Bilgin ERDOĞAN

Bilgin ERDOĞAN

Adalete Baş Veren Bir Nebi: Yahya Aleyhisselam

Adalete Baş Veren Bir Nebi: Yahya Aleyhisselam - Bilgin ERDOĞAN

(MELEKLER SESLENDİLER:) EY ZEKERİYA! İŞTE BİZLER SANA ADI YAHYA OLAN BİR OĞLAN ÇOCUĞU MÜJDELİYORUZ! (ALLAH BUYURUYOR Kİ) DAHA ÖNCE HİÇ KİMSEYİ ONA ADAŞ KILMADIK” (MERYEM 19-7).

Tarih, adalete ve vicdana baş verenlerle, onları boş verenlerin çatışmasıdır...(B.E.)


Zekeriya'nın yıllarca duasıydı Yahya... Çocuğu olmamasının ıstırabıyla karışık Zekeriya'nın Rabb’ine gözyaşlarıyla yaptığı münacaatıydı... Yakup hanedanlığının öksüz kalma ihtimali endişelendiriyordu onu daha çok... Zira bu hanedanlık, tevhidin ve adaletin sözcüsüydü o dönem... Zekeriya'dan sonra ise liyakatli bir yiğit yoktu bu hanedanlığa sahip çıkacak... Onun için Rabb'ine yalvarıyordu bir oğlum olsun ve onu tevhit ve adalet eksenli yetiştireyim diye... Dualarını göklere uçuruyordu geceler boyu kanatlar takarak gözyaşlarından... Gönlüne akan gözyaşları adeta bir tufana dönüşüyordu her geçen gün...

Zekeriya içinin derinliklerinden dua ediyordu ve yüreğinin göklerinde inilti vardı onun... Bir gün gökler ötesinden müjdeli bir haber getirdi melekler... Yahya'yı müjdeliyorlardı... Yahya daha önce kimse tarafından kullanılmamış bir isimdi... ‘Yaşamak’ anlamına geliyordu. Zira o, iman etmiş yüreklerin yaşatacakları bir dua hatta özlem olacaktı... Ancak şaşırmıştı Zekeriya böyle bir habere... “Nasıl olur? Eşim kısır, ben ise bir yaşlı bir pîr-i fâniyim” diyecekti... Aşk eksenli düşünme şekliyle, akıl eksenli düşünme şeklinin bir çeşit çatışmasıydı bu... Zira o isterken aşk eksenli istemişti ama karşılık gelince akıl modunda düşünüyordu... Ancak aşk, aklı aşmıştı ve Allah bir oğul müjdelemişti ona... Büyük bir ders vardı bunda vahyin zaman üstü muhataplarına: Ey insanlar! Aşk ile isteyin içinizin derinliklerinden ve ezilmeyin rasyonalitenin enkazı altında...


Hicret sırasında nazil olmuştu bu âyetler son vahyin ilk muhatabına... Şunlar okunuyordu adeta Âyetlerin satır aralarında: Ey Muhammmed! Sakın ümidini kesme Mekke'den... Bir gün göreceksin kısır Mekke, Medine’ye hamile kalacak... Mekke’den de Yahyalar çıkacak... Ölü olan Mekke bir gün dirilecek ve buluşacak vahyin diriltici muştusuna... Tıpkı buluştuğu gibi Zekeriya’nın Yahya’sına... Şunu diyordu ayrıca âyetlerin satır arası vahyin günümüz muhataplarına: Ey insan! İslam âlemine kim sahip çıkacak diye endişelenme... Sen, Zekeriya ol ve iste... Ama istemen Zekeriya gibi olsun, unutma... İçinin derinliklerinden yani... Bil ki sana isteme gücünü verenin sana vermeye de gücü yetecektir ve gönderecektir Yahyalar’ı... Şimdi sen iki büklüm ol seccaden başında ve ağla... Sal gözyaşlarını gecenin karanlıklarına...


Zekeriya; çileli baba, muzdarip muallim... Fikir çilesi en büyük işkenceydi... Körler çarşısında ayna satmak gibi bir şeydi mutaassıp bir topluma rehberlik yapmak... Zulmü ve haksızlığı hayat tarzına dönüştürmüş bir kavme tevhidin ve adaletin sözcülüğünü yapmak adeta domuzun boynuna gerdanlık takmak gibiydi Süleyman el-Ameş’in benzetmesiyle... Ama o azmi öğreniyordu ve öğretiyordu oğluna... Zekeriya, köşe bucak dolaşıyor ve insanlara tevhit ve adalet dersi veriyordu... Ne ki, karşılaştıkları şey umursamazlık ve aldırmazlıktı... İşte bu en büyük ıstırap ve işkenceydi... Taşlara senfoni sunmak, sığırlara çiçek takdim etmek gibi bir şeydi... Çölde şiir okumak, dağda vaaz vermekti.


Küfrün tarih boyunca dört aşamalı tavrı vardı... Birincisi umursamamak ve yok saymaktı... Duvarı dinler gibi dinlemek... Şayet tevhit eri usanmazsa ve direnirse ikinci olarak hafife almak ve alay etmek... Şayet bu noktada başarılı olamazlarsa ücüncü aşama iftira etmekti... İşte üçüncü aşamaya gelmişlerdi o an... Sıra Hz. Zekeriya'ya iftira atmaya gelmişti... Onu susturmak için ona iftira atmayı denemişlerdi... Zira iftira acıdır... Şayet insanın namusuna yönelik ise daha acı... Hayatı iffet ile geçen bir Hak erine yönelik iftira, kezzabın insan bedenine verdiği acıdan daha şedittir insan ruhuna... Ama Zekeriya kararlıdır davasında ve vazgeçmeyecektir asla... Haykıracaktır Hakk’ın gür sesini gelse de bin türlü cefa!..


Küfrün bir de dördüncü aşaması vardı: Yok etmek. Hakikati anlamakta direnen talihsiz topluluk bu sefer öldürmeye karar vermişti Zekeriya'yı... Bu kararlarını hayata geçirdiler bir gün ve kestiler Zekeriya'yı bir kuru testereyle... Vücudunu param parça ettiler ve her zerresi şehit oldu onun... Hikâye değildi bu... Hele menkıbe hiç... Tarihsel bir hakikatti... İbret alınması ve ders çıkarılması gereken bir ezeli gerçek!


Bunları bize vahiy anlatmakta... Hicret sırasında inen âyetler vahyin ilk muhatabına şöyle demekteydi adeta: “Ey Muhammed! Bu yolda iftiraya uğramak da var ve bu yolda doğranmak da... Bunları göze al ve öyle devam et yoluna...” Âyetlerin satır aralarını okumak ve bize bakan tarafını iyi tespit etmek lazım... Ey vahyin muhatabı! Başarmanın ne demek olduğunu iyi düşün... Bil ki başarı her zaman iktidar olmak değildir... Bu yol her zaman düz değildir; bazen yokuşlar, bazen yamaçlar olur bu yolda... Sen de Zekeriya gibi yokuşa denk gelirsen sakın umudunu yitirme... İki dünyası olanlar için kaybetmek yoktur... Zekeriya başarılı bir nebidir ve vahiy onun ismini ebedileştirmiştir... Rabb’i Zekeriya'ya selam etmiştir. Unutma ki Allah'ın selamı Zekeriya'nın şahsında ondan nefes taşıyan tüm yiğitleredir.


Yahya, Zekeriya'nın nefesiydi ve onun sulbü... Ama daha da öte talebesiydi... Hem evladı hem de talebesi olmuştu... Yahya, babacığına yakışır bir evlat ve talebe olacaktı... Tevhit ve adalet anlatıyordu insanlara ve yaşıyordu anlattığını... Her türlü zulmün karşısında kıyama kalkmak ve adaletsizliğe karşı direnmek ve mücahede etmek onun felsefesi olmuştu... Öyle ya! O, babasının oğluydu... Her babaya nasip değildi böyle evlat... Kenan binmemişti babasının kaptanı olduğu gemiye mesela... Ama her evlada da böyle baba nasip olmazdı... Ataları İbrahim'in babası Azer, zulüm işçisiydi zalim Nemrut'un sarayında... Kaderdi bu anlaşılan... İrade kalemiyle yazılan bir kader. Bir başka kader bekliyordu Yahya’yı... O, babasının yolunu takip ediyordu... Zira o yol Hak yoluydu... Bu yol, çilekeşlerin yoluydu ve kimi zaman dert solumak ve ıstırap yudumlamak vardı işin içinde... Kimi zamansa yalnız kalmak, kalabalık yığınların içinde... Kimi zaman kesilmek ve doğranmak, babası Zekeriya gibi; yudumlamak şehadet isimli şerbeti...


Yahya yıllarca tevhit ve adalet dersi verdi insanlara... Mutluluğun kaynağı adalet ve tevhitti; adaletin ve tevhidin olmadığı bir dünya boş bir dünyaydı zira... Çukur bir dünya, alçak bir dünya... Alçaltan bir dünya... İşte böyle bir dünyaya karşı mücahede etmek gerekti...


Dünya böyle insanların eline kalmamalıydı. Eşkıya dünyaya hükümdar olmamalıydı. Yönetici, adaleti ve tevhidi temsil etmeliydi. Ahlâkı ve güzelliği kanatları altına almalıydı yönetici olacak kişi... Aydın, bulunduğu çağı teyakkuza geçirendir; tüm haksızlıklara meydan okuyan ve eşkıya, dünyaya hükümdar olmaz diyen... Gördüğü haksızlıklara meydan okuyan ve üzerine giden onların! İşte bir gün Filistin'in hedonist kralı Herot bizzat kendi üvey kızıyla evlenmeye kalkmıştı... Böyle gayrımeşru bir davranışı ise Hz. Yahya protesto etmiş ve kral aleyhinde konuşmalarda bulunmuştu... İman, bedel ödemekti... Yahya, imanının gereği olarak konuşmuş ve bedelini ödeyecekti... Zindanlara atılmıştı. İşkence görmüştü. Ama o babasının oğluydu ve vazgeçmemişti asla kararından... Zulmü minberde de, zindanda da alkışlayamazdı. Hangi bedeli ödemek zorunda kalırsa kalsın o haykıracaktı hak olanı ve vazgeçmeyecekti asla...


Herot, tarihin en büyük zulmünü işleyecekti... Bir peygamberin kanını akıtacaktı... Kana susamış bir canavardı adeta... Adaleti temsil etmiyordu, zulmün yeryüzü temsilcisiydi... Ahlâksızlığını ve alçaklığını kanla kapatmak yoluna gitmişti... Hz Yahya'nın kafasını kestirmiş ve karısına düğün hediyesi olarak vermişti bu zalim kral… Yahya’nın kanı akmıştı. (Mevdudi, Tefhimul-Kur’an, Bakara 2/61).


Zekeriya’nın duası hitama ermişti sonunda... Yakup hanedanlığına sahip çıkma adına, yani adalet ve tevhit namına Yahya baş vermişti... Yahya yeryüzünün damarlarına kan vermişti... Filistin’de Nasuralar hareketi başlayacak ve tevhit bayrağı Mezopotamya’ya kadar uzanacaktı... Vahyin dilinde kazanmak bazen şehadetle mümkündü... Tarih, tevhit ve adalet için baş verenlerle, tevhidi ve adaleti boş verenlerin çatışmasının tarihi değil miydi zaten? Haksızlığa meydan okuyan, adaletsiz bir dünyaya hayır diyen, eşkıya dünyaya hükümdar olmaz diyen ve bu uğurda kan, can ve hatta baş veren herkes Yahya'dır vahyin dilinde... Onun için şehitler ölmez, yani yaşayan bir Yahya olur gönüllerde ve atar tarihin kalbinde...


İşte onun için diyorum, her coğrafyanın ve tarihin bir Yahya’sı vardır bana göre... Yâsir ailesinden Sümeyye, Yahya'dan bir nefes taşır, onun ruhu Yahya’dır adeta... Kadın olmasının ne önemi var? Ruhun cinsiyeti olmaz... Mus'ab bin Umeyr, Yahya'dan bir parçadır adeta... O Uhud'un Yahya’sı… Hz. Hüseyin, Kerbelâ’nın Yahya’sı... Sarı Saltuk, Romanya’nın Yahya’sı... Şeyh Şamil, Dağıstan’ın Yahya’sı... Canbolat, Kıbrıs'ın Yahya’sı... İskilipli Atıf ve daha nice yitik yiğit, Anadolu'nun Yahya’sı... Filistin bir Yahya menbaı mesela... Gazze tipik bir Yahya kanımca… Yeryüzünün damarlarına kan veren her yiğit gönüllerde yaşayan bir Yahya...


Her zamanın ve mekânın bir Yahya’sı bir de Herot’u vardır... Yahya hakikat için baş vermeyi, adalet için ölmeyi ve tevhit için gayreti temsil eder... Herot ise hakikati boş vermeyi, sefa ve zevk eksenli yaşamayı, menfaati ve zulmü temsil eder... Yahya yüksek bir dağ, Herot derin bir çukur... İşte hakikate baş vermekle, hakikate boş vermek arasındaki mesafe budur... Yahya olmaya talip olmak duamız olmalı... Budur bence bu kıssanın muradı… Bir çağdaş Yahya yüreklinin sözünü hatırladım... Söyle diyordu, bir çağdaş Herot’un karşısında: “Saçım kadar başım olsa, her gün birisini koparsanız davamdan vazgeçmem asla!”


Kıssa, o hayatı alıp kendi hayatınla takas etmek içindir. Kıssa ile takas aynı kökten gelir. Her peygamber kıssası insan vicdanına vahyin gönderdiği bir davetiyedir. Ey vahyin muhatabı! Yahya adalet için başını verdi, sen ne yapacaksın? Sen ey imandaş! Yahya’nın mı yolunda, yoksa Herot’un mu safındasın? Çağın Firavunları’na alkış tutan pasif bir nesne mi, yoksa Firavunlar kucağında yetişen bir çocuk Musa mısın? Öyle ey Kur’an dostu! İnsanlık denilen ipek mendili paspas eden ve şu zalim dünyanın tüm ahlâksızlıklarına boş veren bir sorumsuz olmak yerine, tevhit, adalet, vicdan ve ahlâk namına baş vermeye hazır bir Yahya olmaya var mısın?

Not: Kur'ani Hayat Dergisinde yayinlanmistir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.