Sivil Şeyh

Phaidon... Platon'un en önemsediğim diyaloglarından birinin adı. Ölüme dair çünkü.

Ölüme ve ölümsüzlüğe. Yani nefsin bekasına.

"Felsefe, ölümü tercih etmek demektir" der Sokrates, talebelerinin kendisini kaçırma taleplerini reddedip bile isteye ölümü tercih ederken.

Ölümü şiirleştirir.

Biyolojik ölümü değil, nefsin ölümünü... ölmeden önceki ölümü... nefs mertebesinden ruh mertebesine çıkışı...

Rengi olmayan tek nefsin, nefs-i safiye'nin hikâyesini...

 

* * *

Kitabın Türkçe'ye ilk çevrildiği tarih 1928.

Meş'um bir tarih. Zira kandillerin söndüğü ve ilim-irfan geçmişimizin karanlıklara gömüldüğü tarih.

Kitabın mütercimi bir genç kız. Semiha Cemal.

Okursanız, seveceksiniz, tercümesi Osmanlıca'nın son numûnelerinden...

1926 Darülfünun Felsefe Şubesi'nden mezun. Cumhuriyetin eğitim görmüş ilk neslinden. Dikkatli, titiz ve naif.

Hikmet âşıkı bu genç kadın 31 yaşında vefat ediyor. 1935'te.

 

* * *

Peki niçin Platon? Niçin Phaidon? Niçin 1928.

Sanırım, asıl sebep, gönlüne bir Hak dostunun nazarının değmiş olması.

Bir Rifaî fakirinin... hakikî yoksulun... Kenan Rifaî'nin (1867-1950) ...

Semiha Cemal, Kenan Rifaî'nin damadı Ziya Cemal'in (Büyükaksoy) kızkardeşiydi.

En güzel yıllarını Rifaî hazretlerinin sohbet meclisinde geçirmiş, hatta sohbetlerin kaydında bizzat emeği de geçmiştir.

 

* * *

Kenan Rifaî'nin terbiyesinden geçen birçok hanımdan biridir Semiha Cemal.

Göze âşina birkaç isim daha: Sâmiha Ayverdi, Sofi Huri, Safiye Erol, Nezihe Araz....

Ya âşînası olmadıklarımız?

Nazlı Sultan, Meşkûre Sargut, Hüsniye, İsmet, Münîre, Sâbiha, Güzîde, Melîha, Güleser, Kamer, Lütfiye, Behîre, Hayriye hanımlar.... ve daha adını kaydetmekten aciz olduğumuz nice İstanbul hanımefendisi....

Hepsi de bir bir ârifin nazarıyla ışıldamış kadınlar...

Aydınlanmış, arınmış, akpak insanlar...

Hakikat çerağını diri tutmak uğruna nefes vermiş zâkirler ve zâkireler...

Bu işlerde tesadüf olmaz, bugün o nefesi diri tutmaya gayret edenlerden biri de yine bir hanım.

Cemalnûr hanımefendi.

 

* * *

Kenan Rifaî'nin ilk mürşidi, ilk mürebbiyesi de bir kadın. Anneleri. Bir Hak âşıkı.

Terbiyesi altında yetişmesi amacıyla, Hatice Cenan hanımefendinin, oğlunu kendisine emanet ettiği zât ise Edhem Efendi.

Edhem Efendi tacla hırkayla işi olanlardan değil. Bir Üveysî.

Yani yolun terbiye ettiklerinden.

Kenan Rifaî'ye bir zamanlar "Sivil Şeyh" demeleri de asıl bundan. Şeyhliği tekke şeyhliği değil. Ne kurumsal, ne de aileden...

Sonraları Medine'de Seyyid Hamza er-Rifaî'den icâzet ve hilâfet almış olsa bile, hamurunda mürşidini irşad edecek cevherin menbaı gerçekte bir Üveysî. En son Kadirî.

Hâllerinde hep bir melâmet neşesinden izler görünmesinin bir nedeni de sanırım bizâtihi Edhem Efendî...

 

* * *

Ehemmiyet arzeden bir mevzû bu! Malum a, bazılarını bir mürşid irşad eder, bazılarını bizzat yolun kendisi.

Efendimiz'i (s.a) irşad eden kim?

Yolun kendisi.

Silk değil, meslek.

Beşeri ve dahî beşeriyeti ne melekler irşad eder, ne ilâh. Onlar beşer önünde bir misâl teşkil edemezler çünkü. Acıkmazlar, üşümezler, ağlamazlar.

Uluhiyet mertebesinden melekiyet mertebesine, melekiyet mertebesinden beşeriyet mertebesine... Çünkü irşad için aynı ontolojik düzlemde yer almak gerek.

Başka bir deyişle, beşerin önünde evvel ve âhir insan olmak gerek.

 

* * *

Kitaptan mürşid olur mu?

Abdülkerîm Cilî, tâlibi kitapların da irşad edebileceği görüşündedir.

Bu fakirin kanaati de bu yöndedir. Sadırlar kadar satırlardan da ilhâmımızı alabiliriz.

Nereye kadar? Hep bir yere kadar. Yani nasibimiz kadar.

Kenan Rifaî'nin, fedakâr müridlerinin notları sayesinde ulaşabildiğimiz Sohbetler (Kubbealtı, 2009) adlı eseri, hakikat yolcularının doya doya içecekleri enden pınarlardan biri. Tertemiz. Açık ve aydınlık. Çünkü çok sade, çok yalın.

Cumhuriyetin ilk yıllarında dergâhların kapatılmasını umursamayan, hatta bu müdahalede hayır bile bulan meşayıhın, o yıllarda yârân ile nasıl hâlleştiklerini görmek istemez misiniz?

Takip altındayken bile, pırıl pırıl İstanbul şîveleriyle o güzelim şehirli hanımların gönüllerinden yayılan yanık kokusunu duymak... şehirli dindarların ev içre hâl ve tavırlarını, o heybetli sesin sahibinden yıllarca sürecek bir irşadın en etkileyici numûnelerini görmek... kısaca yalan yanlış yazılmış irfan müsveddelerine inad çağdaşımız olan bir Hak dostunun nefesiyle nefeslenmek... istemez misiniz?

Bu yıl Ramazan'da Kenan Rifaî hazretlerinin Sohbetler adlı eser-ı güzîniyle halvet olmuştum. Okudukça sadece hayretim değil, mahcubiyetim de arttı.

Hicabım ise, meğer ki uzaktaki yakınlıktan çok yakındaki uzaklıktan nâşi imiş.

İmdi, sıra, "yakındaki yakınlık" perdesini de kaldırmakta.

 

* * *

Demek oluyor ki ey talib, sevgiliye kavuşunca İsâ gibi orada kalıp takipçileri bekletmemeli, bilâkis Mirac'daki vuslat zevkini yarıda bırakıp Muhammed gibi hemen geri dönmeli!

Önceki ve Sonraki Yazılar