ

A.Kerim KARAAĞAÇ

ÇOCUK NASIL YETİŞTİRİLİR ön yazı

ÇOCUK YETİŞTİRİLMESİ ÜZERİNE ön yazı;

Kardeşlerim, çocuk nasıl yetiştirilir? Hem dünyası, hem ahıreti için neler yapmalıyız? Bu hususta yıllarca çalışmamın neticesi olarak sizlere biraz uzun da olsa bazı bilgiler aktarmak istedim.

Merak eden kardeşlerim için bu emeğimin ciddi yol göstereceğine inanıyorum. Benim uyguladığım metodun farklı versiyonlarını da tatbik edebilirsiniz. Önemli olan, çocuğunu seven kişilerin, çocukları için zaman ayırıp, onlar için bilgilenme ve öğrendiği bilgileri o masum yavrulara tatbik etmeleridir. Yazıımın ileri kısımlarında ayrıca teferruatlı bilgiler de vereceğim inşallah.       

Yüce Kur’anın muhatabı, Eşref-i mahlukât olan, ve kendisinin dışında yaratılmış her şeyin emrine sunulduğu mübarek insan.

Dünyaya teşrifinden sonra, hayvanata göre en uzun süre bakıma, eğitime ve korunmaya muhtaç olan insan..

İnsan, diğer yaratılmışlardan çok farklıdır. İnsan, öğrenen, öğreten, soran, sorgulayan, devamlı tekâmül eden, hesap yapan, hesap soran, işini bilen, işini takip eden, gördüğü her şeyi yerine göre değerlendiren, sadece beden gücünden değil, beyin gücünden (en önemlisi bu) de faydalanılan, zaman gibi devamlı akmakta olan bir şeyin farkında olan, daha sayamadığım nice özelliklerle birlikte, “eşrefi mahlukât” olarak yaratılmış güzel bir varlıktır. Bu kadar güzel hasletleri yanında, bulunduğu çevre ve şartlara göre de, katî olarak hiçbir canlının yapamayacağı, düşünemeyeceği ve neticelendiremeyeceği kadar adî, basit ve ilkel davranışlar sergileyendir. Yani, bir taraftan melek sıfatlı, bir bakıma da şeytana taş çıkartacak hainlikleri, tuzakları hazırlayabilecek evsafta.

Görüyoruz ki, bir hayvan kendi neslinin, yaşadığı süre içerisindeki bütün karakter ve davranışlarına, doğumunu takiben birkaç saat içerisinde sahip olmaktadır. Ya insan? Elinde oyuncaklarıyla henüz yap- boz oynayacak çağdaki bir çocuğa iktisat, ekonomi, sağlık vs. dersleri verseniz ne çıkar. Bir sonuç alabilir misiniz? Yaşına göre adım adım, onu ilgilendirecek, ilgisini çekecek bilgiler ve beceriler verilir. Meseleleri kemâl derecesinde yorumlama ve tahlil etmeye ise, ancak kırk yıl sonra sahip olacaktır. O da ancak sağlıklı bilgiler verilmişse, değilse; o şansı da yoktur.    

Öyleyse; neden melekî sıfatları artırılmasın? Neden hayvani yönü ehlileştirilmesin? Neden güç eline geçince, güçlü olduğunun farkına varınca, zayıfları korumak, kollamak, onlara merhameti sebebiyle ellerinden tutmak yerine, aç sırtlanlar gibi paramparça ederek yemeyi düşünsün.

Adem (as) den beri nefisle mücadele var, şeytani sistemler de var ve kıyamete kadar da devam edecektir. Onların karşısında tevhid dinine mensup olan, melekî sıfatları daha ağır basan, hayvani sıfatlarını yenme, ona galip gelme gayreti içinde olan bir topluluk da bulunacaktır. 

Allah(c.c.) ın Kur’anı Kerimdeki nice ayetleriyle bizden istediği de bu değil mi? “İman edip sâlih amel işleyenlere gelince, halkın en hayırlısı onlardır.” (Beyine-7) “Asra yemin ederim ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesna” (Asr suresi-1-2-3)                   

Bizleri yoktan var eden, rızıklandıran, hayat verip yaşatan Allah(c.c.), ilk insandan kıyamete kadar bâki olacak, insanların uyduklarında, uyguladıklarında, yaşadıkları süre hemcinsleriyle kavgasız gürültüsüz bir hayat sürmeleri ve öldükten sonra da rahat etmeleri için bir reçete göndermiş. Neden illa da kendi uydurduğunuz ve ilaç diye yutup durduğunuz zehirlerle oyalanıp duruyorsunuz? Alternatif olarak sunduğunuz kapitalist sistemlerde; insanı bir eşya, kadını da orta malı gibi, elden ele dolaştırarak kirletilen bir şehvet metaı haline getirmediler mi? İşte, görmüyor musunuz? Kiminiz hapçı, kiminiz eroinman, kiminiz kokainman, kiminiz alkolik ve de hepiniz sigara tiryakisi değil misiniz? Sonunda mezar çukuruna girmekle her şeyin biteceğini ve kurtulacağınızı mı sanıyorsunuz? Cehennem çukuru kimleri bekliyor, orası kimler için yaratıldı acaba?

Ne olur, yüzlerinizi şöyle bir tokatlayıp kendinize geliniz. Ne olur, iş işten geçmeden, “daha genciz, yaşlanalım da öyle” gibi bir lükse aldanmadan, hemen şimdi tevhidin kapısından içeriye giriniz. Ne olur, bu işi son nefese bırakmadan, sıhhat ve afiyet üzereyken Rabbinizin emirlerine dönünüz. Ne olur, Firavun vâri bir imanla göçmeyiniz. Ne olur, bu samîmi ve yalvarırcasına çağrıma kulak veriniz. Bu bir tebliğdir, hidayet Allah(c.c.)tandır.

Hali hazırdaki sistem ne ise, kendi uzantısında, sisteme uyumlu, itirazsız ve de sitemin devamını sağlayacak insanlar yetiştirecektir. Bu, kurulu sistemin tabiî neticesidir. Ya bu sistem, bir menfaat şebekesi tarafından kurulmuş ve halkını da koyduğu ceberut kanunlarla itaate zorluyorsa, inanma ve inandığını yaşama özgürlüğü yoksa ne yaparsınız? Üstelik “herkesin inanma, inandığını yaşama ve yayma özgürlüğü elinden alınamaz” gibi bir yasa maddesi de koymalarına rağmen, bu ancak hıristiyanlara uygulandı. Müslümanlara, hele bazı dönemler ne eziyetler edildi şu güzelim memleketimde. 117 bin alim Kur’an okutuyor, şapka giymiyor vs. sebeplerle idam edilmedi mi? Hamurdan bir put yapıp, acıkınca da yiyen bir kimseden farkı var mı bu tür sistemlerin? İnsanı baz alıp, bütün sistemini onun ihtiyaçlarına göre hazırlamamış, aksine sadece sistemin ayakta kalmasına göre hazırlamış modeller, halkına ancak zulmederler.

Etkilenmek insanın tabiatında vardır. Öğrenme de zaten bu yolla olur. Yanlış kurulmuş bir sistem içinde, hasbelkader yaşamak durumunda olan insanlar, etrafında olan biten her şeyden etkileneceklerdir. Doğruların ne olduğu kitaplarda yazılı bulunsa da, sadece öğrenme yolu okuma değil ki, duyarak, dokunarak, görerek ve hissederek öğrendikleri mutlaka baskın çıkmaktadır.  Yani, çevre şartları, kanunlar, okullar, öğretmenler ve idareciler aile yapısını müthiş etkilemektedirler.                                                                                                                                                                                                     

Şayet, sokaklar dekolte kıyafetlerle dolaşan aşüftelerle dolu ise, alt yapısı hiç olmayan (Kur’anî kaygı taşımayan) bir genç (erkek), böyle bir manzara karşısında ne yapar sorarım? İnsani vasıflarını zor muhafaza eder değil mi? Öyle birisinden, karşı cinse bir iyilik, bir hayır yapmasını beklemek saflık olmaz mı? Bırakın sokaktaki rast gele vatandaşı, kapitalist sistemlerde bütün bürokratlar, her alış verişlerinde, yapacağı yanlışlığın fark edilmeyeceğini bilirlerse “işini bilen” sınıfına dahil olmayacaklar mıdır? Paranın geldiği yer hiç önemli değil, yeter ki birilerinin cebinden “benim cebime geçsin”, hesabını yapmayacak mıdır? Kim bu hesabı yapar? Neden yapsın? Buna engel ne var ki? Ancak, Kur’anı Kerim’in ortaya koyduğu kaideler benimsenmiş ve ona tabî olunmuşsa…   (“Kim zerre kadar bir hayır veya zerre kadar bir şer yapmışsa onu (ölümden sonra) görür. Zilzal 7-8)” Evet, “bu dünyada neler yapmışsanız hesabını verin bakalım” denildiğinde; (“eyvah eyvah! Bizi Kabrimizden kim kaldırdı? Bu Rahman’ın vaat ettiğidir. Peygamberler gerçekten doğru söylemişler!” derler. Yasin:52) Fakat, geri dönüş mümkün mü?

Bir toplumun, biri birlerinin hak ve hukuklarına riayet ederek ayakta kalabilmeleri, ortaya koyacağınız eğitime ve caydırıcı cezaya bağlıdır. Allahuteâlâ koyduğu kaidelerle öyle güzel eğitmekte ki, iyiliklerin karşılığı olan mükâfatı ve kötülüklerin karşılığı olan mücazâtı hem dünyada hem de ölümden sonra hep önümüze koymaktadır. Kimselerin göremeyeceği, fark edemeyeceği bir yerde yalnız bulunan bir Müslüman, önünde hazineler de bulunsa tenezzül edip, elini bile dokunduramayacağını bilir, bilmesi gerekir ki, “kişi için ancak kazandığı vardır.”

İnsan yetiştirmek bir sanattır. Kocaman, heyulâ gibi binalar dikmekle iş bitmiyor. İçerisine koyacağınız beyinler ve bu beyinlere istikamet veren ölçüler, kaideler, kurallar nelerdir acaba? Henüz öğretmenlik formasyonu alamamış, kafasında kavak yelleri esen, maaşından başka bir derdi olmayan kimselere böyle bir vazife verilmişse, gel de çık bu girdaptan.

Sabah, dersine 3 veya 5 dakika gecikmiş bir öğrenciyi, “sen nasıl geç gelirsin” diyerek, geç kalmasının sebeplerini bile sormadan, hem derse almayacak, hem de sille tokat ufacık yavruyu döveceksin. Böyle bir öğretmen, zannediyorum ciddi bir bunalım içerisindedir. Bu gibi durumların bir izahını yapabilir misiniz? Ve ya böyle bir öğretmene canınız, ciğeriniz, yavrunuzu nasıl teslim edersiniz? Bilgisi kıt, sabırsız, tahammülsüz, görgüsüz ve de ahlaksız o kadar eğitimci var ki, öğretmen formasyonu verilmemiş deyişim onun içindir. Bu arada, onur ve haysiyeti ile vazifesini yapan kardeşlerimi de tebrik ederim. Kurulu sistemin, eğitime nasıl baktığının misallerini çoğaltmak mümkündür. Halbuki, karşınızdaki insan, insan yahu. Bazen bardakla, tabakla, bazen de kâğıtla, kartonla karıştırıyoruz bu emsâlsiz ve şerefli varlığı.

Her gün sabah, akşam andımız diye başlayan saçmalığı yıllarca hepimize okutmadılar mı? Neden okuttular? İleride tiner çeken sayısında patlamalar olsun ve biz, onların kafası demliyken daha fazla hortumlayalım diye, değil mi? Öyle değilse; lâik yobazlığın ve bağnazlığın, manevi değerlere sahip çıkanlara karşı, ayakta kalacağı birkaç günlük süre içerisinde, zulmüne devam etmesi içindir. Ya da; Her şeye rağmen, bu memlekette muhalif nüfus artıyor, öyleyse beyinsiz, beceriksiz ve iğdiş edilmiş olsunlar diyedir. Ellerinize teslim edilmiş şu günahsız canlara ne zaman sadre şifa bir şeyler öğreteceksiniz?

Elimde olmayan sebeplerle Türk olarak dünyaya gelmişsem, neden “varlığım Türk varlığına armağan olacak”mış? Neden anlamsız bir ırkçılık uğruna varlığımı ortaya koyacakmışım? İnsanlara mesuliyet yükleyen kaideler (Allah(cc.) tarafından konulmuş) ancak, insanın kendi iradesiyle seçip, yaptıklarıdır. Sonrasında da (Yevmi kıyamette) sadece onlardan hesap verecektir. Hepimiz Adem’in çocuklarıyız. Bir Türk’ün bir Yunanlıya, bir Fransız’a veya bir Çinli’ye katiyetle üstünlüğü olamaz. Kim ki Rabbiyle arası güzeldir, işte o kimse en güzel insandır.           

Hâl bu ve bu ahvâl içerisinde ne yapabiliriz? Bu şartları bilmeden ve ortaya koymadan faydalı bir çalışma yapmak mümkün değil. Kendimi ve benim gibi düşünen insanları, Rasulullah (sav.)ın Taif’te çocuklara taşlatılmasına benzetiyorum. Sistem yüz yıldır taşlamakta. Size karşı şartlanmış ve daha baştan düşman ilân etmekte. N.F.Kısakürek rahmetlinin tabiriyle” öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya”.               

İnsanı en iyi tanıyan, gene onu yaratanıdır. Rabbimiz, insana karşı hep rahmetle ve şefkatle mühlet vermekte. Bizlerin, insanı(biri birimizi) iyi tanıyamadığımızın göstergesi şudur ki; hep biri birimize zûlmediyor, aşağılıyor, kınıyor ve hayat hakkını elinden almaya çalışıyoruz. Neden bu kadar âdi ve aşağılık durumlara düşüyoruz? Neden? Neden biraz daha geniş düşünemiyor, paylaşmayı, yardımlaşmayı ve de affetmeyi hiç aklımızın ucundan geçirmiyoruz? Neden hep Kârun’laşmak gibi bir niyet taşıyoruz da, Muhammedi bir kalbe, kafaya sahip olmayı reddediyoruz? Bunun için bazen bilgi de kâfi gelmiyor.

İnsan bazı şeyleri, başına gelmeden teorikten pratiğe aktaramıyor. Yani, gerçek şudur ki; “ateş düştüğü yeri yakıyor”. Kendi evinde yangın olmayan, yanan komşu evi de olsa, akraba evi de olsa, diğer Müslümanların evi de olsa, maalesef hikâye geliyor. “Başkasına değen, saman çuvalına değermiş” derler. İşte bu söz yerine oturuyor. “Bana değmeyen yılan bin yıl yaşasın” sözü de bu mealde söylenmemiş mi? Bunun gibi, insan egosunun ekseriye öne çıktığını anlatan onlarca atasözü vardır. Biz de, çocuklarımız olup, büyümeye başlayınca fark ettik taşın sert olduğunu. Ateş içimize ancak o zaman düştü. “Ne yapabiliriz”i ciddiye almaya o zaman başladık.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.