Çarşaf, Sakal, Suga, Oraj ve sivil vesayet!

Türkiye’de halk ne zaman özgür iradesini ortaya koyarak kendine bir gelecek belirlemeye kalksa hemen rakipleri tarafından alaşağı edilmeye çalışılır. Halkın rakibi belli; eli silahlı, güçlü, nüfuzlu, darbeci bir kesim. Halk olmasa güçlü olduklarını ispat edecek bir alanda bulamayacaklar doğrusu. Türkiye Cumhuriyeti böylesi art niyetli insanlar yüzünden neredeyse bir darbeler ve müdahaleler ülkesi haline geldi. Askerlik mesleğine ihanet eden birtakım üst düzey komutanlar maalesef Türkiye’yi uluslar arası arenada küçük düşürmeye devam ediyorlar. Her geçen gün hem ordunun itibarını zedeliyorlar hem de ülkenin itibarını düşürüyorlar.

Askerlik mesleğinin evrensel görevi/işlevi muhtemel bir savaşta ülkesini savunmaktır. Ancak Türkiye’de durum bundan biraz farklı… Her şeyden evvel Türkiye’de ordunun yeri çok farklı... “Asker- millet” dediğimiz çok tuhaf bir ilişkiyle izah edilir. Askere ve askerliğe karşı bir kutsallık atfedilir. Mistik bir yere oturtulmuştur askerlik. Öyle ki her Türkün asker doğduğu farz edilir. Bu durumda askerler de ülkeyi korumak yerine devrini tamamlamış bir takım ideolojileri hatta cumhuriyeti ve laikliği korumayı adamışlardır kendilerini. Askerlik mesleğiyle taban tabana zıt çok farklı görev ve sorumluluklar üstelenmişlerdir. AB ve ABD konusunda dış politika yapıyor. Mezhepler konusunda fikir belirtiyor. Dini, sosyal ve siyasal alanlarda bir duruş sergileyerek toplum mühendisliğine soyunuyor. Ülkesinde yaşayan insanlar arasından düşmanlar belirliyor kimilerini tehdit unsuru olarak görüyor. Başörtüsüne karışıyor, sivilleri askeri mahkemede yargılıyor. Postmodern karşıtı felsefe üretiyor vs…

Türkiye’de mesleğinde yüz kızartıcı suçlar işleyenler hakkında verilen ceza; meslekten ihraçtır. Ancak bilindiği gibi bu askerler için geçerli değil. Düşünün mesleğin gerektirdiği en temel görevlerin başında yer alan ülke savunması, can ve mal güvenliği gibi alanların dışında Kafes, Balyoz gibi darbe planları yapılıyor. Tarihi camilere üstelik halkın topluca namaz kıldığı bir günde bombalanmasına varıncaya kadar korkunç planlardan bahsediliyor. Bu suçların en büyüğü değil midir? Bütün bu korkunç planları ülke bütünlüğünü korumak adına yaptıklarını ifade ediyorlar. Bir askerin kalkıp kendini bazı kavramların ve ideolojilerin koruyucusu ilan etmesi ve ardından dünyanın en azılı teröristin bile aklına gelmeyecek türden vahşet planları hazırlaması ancak ve ancak psikanaliz alanında izah edilebilir. Cumhuriyeti korumak adına gördüğü yerde halkı bombalamak fikrini başka türlü nasıl izah edebiliriz.

AK Parti her zaman hedef tahtasında oldu

AK Parti (dolayısıyla ona oy verenler) iktidara geldiği günden itibaren darbeci kesimin hedefinde olan bir partidir. Her açılan darbe planının içeriğinden bunu anlamak mümkün. Örneğin Danıştay saldırısı bu türden bir tezgâhın eyleme döküldüğü vahim bir olaydır. Hatırlayalım; 17 Mayıs 2006’da Alparslan Aslan adında biri Danıştay 2. Dairesi’ne bir saldırı gerçekleştirdi. Saldırının hemen ardından birçok kesimden insan Anıtkabire yürümüştü. Anıtkabirde yapılan açıklamada saldırının sorumlusu AK Parti ilan edilmişti. AK Parti her ne kadar saldırının irticai bir saldırı olduğunu reddetse de özellikle cenaze töreninde bakanlar yuhalanmış ve AK Parti’nin ülkeye şeriat getireceği dillendirilmişti. Ancak bir zaman sonra eylemin tezgâh olduğu anlaşıldı. Eylemin ardında kimlerin olduğu ve hangi amaçları taşıdıkları belgelerle kamuoyuna duyuruldu. Failleri şu an içeride. AK Parti kuşkusuz halktan aldığı oyların hakkını vermek için büyük çaba sarf eden bir parti. Bugüne kadar hiçbir parti bu kadar plana ve müdahaleye dayanamamıştı. Türkiye’de ilk kez bu kadar plana, tezgâha ve engelleme operasyonlarına karşın bir parti dik durarak yoluna devam ediyor. AK Parti Türkiye’de bir zihin kırılmasına yol açmıştır. Bugüne kadar sesli düşünemeyen kesimlerin önünü açmıştır. Bu dönemde özgürlükçü kesim ciddi oranda güçlenmiş ve ülkede ilk kez darbe karşıtı yürüyüşler tertiplenmiştir. AK Partinin demokrasi yanlılarını cesaretlendirdiği bir gerçektir. Bu yüzden bazı çevrelerce bitirilmesi gerektiği düşünülüyor. Eğer demokratikleşme bu kararlılıkla devam edecek olursa ki mutlaka etmeli AK Partiyi bitirmek için her türlü yola başvurmaktan geri durmayacaklardır.

Şimdi bu kadar sivil/halk düşmanı, demokrasi ve siyasi parti düşmanı darbeci bir yapılanmanın var olduğu bir ülkede üstelik gerek jüristokrasinin gerekse ordu içindeki cuntacı kesimin hedefine oturtulan AK Partinin ülkeyi tek parti rejimine doğru sürüklediği/sürükleyeceği ne kadar doğrudur. Son zamanlarda sivil vesayet, sivil dikta, tek adam rejimi üzerinden bir tartışma çıkarıldı. Aslında bu tartışmaların altında –birçok aydının da ifade ettiği gibi- AK Partinin kapatılması için bir gerekçe üretme duygusu yatmaktadır. Yoksa bu kadar hedef haline gelen bir partinin ülkeyi tek parti rejimine sürüklemesi düşünülebilir mi?

Toynbee, yaşamın olduğu yerde umudun da olduğunu söyler. Ve Toynbee; Tarihin tekrarlamasını beklemeden tarihe kendi çabalarımızla yeni ve görülmemiş bir yön vermemiz gerektiğini, insanın seçme özgürlüğünün olduğunu, sorumluluğu tanrıya atamayacağımızı gerçekler gözümüzün önünde olduğuna göre, tarihsel hayal gücümüzü kullanarak bize doğru gelmekte olan tarihin bu dersini iyi bir biçimde karşılayabileceğimizi, tarih yaparak kendi tarihimizi aşabileceğimizi savunur. Tarihin dersini iyi karşılayarak ve yeni bir tarih yazarak aşabiliriz tüm bu olumsuzlukları, neden olmasın…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum