Dr.Mehmet BOZKURT

Dr.Mehmet BOZKURT

İSTANBULUN FETHİ ve ALİMLERİN TARTIŞILMAZ ÜSTÜNLÜĞÜ

 

 

İSTANBULUN FETHİ ve

ALİMLERİN TARTIŞILMAZ ÜSTÜNLÜĞÜ

 

Bugünkü yazımın konusu başlıkta ifade ettiğim gibi İstanbulun fethi ve alimler hakkındadır. Fakat önce İslamın ilk dönemlerine Medine devrine bir göz atmak istiyorum.

 

Hendek muharebesi için islam ordusu Selmanı Farisinin tavsiye ve teklifi üzerine bir savunma muharebesi yapmak üzere Medine’nin etrafında hendek kazmaya başladılar. Bu sırada Beni Kurayza Yahudileri müşrik ordusu ile anlaşarak Müslümanlarla yaptıkları anlaşmayı bozdular ve Kureyş Müşrikleri ile beraber oldular. Sahabe  çok zor şartlarda bulunuyor ve savunma harbine hazırlanıyordu. Sahabe ağır bir imtihandan geçiyordu. Ahzab suresinde bu durum haber veriliyordu.   Bu kazı esnasında büyük bir taş ortaya çıkar. Sahabeler Peygamber Efendimize bu taşı kaldıramadıklarını söylerler. Bunun üzerine Peygamberimiz besmele çekerek kazma ile taşa vurunca taş üçe parçalanır. Bu üç fethin sembolüdür.  Bunlar Mısır İran ve Bizansın fethedileceğinin habercisidir. Böylesine zor şartlarda ve  sıkıntılı durumda Peygamberimiz İstanbulun fethedileceği müjdesini vermiş ve ‘’Konstantiniyye elbet fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel bir kumandan onu fetheden asker ne güzel askerdir’’ buyurmuştur.

 

Ben bu yazımda fethin miladi 558. yıldönümü dolayısıyle İstanbulun Fethindeki alimlerin rolünü vurgulamaya çalışacağım. Yazımın başlığındaki Alimlerin Tartışılmaz Üstünlüğü ifadesi Merhum Esad Coşan Hocamızın bir makalesinin başlığı olup İstanbulun  Fethi konusunu irdelerken konuya tam uyduğu için başlığa aldım.

 

İstanbulun fethinde birinci etken şüphesiz Peygamberimizin müjdesine nail olmaktı. Peygamber Efendimiz bir avuç sahabe ile Medinede müşriklere karşı en zor ve olumsuz şartlarda savaşırken böyle bir müjdeli bir haber  vermesi bütün İslam alemini heyecanlandırmış ve bu nedenle İstanbula üstüste seferler  düzenlenmiştir. İstanbul (o zamanki adıyla Konstantiniyye) Muaviye RA döneminden başlayarak 1453 e kadar 830 sene zarfında 29 defa Arap İslam  orduları tarafından kuşatılmıştır. Hatta kısaca Eyüp Sultan diye bildiğimiz büyük sahabi Halid İbni Zeyd Eba Eyyub Ebul Ensari RA 90 yaşında kuşatmaya bu katılmıştır.

Fetih hadisindeki müjdeye de en son 21 yaşındaki Fatih Sultan Mehmet Han  ve ordusu nail olmuştur.

İkinci olarak Fethi gerçekleştiren ve doğrudan müjdeye muhatap olan Fatih Sultan Mehmet ve onun askeri onun ordusudur. Fakat burada önemli olan Fatihin 21 yaşında kendi akranları olan krallar ve hükümdarlara kıyasla çocuk veya toy denecek yaşta olmasına rağmen bu fethi gerçekleştirecek liyakat ve dirayet ve donanıma sahip olmasıdır. istanbulun fethi muhakkak ki dünya tarihinin en büyük ve önemli olaylarından biridir. Fetihle ortaçağ bitmiş yeniçağ başlamıştır.

Bu ne sadece teknik üstünlükle ve ne de sadece manevi sebeplerle başarılmış bir fetih değildir. Bu nedenle kısaca o dönemin toplumuna ve Fatihin yetişmesine bakmak lazımdır.

Fetih aslında bir sonuçtur. Çok şımarık ele avuca sığmaz zaptedilmez bir çocuk iken küçük Şehzade Mehmedi babası Sultan 2. Murat Molla Gürani’ye ‘’Eti de senin kemiği de’’ diyerek  tam yetkiyle hoca olarak eğitim için teslim ve emanet etmiştir. Gürani de tavizsiz bir şekilde Fatihe iyi bir eğitim vermiş ve  mükemmel bir şekilde yetiştirmiştir. Fatihin ikinci meşhur hocası da Molla Husrev olup şehzadeliğinde ve Manisa Valiliğinde yanında bulunarak ona yardımcı olmuştur. Fatih Molla Husrev için zamanımızın İmamı Azamı ifadesini kullanmıştır. Üçüncü olarak ve Fatihe en yakın olan da Akşemsettindir. O keşif ve keramet sahibi bir veli olup ve fetih için dua etmiş  fethi müjdelemiştir.

Fatih Sultan Mehmedi babası Sultan 2. Murat İstanbulu fethetmek üzere hazırlıyor yetiştiriyordu.

Bir de o günün toplumundan bir kesit sunmak istiyorum. Fatih Sultan Mehmet o zaman Devletin başşehri olan Edirnede bir sabah çarşıya alışverişe çıkar. Padişah olmakla birlikte tebdili kıyafet içinde olduğundan kimse onu tanımaz. Bir dükkandan istediği bir malzemeyi alır. ikincisini almak isteyince esnaf bugünlük ben siftah yaptım başka dükkana git der. Başka dükkandan da bir isteğini alır, orada da ikinci istediğini vermez aynı şekilde siftah yaptığını ve bir başka dükkandan almasını söyler. Fatih Sultan Mehmet Han tebaasının böyle birbirini düşünerek iş yaptığını görünce Allaha hamdeder ve böyle bir tebaam varken ben yalnız İstanbulu değil bütün dünyayı fethederim der. Burada şu hususu görmek lazım. Bu toplum bu kadar birbirini düşünüyorsa bu kadar diğergamsa bunun sebebi muhakkak ki o devrin Alimlerinin toplumu eğitmesidir.  Alimlerin topluma dini bütün yönleriyle ve üstün ahlak ve meziyetleri (ticaret ahlakı da dahil) faziletleri  öğretmesi talim etmesi ve benimsetmesidir.   

 

İstanbul 6 Nisan 1453 te kuşatılmıştır. Fatih Sultan Mehmedin kendisi topların planını çizmiş ve bu toplar 2000 askerle ancak taşınabilmiştir. Şahi denilen en büyük toplar o zamana kadar görülmemiş bir savaş silahı idi. Bütün hücumlara ve top atışlarına rağmen Bizans direniyordu. Surlarda açılan gedikler hemen tamir ediliyordu. Topkapı ve Edirnekapı surları arka arkaya üç kademe olup aşılması ve yıkılması son derece güç ve çok sağlam surlardı.  Bütün hücumlara rağmen Bizans direniyor ve kuşatma uzuyordu. Bu arada Avrupadan Haçlıların büyük bir ordu ile geleceği haberleri kulaktan kulağa dolaşıyordu. Bunun üzerine Sadrazam Çandarlı Halil Paşa kuşatmanın kaldırılmasını ve fetihten vazgeçilmesini ısrarla Fatihe ve etrafındaki kumandanlara telkin etmeye çalışıyordu. Fatih Sultan Mehmet de kafası karışmış ve tereddüd geçirmeye başlamıştı. ishak ve Zağanos Paşalar kuşatmaya devamı öneriyorlardı. Burada bir hususu vurgulamak istiyorum. Geçen yazımda bahsettiğim Panorama 1453 İstanbulun Fethi Müzesinde müzedeki koridorda sağlı sollu fethin safhalarını anlatan resimli panoların birinde okumuştum. O  yazıda Fatihin hocası (hangisi olduğunu şimdi hatırlayamayacağım) Kuşatmaya devam etmesini  asla ve asla kaldırmamasını ve kuşatmayı kaldırmayı teklif ve telkin eden kimse ona en ağır şekilde cezalandırmasını ve merhamet etmemesini söylüyor. Bu benim oldukça dikkatimi çekmişti. Kuşatma ortada iken devam edip etmeme noktasına gelmişken bu müdahale bence istanbulun fethinin gerçekleşmesinde en önemli bir etkendir. Nitekim daha sonra Çandarlı Halil Paşa idam edilecektir.

Bu konuda dikkat etmemiz gereken bir başka husus Fatihin hocası Akşemsettini keşif ve keramet sahibi olduğundan  fetih ne zaman diye sorup  sıkıştırmasıdır. (Günümüzde ise Başbakanı ulema sözünden dolayı demediğini bırakmayanlara hakkında dava açmaya kalkanlara ne demeli bilmem)    

 Bu arada Cenevizlilerin gönderdiği yardım gemilerinin Osmanlı Donanmasını geçerek Haliçe girmesi Fatihin çok canını sıktı.  Bunun üzerine Fatih dünya tarihinde eşine rastlanmayan bir şekilde 70 kadar gemiyi hem sarp ve hem dik inişli ve çıkışlı yollardan denizden karaya ve karadan Kasımpaşadan  denize indirtmiştir. Bu olay Nasreddin Hocanın göle yoğurt çalması gibi bir olmazın gerçekleşmesidir. 

   

 Bizanslılar kalın zincirlerle kapatıp  Osmanlı Donanmasının  girmesini engelledikleri Haliçte Osmanlı savaş gemilerini görünce neye uğradıklarını anlayamadılar, şok oldular, sarsıldılar. Tekrar surlara hücum eden Osmanlı ordusu son darbeyi vurdu.  29 Mayıs sabahı Fethin gecikmesinden huzursuz olan ve sabırsızlanan Fatih Sultan Mehmet sabaha kadar dua ve tazarruda ve murakabe halinde bulunan Akşemsettinden keşif yoluyla fethin müjdesini almıştır. Son darbe ile birlikte Osmanlı ordusu  şehre girmiştir. Ulubatlı Hasan da burca Osmanlı Bayrağını dikmiştir.

 

Fatih ve onun ordusunu ve o günkü toplumu yetiştiren eğiten işte burada sadece üçünün ismini verebildiğimiz ta sahabe devrinden bugüne kadar gelen hakiki ve rabbani alimlerdir. Bu alimler veya ulema toplumu ve orduyu  dini terbiye vererek ve  eğiterek yetiştirmişler fethe hazırlamışlardır.

Bu alimleri Merhum Esad Coşan Hocamızın yazısından nakil yaparak (yazıyı biraz kısaltarak aldım) anlatmak istiyorum:

 

‘’İslâm toplumunun en yüce, en şerefli, en üstün tabakası ilmiyle amil, takva ehli, Rabbanî alimlerdir; sâdât-ı kirâm, meşâyih-i izâm, evliyâ-i fihâmlarımızdır. Allah (celle celâlüh) bizleri o evliyâsının yolundan, izinden, peşinden ayırmasın; o zümre-i mübâreke ile haşreylesin! Sultanlar, emirler, vezirler, âmirler, memurlar, görevliler, halk tabakaları hep onların ardında, altında, mâdûnunun emrinde ve taht-ı irşâdındadırlar.

O hakikî alimler, idarecilerin ve halkların, yol göstericileri, rehberleri, mürşidleri, kandilleri, fenerleri, aydınlatıcılarıdırlar. İslâm’ın şerefini onlar yüceltmiş, İslâm şeriatının ince hakikatlerini onlar ortaya koymuş, halka öğretmiş; İslâm’ı yozlaşmaktan onlar korumuş ve kurtarmışlardır.

Gerçekte İslâm’ın ulu sancağını taşıyan onlardır, mânevî sultanlar onlardır. İşte hapislere giren Ebû Hanîfeler, Ahmed b. Hanbeller, İmâm-ı Rabbânîler, Şeyh Şâmiller... daha binlerce meşhur alim, mürşid, şeyh, hoca, hatip, vaiz, derviş...

İdarecilere öğüt verdiler, ziyaretlerine gitmediler, hediyelerini geri çevirdiler, mevki ve makam tekliflerini reddettiler, ziyaretlerine gelmek isteyen idarecileri kabul etmediler, hür ve bağımsız yaşayarak sadece Allah’a bağlandılar, kula kulluk etmediler, mevki ve makam sahiplerinin emellerine, isteklerine alet olmadılar, eyvallah demediler.

Ölümü göze alarak sapık idarecilerle mücadele ettiler, kınayanın kınamasına aldırmadılar, zindanlara girseler de yılmadılar, zindanları medrese ve ibadethane yaptılar, ilimlerini orada da neşrettiler.

Savaşlarda orduları teşvik ettiler, sultanlara moral verdiler, atlarının dizginlerini tutup savaş meydanını terk etmelerini engellediler, orduların en ön saflarında talebeleriyle, müritleriyle çarpıştılar, zaferler sağladılar.

Çünkü alimler, peygamberlerin vârisleri ve vekilleri, Resûllerin halifeleri ve ümmetin emanet edildiği emanetçiler, gerçek efendiler, seyyidler, komutanlardır.

 “Alimlerin kapılarındaki idareciler ne iyi, idarecilerin kapılarındaki alimler ise ne kötüdür!’’

 

Yazının tamamını aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz:

http://www.iskenderpasa.com/19682AB0-0212-47BA-9702-8641AD37EB76.aspx

 

 

Kıymetli okuyucular yazım uzadı biliyorum. Bir de Esad Hocamızın bize öğrettiği bir Hadisi Şerifle yazımı bitirmek istiyorum: Hadisi Şerif anlam olarak şöyle‘’ Cennetin kapısında şehid alim ve zengin karşılaşırlar: Şehid cennetin kapısından önce girmek ister. Niçin önce girmek istiyorsun diye sorulur. Ben Allah yolunda canımı verdim der.  Şehide bu sefer şehitliğin sevabını kimden öğrendin diye   sorulur. O da Alimden diye cevap verir.  O zaman Alim önce cennete girecek denir. Alim de der ki Eğer zengin olmasaydı onun sağladığı imkanlar verdiği zekat ve sadakalar olmasaydı ben alim olamazdım. Cennete ilk giriş hakkı Zenginindir der. Zengin de ben malımı Allah yolunda ilim yolunda harcamanın sevabını Alimden öğrendim. Alim öğretmeseydi ben bu yolda nasıl para harcardım. Binaenaleyh Cennete ilk giriş hakkı Alimindir der ve Cennete ilk önce Alim girer.

 

Dostlar tarihteki büyük başarılarımızın mücadelelerimizin istiklalimizin ilerlememizin ve bilhassa miladi yıldönümünü kutladığımız İstanbulun Fethinin arka planında  temelinde de bu büyük alimlerin tartışılmaz rolü var.  Allah CC bundan sonra Roma’nın fethini nasibetsin, bizlere göstersin. Bizi Alimlerimizin kıymetini bilenlerden eylesin, onların yolundan ayırmasın.  Amin.   

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.