Bahattin KARAGÖZ

Bahattin KARAGÖZ

NEVZAT KÖSOĞLU’NU DUYAN VAR MI, HU?

   Tarih geçmişteki olayların laboratuvarıdır. Üzüntüleri, husumetleri, niyet ve yaklaşımları içinde saklar. Tarihi dikkate almayan milletler hafızasız insan gibi davranırlar.

       Yakın tarihimiz yanlış anlaşılmaların, oyuna getirilmelerin, birbiri için hatırlanması istenmeyen ithamların resmi geçidi olarak çöplüğe atılması gereken nice olaylarla doludur. İnsanın iyi ki hafızası var ve yine iyi ki insan hafızamızın da  unutma diye bir arızası var. Bu şükürlük bir nimettir.

         Bir bilgenin dediği gibi kâmil insan iki şeyi hep hatırlamalı ve iki şeyi de tamamıyla unutmalıdır. Yaradan’ı ve ölümü hatırlamadan vaz geçmezken yaptığımız iyilikler ile  uğradığımız kötülükleri unutma rahatlığını göstermeliyiz. Kul hatasız olmaz diyerek bazı davranışları sineye çekebilmeliyiz.  Esasen İslam öğretisi de bunu söylemiyor mu? Yaradılanı yaratandan ötürü hoş görmek, ortak mağdur ve mazlum olduğumuz konularda birbirimize sevap ve günah bindirmemek  ortak aklın da gereği değil midir? Uzlaşma ararken, hoşgörü bayraktarlığı yaparken, diyalog kapısını hep aralık tutarken her kişi ve kesimin kendi nefsi için vaz geçmek durumunda olduğu duyarlılıklar  bulunduğunu kabul etmeyecek miyiz? Yoksa birbirine yaklaşmak, beraber yan yana yaşamak mümkün müdür?

           İçinde yaşadığımız günler  makul olan ile cinnetin hesaplaştığı bir ortamı sergiliyor. Darbe korkusuyla Silivri Cezaevi Genel Kurmay Başkanlarına kadar yüksek rütbeli subaylarla doldurulurken, darbe soruşturmaları TBMM gündeminde de araştırma KOMİSYONLARINI meşgul etmeye devam ediyor. Devletin bağırsaklarını temizleme ameliyesi diye takdim edilen  ve   neye hizmet ettiği anlaşılamayan süreç her kesin yeniden her şeyi hatırlamasında bir fazilet varmışçasına işlemeye ve işletilmeye devam ediyor.

          Özellikle 12 Eylül ile hesaplaşma adı altında '' ahı gitmiş, vahı kalmış'' iki piri faninin çerçevesinde ideolojik çatışmalar yeniden tazelenmeye kalkışılıyor. Devrimci ve ülkücü sıfatlara sahip memleket evlatları yeniden aktive edilerek birbirine yönlendirilmeye çalışılıyor.

         Bu KONU;  kendisinden TBMM içinde ifadesine başvurularak yararlanılmak istenen eski MHP Genel Sekreter Yardımcısı ve Erzurum Milletvekili hukukçu, yazar Nevzat Kösoğlu’nu da ziyadesiyle rahatsız etmektedir.

          Nevzat KÖSOĞLU, günümüzün Ziya Gökalp’ı denilecek bir düşünürüdür. Kendisine TBMM  Başkanlığı tarafından Türk Kültürü’ne hizmet ödülü verilmiştir. Bir Vatan Kurtarma Hikayesi adlı hatıraları vardır. MTTB  döneminde İsmail Kahraman, Mehmet Niyazi Özdemir, Faruk Yücel gibi isimlerle keskin şekilde gençlik hareketlerine katılmıştır. Türk Kimliği üzerine, edebiyat ve düşünce hayatımız hakkında, Said Nursi, Ziya Gökalp, Yahya Kemal, Peyami Safa, Dündar Taşer, Galip Erdem vs. gibi fikir önderlerinin biyografileri çerçevesinde pek çok kitaba imza atmıştır. Şehit Enver Paşa adlı çalışması alanında en fazla sorgulayıcı bir eser olmak hüviyetini önümüzdeki  yıllarda  da sürdürecektir.

         Sayın Nevzat KÖSOĞLU  ile 12 Eylül öncesini özgün şekilde değerlendireceği bir röportaj  yapabilme imkanını daima aramışımdır. Soru cevap çerçevesinde değil, tam bir hasbihal kıvamında aşağıda iznini alarak sunacağım haykırışını dikkatlerinize havale etmek istiyorum.

       Ortak akıl sahiplerinin, ülke üzerine titreyen beyinlerin bu aydın haysiyeti ve toplumsal sorumluluk bilinci  taşıyan çıkışları dikkate almasını umuyorum.

       İşte  12 Eylül İhtilali yüzünden bir yıl Mamak Sıkı Yönetim Mahkemesi duruşmalarında tutuklu kalmış fakat mahkeme heyetini delişmen, cesur  tavır ve söylemleriyle bunaltmış olan Nevzat KÖSOĞLU’nun geçmişi fazla karıştırıp kurcalamak isteyenlere hitaben yazdığı tarihe not düşülen yazısı aşağıdadır. İnşallah  habername.com sayesinde  ilgilisine gitmiş olacaktır…

 

                                 YANLIŞ YAPIYORSUNUZ…

                                                                              Nevzat KÖSOĞLU

          Yazmasam bir türlü, yazsam bir türlü. Yanlış, bir toplumsal dalga halini almaya başlayınca, yazmak gerekiyor. Ben yazayım, bir yanlışı düzeltmeye çalışayım; eğer yazdıklarım doğru ise tesirini Allah yaratır. 

          Bu girişten sonra çok büyük şeyler yazmaya yelteneceğimi zannedebilirsiniz; hayır, çok basit; duygusal atmosferi soğumamış alanlarda tarihle yüzleşilmez. Yaptığınız tarihle yüzleşme adı altında yaraları kaşımak, yeni hırs ve düşmanlıkları tahrik etmek, toplumu ajite etmek olur. 12 Eylül 1980 Hareketi’nin yeniden ortaya sürülmesi, Meclis Araştırma Komisyonlarının kurulması ancak bu tahriklere yataklık eder.

          Niçin? Çünkü ben hayattayım ve benim gibi binlerce insan henüz hayatta. Mamak’ta gençlerimize o zulümleri yapanlar hayatta; Ülkücüler hayatta ve ölümüne dövüştükleri Marksistler hayatta. Siz bu insanları mahkemelerde yahut komisyonlarda karşı karşıya getirmekle hangi tarihle yüzleşeceğinizi sanıyorsunuz? Saptıkları batılın karanlıklarını devlet güçlerine yıkmaya çalışanlar bile ülkücüleri karşılarında görünce yaraları depreşmeye başlayacaktır. Mahkeme kararıyla beraat ettiği halde Ökkeş Şendiller’e Silivri mahkemeleri önünde katil diye bağıranlar tarihle mi yüzleşiyorlardı?

          Tarihle yüzleşmek için, olayına göre soğutucu ve yeterli zaman geçmeli, ondan sonra belgeler üzerinden gerekli inceleme ve değerlendirmeler yapılmalıdır.  Oğlu vurulmuş bir ananın gözyaşları akarken, karşısına geçip tarihle yüzleşilmez. Doğu Anadolu’muzda olan bazı olaylar için ayrıca şartların uygun olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir; çünkü bu olayların tahrişi ile akacak kan üzerinden bölücülük yapanlar vardır.  Vatansever insanlar benzeri yakın yahut uzak acı hatıralar üzerinden siyaset yapmazlar. Yapamazlar, çünkü o hadiselerdeki hata, artık bütün milletindir. Senin partin, benim partim diye çekişmek, hüzün veren bir basitliktir.

          Biz henüz Osmanlı son döneminin sağlıklı bir muhasebesini yapamamışken, hangi sivri akıllar bu 12 Eylül hesaplaşmasını çıkardı? Basın zaten vur deyince öldürüyor… Mal bulmuş Mağripli gibi nasıl da üstüne atıldılar! Ne derseniz deyin, basın değer tanımıyor; tiraj dışında hiçbir değer tanımıyor. Atatürk’ten başka da basınla baş edebilen bir devlet adamı tanımıyorum. 

                                                 *            *       

          Ülkücüler susuyorlarsa, eski tüfeklerin edepsizliklerine cevap vermiyorlarsa, yaptıkları vatan savunmasının kutsallığını unuttular mı sanıyorsunuz? Bütün silahlı kuvvetlerin ve siyasi partilerin akılsız ve vicdansızca körlüğüne karşın Sovyet emperyalizminin ayak seslerini unuttular mı sanıyorsunuz?  Sağ ve sol siyaset aktörleri, iki taraf kavga ediyorlar diye denge kurmaya çalışırlarken, silahlı kuvvetlerin de ayni basiretsizlik içinde denge arayışı ile gençleri birer rakam olarak astığını ülkücüler unuttu mu sanıyorsunuz? Bütün Türkiye çapında yüz binlerce ailenin çektikleri unutuldu mu dersiniz?

          Şimdi ne istiyorsunuz? “ Vah, vah, bizi kullanmış birbirimizle vuruşturmuşlar” diyeceğimizi mi zannediyorsunuz?  O kadar aptal mı görüyorsunuz bizi? Araya sokmuş olabileceğiniz üç beş ajanın hiçbir önemi yoktur. Biz, o gün sokaklarda slogan atan bir genç ülkücünün bir generalden çok daha isabetli ve sağlam düşündüğünü yaşayarak gördük. Çünkü, Boğazlar, Kars, Ardahan, Artvin gibi yurt toprakları üzerinde Sovyet emellerinden habersiz generaller gördük; Afganistan’da insanlar vatanlarını korumak için Bolşevik ordularıyla savaşırken, bu tehdidi bir masal gibi dinleyen generaller gördük.

          Şimdi ne değişti? Evet dünya değişti; ama 1970’in şartlarında ne değişti ki, neyi yeni öğrendiniz ki 1970’lerin tarihiyle yüzleşmek istiyorsunuz?  O yıllarda başını önüne eğip, kitaplarını koltuğuna sıkıştırıp okullarının kapısından geri dönenler ve içlerinden buğz edenler bu gün neyi öğrendiler ki onu halka anlatmak için tarihle yüzleşme istiyorlar? Ülkücülerin yüzde yüz bir vatan savunması yaptıklarını söyleyebilecek misiniz? Değilse derdiniz ne? Olan biteni ordunun içindeki yasal yahut yasa dışı oluşumlara bağlayarak siyaset yapabilirsiniz; ama asla tarihle yüzleşemezsiniz. Çünkü yüzleşme gerçek üzerine olur. Ordunun da böyle bir yüzleşmeye girebileceğini sanmam; çünkü onlar da, siyasilerden daha akıllı, daha vatanperver, daha sağlam görüşlü değillerdi; onlar da denge oynuyorlardı.  Sokaktaki ülkücü bütün nitelikleriyle onlardan üstündü; çünkü, konuşu doğru idi; yani kıblesi doğruydu, sloganları bile hükümetlere ve ordulara ilke olabilecek düzeyde idi…

          Şimdi Sovyet tehdidi ortadan kalkmıştır. Coğrafya ayni coğrafyadır ve Rusya’nın da, Türk dünyasının da coğrafyadaki yeri değişmemiştir. Ülkücüler bunu bilirler; ama Rusya ile her türlü ilişkiye, gerçekçi bir dostluğa kimsenin bir dediği yoktur. Eski Marksistlere gelince, bir kısmı zaten yolu doğrultmuş ve ılımlı bir çizgiyi tutmuşlardır. Tutmayanlar ve hala ideolojik sapmalarla uğraşanları varsa, onlarla da emniyet güçleri uğraşsın ve insan haklarına saygıda duyarlı olmak üzere uğraşsın; bizim gönlümüz böyle söyler. Gönlümüzü kirletmeyin; biz Arif Nihat Hoca’nın sesiyle bir “Affı Umumi” ilan etmişiz, bizi rahatsız etmeyin. Biz Anadolu’nun hatta daha ötesinin gönül birliğini düşleyen temiz yürekli, Anadolu’nun bütüncü çocuklarıyız; tarihle yüzleşiyoruz diye, bir kesim eski hasımlarımızı çıkarıp bize küfrettirmeyin; bunda millet faydası yoktur. Ülkücülerin o yıllardaki mücadele mantığını anlamaya çalışın, tarihin akış çizgisine biraz dikkatlice bakın, o günün gerçeklerini görürsünüz; o da yeter. Öfkeleri yeniden canlandırarak, haklı yahut haksız milletin evlatlarını yeniden karşıt durumlara düşürmeyin. Biz artık milletimizin öyle bir tehditle karşı karşıya olduğunu düşünmüyoruz; bizi lütfen o günlere döndürmeyin!

Biz  Arif Nihat Asya Hocamız gibi gerçek bir  ‘’Afv-ı Umumi ‘’ ilân ettik:            

Kazayı, belâyı, eceli;

Hâbil’i, Kaabil’i;

Melek olduğuna güç inandığım

Azrail’i

Affettim.

Açarken yapraklar, açarken güller

Diyar diyar, belde belde, dağ dağ

Gölgemin gölgesi kara haber,

Seni de;

Takdir, mukadderat, kader;

Seni de affettim!...  

                                                               Bizi rahat bırakın!

 

……………………………………………….

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.