Bin Bakılıp Bir Varılan Doruklar

                                                      Lorastan Toroslara

Geçen yazımda kadim dostum Lorası ziyaretimden ve onun bazı konularla ilgili verdiği mesajlardan bahsetmiştim. O Bilge Dedenin  cemiyetimizle ilgili, çocuklarımızla alakalı mesajlarını, görüşlerini vermeye devam edeceğimi yazmıştım. Evet, aynen öyle yapacağım. Yalnız kendisini ziyaretimde Loras bana önemli bir hatırlatmada,  daha doğrusu bir ikazda bulundu. Vefadan, sılayı rahimden bahsetti ve dedi ki; “Hoca! Beni ziyaretinden ziyadesiyle memnunum. Yalnız seninle ilgili bilgilere baktığım zaman gördüm ki çocukluğun benim atam olan Toroslarda geçmiş. Sizin köyün yaylaları yani Söbü Çimen ve Armutlu Torosların önemli zirvelerinden birinin eteklerindeymiş. Ve sen çocukluğunda ve gençliğinde o doruklara çokça tırmanmışsın. Hangi doruklar diye sorma bana! Mahram Gediği, Gök Ağaç, Sütlüce.  Armutlunun, Kengerlinin,  Dertli Yerinin üst tarafları, Çoban Uçtuğu Kayası ve onun üst zirveleri…” Lorasın anlattıkları karşısında ağzım açık kaldı. Çünkü Loras, din, tarih ve Coğrafya bilgisi ile bana muazzam bir öğretmenlik yapmaktaydı. Ben de bu bilgenin haklı uyarılarına kulak verdim ve çocukluğumun dağlarına bir sefer eyledim.

                                    Bin Çıkılıp Bir Varılan Dağlara Doğru

Ovada baharın bittiği bu günlerde Baharın en az Bir ay daha devam edeceği Yaylalara doğru arkadaşlarla yola çıktık. Güneysınır’a kadar Koca Konya Ovası bize eşlik etti. Güneysınır dağla ova arasına oturmuş yeni bir ilçe. Arkası Meşelerle, ardıçlarla kaplı Torosların başlangıcı tepelerden, önü ise uçsuz bucaksız ovadan oluşuyor. Gideceğimiz menzil hakkında ilk ipuçlarını burada almaya başlıyoruz.

Minibüsümüz Kızılöz sınırlarındaki bir tepeciğe tırmanınca yaklaşık 80 km uzaklıkta, zirvelerinin yarısı  karlarla kaplı,  bizim köyün yaylalarının dağları  selam çakmaya başladı bizlere. Ama durun! Her şey o kadar kolay ve ucuz değil. Güzele kavuşmak, zirvelerde yer tutmak, doruklarda konaklamak  emek ister, zaman ister, sabır ister.

Yollar bizimle adeta alay edercesine o yüksekliğe varmadan epey bir iniş indirdi. Göksu’nun Karasu ile karışıp kaynaştığı meşhur Yer Köprü Şelalesine doğru kıvrıla kıvrıla indik. Şimdi Toroslardan, onların zirvesinden daha fazla uzaklaşmıştık. Yokuş tırmanacağız derken iniş iniyorduk. Dağlar bize adeta şöyle diyordu: “Öyle yağma yok! Bize geleceksiniz ve zirvelerimizde kayadan, kardan başka bir şey görmeyeceksiniz. Ondan sonrada kendi kendinize,” ne varmış ki bu zirvelerde! Çiçek yok, su yok, ağaç yok! Diyeceksiniz.  Hâlbuki Yer köprü Şelalesinde coşan su bizden gider. O koca Göksu Vadisindeki bin bir çeşit meyve ağacının yaprakları bizimle yeşerir, meyveleri bizim gönderdiğimiz sularla büyür, avarlarınız bizim sularla donanır, üzüm bağlarınızdaki salkımlar bizim sularla büyür,  KOP projesi kapsamındaki barajlar bizim sularla dolar…”  Akdeniz iklimine yakın bir sıcaklıkta, fakat şelalenin serinliğinde yaptığımız kahvaltıdan sonra bizim köye, (Çunaya)  oradan yaylalara ve onların tepelerinde bir bekçi gibi bekleyen Toroslara doğru tırmanışa geçtik:

Ağaçların hışırtısından, kuşların namelerinden, rüzgarın fısıltılarından başka hiçbir sesin olmadığı, dağ çiçeklerinin (kekik, dağ lalesi, papatya) kokularından başka hiçbir kokunun bulunmadığı, güzellikten ve tabilikten başka unsurların pek barınmadığı, ardıç ve meşe ağaçlarının üstlerinde ev kurduğu birkaç dağ silsilesini geçtikten, Kara Köprüye batıp çıktıktan sonra benim için bin bir acı ve tatlı hatıralarla dolu yaylaya vardık.                                                    

                Her Şey Taze Her Şey Tabi

Sanayinin, teknolojinin, kalabalığın tabi olan her şeyi bozduğu günümüzde toprağın,  suyun, havanın fıtri ve tabi halini halen devam ettirdiği yaylalarımız bize içten ve samimi bir hoş geldin yaptılar. Yaylada ve onun dağlarında geçirdiğimiz iki günde gördüm ki,  bu zirvelerin verdiği vaazı Türkiye’de hiçbir vaiz veremiyor.  Bazen Çayırların arasından eşsiz bir türkü söyleyerek, bazen kayaların üzerinden emsalsiz bir koşma eşliğinde başını taşlara vurarak, bazen de çorak toprakların böğründe kaybolup giderken pek acı ağıtlar yakarak ilerleyen suların yaptığı tefsiri hiçbir müfessir yapamıyor, söylediği türküyü hiçbir sanatçı söyleyemiyor. Yine gördüm ki bir camide,  egsozt gazlarının karıştığı hava ile, petrolden yapılma halıların saldığı koku ile, duvarlarındaki kimyasal boyaların renklerinin oluşturduğu görüntülerin iç içe geçtiği bir ortamda dinlenilen vaazların, yapılan ibadetlerin gayri tabiliği burada daha iyi anlaşılıyor.

Yaylalardaki taze ve yeşil örtünün üzerine masmavi bir atlas kumaş gibi gerilen gökyüzü,  beyaz bulutların verdiği desenle bir başka güzellik katıyor manzaraya. Bu mavi çarşaf sadece yaylaları değil  onların arkasında haşin ve dik, gururlu ve onurlu  sarp dağlara da harikulade bir manzara kazandırıyor.

Hiçbir kimyasalın karışmadığı yayla havası, hiçbir suniliğin değmediği yayla suları, hiçbir gayri tabiliğin ulaşmadığı ve bulaşmadığı yayla manzaraları sizi sizden alıp asli halinize, sizi sunilikten alıp fıtrata, öze, insanlığın ve tabiatın ilk haline götürüyor.    

Alata’nın, Çetmi’nin, Taşkent’in  hele de Dedemli’nin o meşhur büyük, berrak kaynak suları,  haşin, yüksek ve dik kayaları, Hadimi ve Bayram Seydi Veli Hazretlerinin manevi havası  birbaşka yenilik ve bir başka yücelik kazandırıyor gönlünüze.

 

   Şehirlerin ve modern hayatın insanların fıtratını bozan o gürültüsü, o karmaşıklığı, o suniliği,  o yapmacıklığı buraların sadeliği ve tabiliği ile çok daha fazla ele veriyor kendini.Bir evde veya bir konferans salonunda tabii olmayan bir ortamda dinlediğiniz sohbetlerden elde edeceğiniz manevi kazancı bu dilsiz, bu dudaksız fakat mana yüklü bakışlara sahip kayalardan, çiçeklerden, sulardan,çayırlardan,bulutlardan elde edebilirsiniz.

Torosların zirvesinin eteklerine konmuş yaylalardaki birkaç asırlık devasa çamlara,  serin, fakat yumuşak rüzgarların söylettiği besteler; kayalardan bazen damla damla, bazen bir çağıltı halinde akan suların yazdırdığı güfteler, birçok yazarın birçok alimin sayfalarca anlattığı gerçeği çok daha kısa zamanda, çok daha kısa yoldan anlatıverirler size.  

İyiki Lorası dinlemişim! İyiki köyümüze, Yer köprüye, Yaylalara, Hadime, Taşkent’e, Dedemliye, Çetmiye,Gönükışlaya, Çakallara, Dülgerlere varmışım.İyikide sarp yolları, derin vadileri,Göksu Havzasını bir kere daha yakından görmüşüm.iyi kide hasta halamı ve akrabalarımı ziyaret etmişim. Bu seyahatte bir kere daha anladım ki fıtrata aykırı ortamlar insanlığı bunaltıyor, öfkelendiriyor, strese sokuyor.

Gökyüzünün tavan, çayırların halı, dağların direk, yıldızların fener,Ay’ın gece lambası, rüzgârların bestekar,ağaçların ve kuşların koro üyesi, çiçeklerin ıtır kaynağı olduğu bir diyardan selam herkese.    

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum