Cemaat, cemaat, cemaat

Cemaat politika empoze etmesin, emri vakide bulunmasın, kucağımıza dosya koymasın, her makama abanmasın, büyük abi olarak masadaki her şeyi almasın vs."

Bir başka platformda da şunlar konuşuluyor:

"Cemaatle ilgili olduğu farz edilen herkese ambargo uygulanıyor... Bir "F Tipi" alerjisi oluşuyor... Bu alerji, iktidarı, cemaatle bağlantılı görünen ya da bağlantılı olduğu iddiasına hedef olan herkesi tasfiyeye yöneltiyor. Cemaate özel öfkesi bulunanları da, iktidarın genel eğilimi istikametinde tasfiye uygulamasına sevk ediyor..."

Bunlar, bir yerden baktığınızda iki ayrı platformun iç-dış sesleri, daha yukarıdan baktığınızda da büyük daire içinde bulunan, bir anlamda aynı bünyenin uzuvlarının birbirine karşı serzenişleri.

Bu serzenişlerin bir gerçekliğe tekabül ettiğine inanmalı mıyız?

Bir ölçüde evet, ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Her iki serzenişe zemin hazırlayan, iyi veya kötü niyetli ama bana göre kurumsal değil, kategorik değil fakat gene de kişisel veya grupsal "ben"lerin ürünü işler olabilir.

Uhud'un okçularını anlamak

Salı günkü yazımın son paragrafında "Anlamayan anlayandan öğrensin" notu ile birlikte "Uhud'un okçuları"na işaret etmiştim.

Uhud'un okçuları, Peygamberimiz'in savaş öncesinde stratejik bir tepeye yerleştirdiği ve "Benim cesedimi akbabaların parçaladığını görseniz buradan ayrılmayacaksınız" diye tembih ettiği insanlardı. Çok samimi insanlardı. Yani savaşta, en zor anda bile, yerinizden ayrılmayın, bu tepeyi bırakmayın, denen insanlardı.
Onlar, savaş kazanıldı, ganimetler toplanıyor, noktasında tepeyi terk ettiler. Sadece iki kişi kaldı Peygamberimiz'in tembihine uyan...

Ardından düşmanın süvari birliği tepeyi dolandı, İslam ordusunu arkadan çevirdi, ordu iki ateş arasında kaldı ve Hazreti Peygamber'in canı bile tehlikeye girdi.

İş, bazen tehdit anında karışıyor, bazen fırsat anında...

Peygamberimiz en büyük tehdide karşı uyarmış okçu grubunu ama fire, fırsat anında veriliyor.

Şu tehditten kaçalım derken insan başının derdine düşebiliyor, bir de şu fırsatı kaçırmayalım derken...

Yaşanan sancılarda asla şu veya bu, şöyle fire verdi demek istemem.

Bu, insani bir durum.

Yani Uhud'un okçuları dediğimiz insanlar, kişilikleri Allah Resulü'nün emekleriyle yoğrulmuş insanlar. Zaafı bizzat onlar yaşıyor.

Şunu demek istiyorum:

Her birimiz böyle bir kalbi sınav yaşayabiliriz.

Böyle zamanlarda, bireysele ya da grupsala kilitlenmemek, çok daha külli varlığı dikkate almak gerekiyor.

Cemaati ne yapalım!

Diyelim cemaat...

"Feda edelim şu cemaati, olsun bitsin" demek var mı?

Sizin çocuğunuz hangi okulda okuyor, hangi dershaneye gidiyor, yurtdışında hangi evde kalıyor vs?

Hasan Cemal -ki cemaatle manevi değerler itibariyle ortak paydası sınırlıdır ama yazmış, Güney Afrika'ya maç için gitmiş, otel bulamamış, cemaatin yurtlarında misafir edilmiş. (Milliyet, 16 Şubat 2012)

Cemaatin "Türk okulları"nı Cumhurbaşkanı da biliyor, Başbakan da...

Cemaatin Asya, Afrika gibi dünyada Türkiye'ye açtığı ekonomik ufku herkes biliyor.

Amerika'daki tanıtım çalışmalarını herkes biliyor.

Şu on yıllık süreçte, bu topluluğun derin yapılanmaları ortaya çıkarma noktasında sergilediği hizmet de tarihidir.

Diyorum ki, herkesin çok duyarlı olması gereken zamandayız.

Kimseye tırnak kaşıma, el ovuşturma fırsatı verilmemelidir.

Ben, "Hükümet-cemaat başlıklı yazımda, "Tayyip Bey ile Fethullah Hoca bir telefon görüşmesi yapsa, ihtilaf ihtimali sıfırdır, bundan ancak rahmet çıkar" dedim. Belki de sıkıntı, yeterli iletişim olmamasında. Bize rahmet arayışı lazım.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar