Aşiret ve ağalık

Kürt sorununu ve bölgenin toplumsal yapısını feodalite ve aşiretle açıklamak mümkün mü? Hayır. Yaşar Kemal'den Orhan Kemal'e, Mahmut Makal'dan Fakir Baykurt'a kadar Marxist-sol romancılar yıllardır bunun romanını yazmaktadırlar. Hakikat şu ki, ne aşiret yapısı öyle tasvir edildiği kadar korkutucudur ne de aslında bölgede feodal bir yapı vardır.

Osmanlı toprak sisteminde serf-senyör ilişkisi yoktur. 1808'de devletle Sened-i İttifak imzalayan eşraf ve ayan Batı feodal beyleriyle aynı kategoride ele alınamaz. Bizans'ın derebeylik sistemi Hz. Ömer'in Irak'ı fethettiği Kadisiye Savaşı'yla son buldu. Sevad arazisine getirdiği yeni statü, haraç ve miri arazi şeklinde Bilad-ı Şam, İran ve Anadolu'da 19. yüzyıla kadar sürdü.

İlk defa toprak üzerinde özel mülkiyete kapı aralayacak olan gelişme 1858 Arazi Kanunnamesi'yle başlar. Batılılaşma geliştikçe toprak düzeni değişir. Ancak bugün herkesin şikâyet ettiği ağalık Ermeni ve Rumların tehciri, mübadelesi ve Cumhuriyet döneminde çıkan isyanların bastırılması karşılığında devletin yörenin nüfuzlu kişilerine geniş topraklar dağıtmasıyla ortaya çıkar.

"Aşiret ilişkileri" ise çözülme sürecine girmiş olsa bile hâlâ devam etmektedir. IHH'nin geçen sene GENAR'a yaptırdığı araştırma bize ilginç ipuçları vermektedir: Bir aşirete mensup olduğunu söyleyenler yüzde 11,1. Bu da kısmen olumsuz toplumsal davranışlara kaynaklık etse de, en genel anlamda olumlu rol oynamaktadır. Sözgelimi, bireylerin güvenli ortama, ailelerin iç sosyal güvenliğe sahip olmasının ve suç oranlarının düşüş göstermesinin önemli sebeplerinden biri koruyucu aşiret yapısıdır. TV dizilerinde aşiret yapısının kötülenmesi, bölgenin tümümün ağır bir aşiret esareti altında yaşıyormuş gibi gösterilmesi; bölgenin tarihî, toplumsal ve aktüel gerçeklerini yansıtmadığı gibi, "bir tür bölgesel ırkçılığın yayılması"na da sebep olmaktadır. Araştırmanın bize sunduğu veriler çok anlamlı:

Mesela deneklerimizin yüzde 75,8'i, birinci derecede bir yakınları öldürüldüğünde, "hemen polise başvuracaklarını" söylemektedirler. Bu, elbette kendi başına kan davasına kalkışanların olmadığı anlamına gelmez, ancak geçmiş yıllarla mukayese edildiğinde bu nispetin hayli düştüğünü göstermektedir. Yine deneklerin yüzde 70,2'si, "istemediği birisiyle evlenmesi durumunda kızına bir şey yapmayacağını" belirtmektedir. Bu da, geri kalan oranın töre cinayetine başvurduğu anlamına gelmiyor, bir kısmı polise başvurmayı düşünüyor, bir kısmı evlatlıktan reddedebileceğini söylüyor. Töre cinayetlerinden dolayı ailesinde ölenlerin oranı yüzde 1,9 görünüyor; bu tabii ki önemli bir rakamdır, ancak ihmal edilmemekle beraber bölgenin ana karakteristiğini teşkil edecek kadar da değildir. Yukarıda geleneksel ve klasik formu içinde aşiret yapısının istikrarlı bir şekilde çözülmekte olduğuna değinmiştik. Bu, aşiretin otoritesi ve bağlayıcılığı konusunda kendini açıkça göstermektedir. Mesela deneklerin ancak yüzde 21,1'i "kendilerini aşiretin kararlarına uymak zorunda hissettiklerini" söylemektedirler.

Bölgenin geçirmekte olduğu sosyal değişimi anlamanın bir yolu da medeni hayatta yaşanan gelişmelerdir. Burada evlilik şekli, nikâh ve evlilik yaşı bize bir fikir verebilir: Geleneksel anlamda görücü usulüyle evlenenlerin oranı bölgede yüzde 78,3; diğer bölgelerde yaşayan bölge insanları arasında ise yüzde 56,1 gözükmektedir. Diğer etnik kökene mensup ailelerde de bu usul devam etmektedir.

Batı bölgelerine oranla bölgede evlilik yaşının daha küçük olduğunu söylemek mümkün. Deneklerin yüzde 44,6'sı 16-20 yaş arası, yüzde 32,2'si 21-25 arasında evlenmektedirler. 10-15 yaş arası evlenenler yüzde 10,8; 26-30 arası evlenenler yüzde 10,7. Bu veriler, bölgenin katı aşiret yapısı içinde ve "feodal ilişkilere hapsolmuş" olarak yaşadığını iddia etmek için yeterli mi? Tabii ki hayır. a.bulac@zaman.com.tr

Önceki ve Sonraki Yazılar