xxxx855
Dayatma kültürü
Türk müziği, neden Kapıkule'nin dışına çıkamıyor? Türk müziği, neden batı ülkelerinde raflara konulduğunda peynir ekmek gibi tüketilmiyor? Türk müziği, neden birkaç müzik otoritesinin elinde fikirsel gelişim sürecini tamamlayamamış vaziyette?
Kuşkusuz bu sorulara verilecek çok önemli cevaplar var. Ama, bizim tesbitimiz Türkiye'de sansürcü ve "Herşeyi ben bilirim, ben ne dersem o olur" zihniyeti hakim olduğu müddetçe, Türk müziği kesinlikle gelişim sürecini tamamlayamayacaktır. Geçtiğimiz günlerde sadece piyano çaldığı için kendisini müziğin zirvesinde gören Fazıl Say'ın ilginç açıklamaları oldu. Fazıl Say, "Arabesk müzik" dinleyenler hakkında ağza alınmayacak cümleler sarfetti. Biz bu haddini ve kendini bilmez densize, arabesk müziğin babası Orhan Gencebay tarafından haddinin bildirilmesini beklerdik. Orhan baba, "Kendini bilmeze en güzel cevap sükuttur" prensibiyle hareket ettiği için, şu ana kadar herhangi bir şey söylemedi. Müziğimizin bir türlü gelişmememesinin, "Bandıra bandıra ye beni", "Yakalarsam" düzeyinde kalmasının temelinde işte, kendisini müziğin zirvesi olarak gören ve Türk insanının beğenilerini ve kulak zevkini kendi arzularına göre dizayn etmeye çalışan bir zihniyet vardır. Bu zihniyet, insanlarımızı düşünmeyen, konuşmayan, üretmeyen, sorgulamayan, hesap sormayan bir yapıda tekdüze robotlar haline dönüştürmeye çalışan hakim paradigmanın baskıcı bir uzantısıdır.
Orhan Gencebay, 1970'li yıllarda Türk Sanat, Türk Halk, Türk Tasavvuf müziklerini harmanlayarak yepyeni bir ekolü ortaya koydu. Koydu da ne oldu? Müziği, "Acılı arabesk, kulak tırmalıyor" diye dışlandı. Sadece TRT'nin yılbaşı eğlencelerinde çerez olarak değerlendirildi. Onun müziğindeki yeni yapısallıkları ve yeni formları anlamak istemeyenler, halkın da bu müziğe ulaşmasını engellemek için vargüçleriyle çabaladılar. Fakat, halk kendilerine dayatılan müzik dışında bambaşka bir form ortaya koyan Orhan Gencebay'ın müziğine sahip çıktı. O'nun arkasından kalitesiz nitelikte olanlar da sökün etti ama, bu yeni müziğin getirdiği evrensellik boyutu, Türk müziğine yepyeni açılımların kapısını araladı.
Keşke bu sansürcü zihniyet hiç devreye girmeseydi? İşte o zaman Türkiye'de de yerelden evrenselliğe uzanan çizgide yepyeni eserler ortaya konulabilecek, bize ait değerler dünyanın her köşesinde insanların kulak zevkine hitap edebilecekti.
Fazıl Say gibiler, Türk halkını biçimlenecek, dönüştürülecek, zihniyetleri değiştirilecek, tepeden inme herşeyin dayatılabileceği birer robot olarak gördüğü müddetçe, bu ülkenin kültüründe, demokrasisinde, sanatında hiçbir gelişme meydana gelmeyecektir.
Kendi kısır dünyalarında ürettikleri kısırlıkları bizlere yutturmaya çalışanlar, hayatın sadece siyah-beyaz renklerden ibaret olduğunu bizlere dayatanlar, gökkuşağındaki diğer renklerin güzelliklerini bizlerden saklayarak, dünyaya kendilerinin hakim olabileceğini zannetmektedirler.
Türkiye, yepyeni bir dönüşümün sancılarını yaşıyor. Her ne kadar hakim paradigma, kendi arzuladığı dünyanın donelerini bizlere dayatmaya çalışsa da, insanlarımız artık gökkuşağındaki diğer renklerin de farkına varmışlardır.
Sansürcü zihniyete, dayatma kültürüne hayır...Kulaklarımıza hakim olacak müziğin türüne artık bizler karar vereceğiz. Piyanist şantör Fazıl Say gibiler değil!