Av. Mehmet YALÇINKAYA

Av. Mehmet YALÇINKAYA

HOCAM İSTERSE

Lise hayatı vur patlasın, çal oynasın havasında geçti. Ramazan ayında annesinin ısrarı ile birkaç gün oruç tutar, bayram namazlarına babası ile giderdi. Pek ibadetle işi olmazdı. Okulu erkek lisesi olduğu için, o zamanlar kız öğrenciler alınmazdı. O da, her fırsatta Kız Meslek Lisesi’nin önüne gitmekten ayrı bir haz duyardı. Özellikle güneşli günlerde soluğu kız arkadaşlarının yanında aldığından devamsızlık hakkını (!) sonuna kadar kullanırdı.

Bazı sınıf arkadaşları lise sıralarında bir ideal uğruna yaşamaya başlamıştı. Okul sonrası kendi aralarında buluşup, kitap okuyorlar, sohbet ediyorlardı. Onlardan özellikle uzak duruyordu. Çünkü ortak hiçbir konuları olmadığı için yanlarında sıkılıyordu. Bu arkadaşları din, iman, ahiret, günah, sevap diye kesin hatlarla konuşuyorlar, siyasi çalışma yapmayı da seviyorlardı. Ona ve onun gibi olan öğrencilere “sevgenç” diyorlardı. O da o tip çocuklara “sofu” demekten hoşlanıyordu.

Emrah, liseden mezun olduğunda fizik öğretmenliği bölümünü tercih etti. Aslında hedefi, fizik mühendisi olmaktı. Aldığı puan bazı mühendisliklere yetmesine rağmen ileride geçiş yaparım umuduyla fizik öğretmenliği okumak istedi. Sofu dediği bir arkadaşı daha aynı fakülteyi kazandı. Bu durum pek hoşuna gitmese de arkadaş arkadaştır deyip belli belirsiz sevindi.

O yaz ÖSS sonuçlarının açıklanmasından hemen sonra trafik kazasında babasını kaybetti. Bir anda boşluğa düştü. Üç kardeşin en büyüğü olması altından kalkması zor sorumluluklar almasını gerektirdi. Annesinin katı tutumu, tavizsiz duruşu ve sık sık;

-Baban sağ olsaydı ne yapman gerekiyorsa aynısını yapacaksın. Birbirimize destek olarak hayatımız devam edecek. Okumazsan bir daha sana evladım gözüyle bakmam, sözü sayesinde gidip kayıt yaptırdı.

Büyük şehirlerdeki fakülteleri kazanan arkadaşları daha gitmeden kalacak yerlerini ayarlamışlardı. Emrah, hem bu işlerden uzak olduğu, hem de nasıl olsa devlet yurduna yerleşirim düşüncesi ile hareket ettiği için açıkta kaldı.

Üç ay kadar bir pansiyonda yattı. Sadece yatak ücretine anlaştığı halde, ekonomik olarak buna dayanmak mümkün olmadı. Okuldan ayrılmayı düşündüğü hafta sınıftan bir arkadaşı, “gel, bizim evlerimizin birisinde kal” diye teklif getirdi. Doğrusu kalmaya cesaret edemedi. Çaresiz kalınca liseden arkadaşına bu hususu açtı. Arkadaşının sorduğu soruyu ve bu soruya verdiği cevabı bugün bile unutması mümkün değildi.

-İlk ve en önemli sıkıntın sabah namazında çıkabilir. Sabah namazına kalkmak sana zor gelir mi?

-Lisede Cuma bile kılmazdım. Babamın vefatından sonra namaza başlamayı zaten düşünüyordum. Her şeyde bir hayır vardır derler. Kalacak yer bulamayışım manevi açıdan belki benim için bir fırsata dönüşür.

-Benim kaldığım yerde başka bir öğrenci için kontenjan yok. Pansiyonda kalmakla bu okul bitmez. Sonuçta onlar da temiz insanlar. Bence git kal.

O zamanlar İstanbul’da sözüne güvenebileceği tek insan olan lise arkadaşının bu cevabı, Emrah için hayatının tamamını değiştirecek bir yola girmesine sebep oldu.

Fakülte günleri, o geceden sonra bambaşka havaya büründü. Okulda ve okul haricinde, kendini yetiştirmeye çalıştı. Okudukça, sohbetlere katıldıkça, lise döneminde neleri kaçırdığını daha iyi anladı. Ders dışında, nerede bir ağabeyin sohbeti, konferansı varsa orada olmaya özel gayret sarf etti. Kısacası katılabileceği bütün faaliyetlere katıldı. İlk yaz tatilinde memleketine döndüğünde ondaki değişim en çok annesini sevindirdi. Oğlunun müşfik tavırları, namazı, niyazı çok hoşuna gitti.

Fakülteyi bitirdiği sene, MEB’de görev almayı düşündü ama yurt dışında bir kolejde görev alması istendiğinde tereddütsüz kabul etti. Şansına, Tanzanya düştü. Altı yıl kara kıtanın kara insanlarına hizmet etti.

Tanzanya’dan ayrılırken yolcu etmeye gelen arkadaşlarına tek tek sarıldı. Gözyaşlarına mani olamadı. Akıp giden bu damlalar, gurbetin sılaya dönüşmesine tam anlamı ile sevinememenin gözyaşlarıydı. Bekâr olarak geldiği bu kıtadan iki çocuk babası olarak ayrılıyordu.

Altı yıl boyunca, cemaate girdiği günden beri yaptığı gibi, Tanzanya’da da kendisine verilen tüm görevlere eksiksiz koştu. Sormadan, sorgulamadan “Bizden istenildiğine göre bir hikmeti vardır, büyüklerimiz bilir” şeklinde özetlenebilecek tavrı, hayat felsefesinin ana parçası haline geldi. Cemaatinin geleceği, kendisi, ailesi ve ülkenin geleceğinden daha önemli olmuştu.

Aslında bu tavır, yirmi beş yıllık yaşantısının yanlış temeller üzerine inşa edildiğinin bir göstergesiydi. Emrah, bu yanlışlığın daha önce de bir iki sefer farkına varmış ama üzerinde durmamıştı. Ülkede yaşanan son olaylar sebebi ile ciddi bir yol ayrımına girdiğini yeni anlıyordu.

17 Aralık sürecinden sonra, boşanmak niyeti ile hemen hemen aynı sebeplerle ofisime gelen on bir çiftten birisi de Emrah ve eşiydi. Hiçbirinin davasını üstlenmedim. Ne yaptılar bilmiyorum. Meslek hayatımda, görünürde fındıkkabuğunu doldurmayan ama eştikçe maddi anlamda olmasa bile manevi bakımdan içimi bu kadar burkan boşanma gerekçesi görmedim.

Emrah, 17 Aralık sürecinden sonra Türkiye’de oluşturulmak istenen büyük yangına odun taşıdıklarını düşünüyordu. Kendisini taşeron firmada çalışan vasıfsız işçi gibi görüyordu. Yıllardır peşinden sürüklendiği ve ideal diye bağlandığı kimselerin, fütursuzca, kadir kıymet bilmeden, ülkedeki mütedeyyin bütün insanları üzen davranış ve sözleri Emrah’ı derinden yaralamıştı. Özellikle anasının, “Bu başbakana lanet okuyanların iki yakası bir araya gelmez, senin de böyle bir düşüncen varsa hakkımı helal etmem” sözleri deyim yerinde ise içini dağlıyordu.

Yanımda eşi ile ciddi bir tartışmaya girdiler. Hakaret noktasını geçmeden ama sürekli o noktanın çevresinde dolanarak konuştular. Sözlerini eşinin şu cümlesine kadar hiç kesmedim:

-Ben hocamın yanında yer aldım. O ne derse doğru olduğuna inanıyorum. Değil sen dünya birleşse, hocamın aleyhinde olanı tanımam.

Tartışmanın burasında şu soruyu sordum:

-22 yıllık evli, iki çocuk sahibi insanlarsınız. Diyelim ki, hocanız; “Bırak kocanı, ayrıl” dese hiç düşünmeden boşanır mısınız?

-Vallahi de billahi de bu sözün hocam tarafından söylendiğini bileyim, hiç düşünmeden, sebebini sormadan boşanırım. Yeter ki, hocam istesin!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum