Fatma Ç. KABADAYI

Fatma Ç. KABADAYI

Gönül Gözüyle Başaran Şair; Yunus Yılmaz ile söyleşi

 

 

Sorumluluğumun fazla, çıktığım yolun meşakkatli olduğunun ziyadesiyle farkındaydım. Yunus YILMAZ

Kendilerini yetkin, başkalarını yetersiz bulanların sayısı çok fazla… YUNUS YILMAZ

 

 

Sen hüzün denizinin uğramaktan korktuğu,

Sen soluk benizimin çocuksu asi buğu.

Sen sana rastlayanı fersiz kılan eden lal!

Sen ölümsüz bir anı ebedi yanımda kal…

 

Mısralarının sahibi Yunus Yılmaz’ı rahmetli kardeşi Elif’e ithaf ettiği CANA AŞK DÜŞTÜ isimli kitabıyla tanıdık. İlkokul dördüncü sınıfta şiir yarışmasında il ikincisi olan 1990 Ağrı doğumlu olup Erzurum Görme Engelliler okulunda Braille ile tanışan ve bir buçuk ay kadar kısa sürede okumayı öğrenen Yılmaz, ondan sonra da hep okumuş ve yazmış. Okulunun değişmesi akabinde de imkân ve materyal yetersizliğinden tamamen zihinle eğitim almış. Ağrı Eleşkirt’te eğitimine devam eden şairimiz çok çetin günler geçirmiş. Belirsizlik insanı çok yorar bilirsiniz, fakat o hiç vazgeçmemiş. Girdiği sınavlarda birinci olmuş. Olabildiği her fırsatta lider olmayı başarmış. Aslında o sadece bir şair değil, kendisini sizlere daha yakından tanıtmak istedim. Bakalım neler konuştuk?

“Hoş geldiniz Yunus Bey… Öncelikle tebrik ediyorum. On parmağınızda on marifet maşallah. Hem memur, hem şair, hem öğrencisiniz. Spor dallarında on yedi madalya almanız da gurur verici. Yunus Yılmaz olmak zor mu diye sormak istiyorum ilk olarak?

     Efendim, öncelikle: Başta bir netice gerekse silah, elbette ilk silah bismillah. Böyle bir söyleşide bulunmak, siz değerli yazarımızla sohbet edebilmek benim için büyük bir onurdur. Teşekkürlerimi sunuyorum bana vakit ayırdığınız için. Yunus Yılmaz olmak, bu denli, sorumluluğu yüksek bir yaşama sahip olmak zordan ziyade kesinlikle bir imtihandır. Bu süreçte kendinden emin, içerisinde bulunduğu durumdan haberdar olmak ve böyle bir durumla mücadele edebilme farkındalığı edinmek, benim için geldiğim mevki, konumlar üzerinde birinci etken olmuşlardır. Bir tabirimiz var bilindiği üzere: “İki karpuz bir koltuğa sığmaz,” diye. Bu tabiri de bir nebze kırmış mı oluyoruz bilmiyorum lakin: özellikle engelim oluşu kaçınılmaz gerçeğini idrak ettiğim vakitlerden bu yana, yaşama daha sıkı sarılarak her hadisenin bana fayda sağlayacak kısmıyla daha çok haşırneşir olduğum bir gerçek. Bu idrak üzere çıktığım yolda, azmimin kararlılığımla dost geçinmesinin meyvelerini aşama aşama tattım. Özellikle 4. Sınıftan bu yana, kendime Türkçe Öğretmenliğini hedef koymamın ve bu doğrultuda çalışmalarda bulunmamın benim bugüne değin tüm yaşamım üzerindeki tesiri su götürmez bir gerçek. . . Geldiğim konuma bakıldığında, Üniversite son sınıf öğrencisi olmak, yaklaşık üç yıldır aynı zamanda memur olarak kendi ayakları üzerinde durmak, çeşitli gazete ve dergilerde yazma serüvenini sürdürerek bir şiir kitabı yayınlamak her yiğidin harcı değil biliyorum. Fakat kanımca: Yunus Yılmaz’ı Yunus Yılmaz yapan temel etken de budur. . .

 Bu nedenle başta, ailem olmak üzere bu uğurda beni yetiştiren, kendi mesleklerini layıkıyla icra eden kıymetli öğretmenlerime, başaracağıma inancı sonsuz olan tüm destekçilerime de teşekkürlerimi bir borç bilirim.

“Hayatınıza giren bazı eğitimcilerin yanlış tutumları sizi çok üzmüş. Fakat başarılarınız ve azminiz onları amaçlarına ulaştırmamış. Aslında onların zordan kaçtıkları çok belli… ‘Şimdiki aklım olsaydı’ dediğiniz oldu mu hiç? Tutumunuz değişir miydi?”

   Bu süreçte aldığım tüm yaralarımın sebebi hakikatten de kendi konumları ve mesleklerinin farkında olmayan eğitimciler olduğu doğru. Lakin: Çıktığım bu yolda karşıma çakılların, taşların, belki de kayaların konulması beni hiçbir vakit ümitsizliğe itmedi. Aksine, mücadele ruhumu daha kavi kıldı. Özellikle eğitim gördüğüm okulların idarecileri tarafından işe yaramaz ve yardıma muhtaç olarak görülmem, aldığım yaraların en büyüğü oldu. İnandığım ve asla inanmayı terk etmeyeceğim bir gerçek var: “Rabbim kaldıramayacağım yükü vermez,” inancı. . . Hani bilirsiniz: bir kapı kapansa birkaç kapı aynı anda açılır, daha doğrusu: son kapı kapanmadan birkaç kapı açılır. Bu umut, bu idrak, bu inanç benim temel prensibim oldu yaşamım boyunca. . . Kendimi ifade edebildiğim alanların oluşu ve çevremle diyalogumun güçlü olması, bu hoşnutsuzluklarım meydandan kalkmasına birinci etmen oldu.

 İnsanın kendiyle barışık olması: yapabileceklerini bilip, o doğrultuda yaşamına yön vermesi ve durmadan ileriyi pes etmeden arzu etmesidir bana göre. Aynı şekilde ritim tutmanın sonucunda gelen başarı, kendinizi kanıtlamanın birinci ve en mühim öğesidir. Bu sürece maruz kaldığım dönemlerde, yaşadığım her olaya elbette haklı ve doğru karşılığı verebildiğimi söyleyebilmem çok güç. Zira tecrübeler ve yaşantılar insanı olgunlaştırır. Ben de olgunlaştıkça adımlarımı daha sağlam attım. Olumsuzluklara kenetlenip kalsaydım, bugün burada olamazdım. Yaşadığım bütün zorluklar aslında benim için büyük bir nimet oldu. Evet, incinmek, hele bir dalken, bir yaprakken incinmek ileriki yaşamınız üzerinde büyük bir iz BIRAKIR. Fakat: olumsuzlukları, yaşanan hadiseleri anımsadıkça bir daha o demlere dönmemek için durmadan imkânım doğrultusunda gayret sarf ediyorum. Başarabilmek ümidiyle bu arzuyu gönül hanemde besliyorum. Nitekim: son nefesi verene dek, mücadele ve ümit bana rehber olacak.

 

 “Sekiz kardeş olduğunuzu kardeşinizi Elif’i bir yıl önce kaybettiğinizi biliyoruz. Allah sizlere uzun ömür versin diyelim. Elif’in bu dünyadan ayrılışı sizi hangi kararları vermeye ikna etti?”

   Başarı denilen basamaklar, destekle aşılabilecek ve dilenen konumlara getirebilecek merdivenlerdir. Bu nedenle, özellikle ailem tarafından hadsiz derecede destek gördüğüm bir gerçek. Rahmetli kardeşim, şiirlerim ve denemelerimi çok severdi. Her fırsatta onları kendisine ait defter yapraklarına not alırdı. Fırsat buldukça, hem okur hem de ezberlemeye çalışırdı. Bendeki emekleri de tarifi imkânsız derecede fazlaydı.

 Yaşama iki dönem olarak bakmamı sağlayan Elif: dünya yüzünde birlikten, aile huzurundan, maneviyatımıza önem verip kendimizi hak yolunda ziyadesiyle yetiştirmekten başka hiçbir şeyin kâr kalmadığını açıkça ortaya koydu.

Değer verdiğimiz her şeyin bir gün elimizden gidebileceğinden, sarılacaksak: bu değerlere sarılmamız gerektiğinden yoksa iş işten geçtiğinde sadece ardından bakakaldığımızı bir kez daha bana gösterdi. Anladım ki: ailenizdeki bütün bireylerle siz bir bütünsünüz. Bu bütünün ruhu sizin bir arada ve eksiksiz olmanızdır. Ailenizden biri dünyasını değiştiğinde, bu hiç fark etmez, anneniz, babanız, kardeşlerinizden biri ya da siz, o huzur da, mutluluk da, birlik de dünyasını değişenle beraber sizden gidiyor. Hani birliğin ruhu var ya: tek bir bireyle can veriyor. Ölenle ölünmüyor denilir belki lâkin: ölenle ölünüyor. . . İşte, bu sıraladıklarım benim Elif’ten sonraki yaşamım. . .

“Aileniz ve çevreniz sizinle gurur duyuyor. Yazdıklarınızla, başarılarınızla çalışmaya üşenenlere örnek olduğunuzu tahmin edebiliyorum. Kitabınızı öğretmenlerinizin desteğiyle çıkarmanız da harikulade bir olay… Nasıl tepkiler aldınız? Beğeniliyor mu?”

   Yaklaşık on üç, on dört yıldır edebiyatın her dalıyla alakadar oluyorum. Özellikle şiir benim olmazsa olmazım. . . Öykü, deneme, makale, tiyatro gibi dallarda da dereceler elde ettim. Ailem ve hocalarımın desteklerine değinsem, içerisinde boğulacağımdan korkarım. Attığım her adımı gönül rahatlığıyla atmam, bu husustan ileri gelir. Hayata bir sıfır geride başlamak olarak tasvir etmediğimden ötürü durumumu, hep ileriye gidebilmeyi başardım. Gördüğüm destekler, aldığım olumlu dönütler ve yıllardır benden bir kitap beklediklerini ısrarla sürdüren çevremin önerileriyle böyle kutsal bir yolculuğa çıktım. Evet, kutsal bir yolculuk. . .  Zira: ülkeme ve milletime bir kültür mirası bırakmam kolay bir yükümlülük değil, aksine her kesimin hakkını içeren zor bir süreçtir. Bir edebiyat öğretmenimin bana sarf ettiği sözleri anımsıyorum: “Baki kalan şu kubbede, bir hoş sada bırakman dileklerimle. . .” Sorumluluğumun fazla, çıktığım yolun meşakkatli olduğunun ziyadesiyle farkındaydım. Çevremin nabzını yoklayarak başladığım kitap serüvenim, yaklaşık dört ay önceye dayanmakta. Bu süre zarfı içerisinde CANA AŞK DÜŞTÜ adlı şiir kitabım tahminimden daha hızlı ve fazla ilgi gördü. İkinci baskı için çok beklemeyeceğim bir gerçek, bunu da itiraf etmiş oluyorum. Özellikle içerik bakımından kalitesinin fevkalade olduğunu ifade eden eğitimci hocalarım; şimdi üzerinde çalıştığım ikinci şiir kitabımı, romanımı, öykü ve masal kitaplarımı dört gözle beklediklerini dile getiriyorlar. Yoğun bir dönemde olduğum için biraz süre alacak olan çalışmalarım, Rabbim izin verirse bu seneden sonra daha da hız kazanarak ölümsüzlük kervanına katılacak. Bu neticelerden şuan hakikatten memnunum.

 

“Türkçe öğretmenliği şair kesimi için en doğru alanlardan birisi. Edebiyatla iç içe olmak. Okuduğunuz yazarlar şairler kendini ispatlamış kalem sahipleri. Onların eserlerini okurken neler hissediyorsunuz? Kendinizi kıyaslıyor musunuz?”

Yetiştiğim döneme dem vuracak olursak: öğretmenliğin mesleklerin hepsinden önde geldiğini söylemem, bir abartı olmayacaktır. Gördüğü değer her ne kadar düştüyse de bu dönemde, kutsallığından asla bir şeyler kaybetmeyecektir. İnsan benliğine ne denli nakşeder ve ne denli onu yaşamaya çalışırsa, o kadar da başarması kolay olur. Örneğin: her bireyin küçükken kendisine model aldığı bir kahramanı vardır. Benim kahramanım da öğretmenlerimdi. Kendilerini ne kadar özümsersem, yani: büründükleri durumu ne kadar sahiplenirsem o derecede öğretmenliğe kendimi hazırlamış olacağım inancı içerisindeydi fikir yapım. Nitekim öyle de oldu kanaatimce.

Eserlerinin müptelâsı olduğum yazarlar şairler, benim edebiyatımın temelleridir. Onların çalışmalarında özümü bulduğumu düşünüyorum. Bazen öyle bir doluluk oranı yaşıyorum ki: aldığım hazzın ve verimin tesirinden olacak,  içim içime sığmıyor, kelimeler üçer beşer hatta abartısız, cümlelerce dilimden dökülüyor, kayda dahi alamadan yitip gidiyor. Okuma aşkı bende başka bir sayfa, apayrı bir konuma sahip.

Hayır, kesinlikle fikir dünyalarından öz aldığım yazarlar ve şairlerle kendimi kat’a kıyaslamıyorum. Zira onların kat ettiği yolda emekleyenlerin ardından giden bir bireyim kanımca. Hani derler ya: kırk fırın ekmeği tüketmek, öyle de kitaplar ve yaşantılar arasında ömür tüketmem gerekir. Ancak, bu sayede bir katre feyiz almış olurum deryadan. . .

“Sporla uğraşınızdan konuşalım dilerseniz? Nasıl başladı?”

İlk Öğretim 5. Sınıfa kadar normal okulda okuduktan sonra Erzurum Görme Engelliler İlk Öğretim Okuluna yazdırıldım. Bu okul yeni açıldığı için ortaokul bölümünde öğrenci yoktu. Beni Tekrar 5. Sınıfa aldılar. Böylece yanılmıyorsam: 2003 yılı itibariyle spora başlamış oldum. O dönemde Türkiye Atletizm Şampiyonalarına katıldık okulca. 4 öğrenciyle yarışmalara girdik. İki kız iki erkek. En fazla iki dalda yarışabiliyorsunuz. Ben 100 metre ve 200 metrelerde yarıştım. Aldığım birinciliklerle iki altın madalyayla döndüm okula. Benimle beraber sadece bir kız arkadaşımız derece elde etti. Böylece spor maceramız da başlamış oldu. Akabinde hem okul adına, hem de Erzurum gençlik spor bünyesindeki görme engelliler spor kulübü adına katıldığım yaklaşık bütün müsabakalardan madalyalarla döndüm. Atletizm, goalbal, halter gibi spor dallarında başarı elde ettim. Kesinlikle çalışmam, antrenmanlarda bulunmam için imkânlarım, çalışma salonlarım, koşu pistlerim ve halter malzemelerim yoktu. Bu zorluklara rağmen başarısız olduğum müsabaka çok az. Milli takım kamplarına çağrıldım, çok iyi dereceler elde ettiğim halde, çalışma koşullarımın, beni çalıştıracak bir hocamın olmaması gibi sudan sebeplerle atletizm milli takıma alınmadım. Böyle bir durumda maalesef sadece bana sporu bırakmak mecburiyeti kaldı. İlk ve son pes edişim oldu kendimden kaynaklanmayan nedenlerle.

“Yeni kitap projeleriniz var mı?”

Evet, Nasip kılarsa Yaradan: Bu sene başladığım bir roman, bir öykü, bir masal ve iki şiir kitabı çalışmalarım var. Aynı zamanda denemelerimi de toplayabileceğim bir kitap düşünüyorum.

 

“Okul hayatınızın oldukça karmaşık olduğunu biliyoruz. İkincilikle bitirmek herkese nasip olmaz. Geriye dönüp baktığınızda eminim ki ‘İyi ki öyle olmuş,’ dediğiniz meseleleri fark ediyorsunuzdur. Bunlar neler olabilir?”

Aslında kişi kendisini idare edene tabi kalırsa, hayatının her safhasından lezzet alır. Zorlukların haddi hesabı olmadı okul serüvenim boyunca. Bir tek, arkadaşlarım arasında beni dışlayan olmadı, bu durumun farkına da Allah biliyor sizinle sohbet sırasında vardım. Elbette başarı kişinin ayinesiyle vardığı en uç noktadır. Zira bireyin ayinesi iştir. . . Ben de her ne kadar imkânlara sahip olmasam da çabamın ve elimdeki fırsatları değerlendirmemin neticesiyle başarı denilen o tatlı meyveye ulaştım. Hayatın ders vererek bana kabul ettirdiği en önemli hususlardan biri de geriye takılıp kalmamaktır. İnsan katiyen geçmişini silip atamaz, bunu insanlardan beklemek de yanlış bir davranış olur. Fakat, geçmişinin analizini ortaya koyabilir, artıları eksileri hesaba çekebilir, geleceğine bu şekilde yön verebilir kanaati taşıyorum. İyi ki öyle olmuş dediğim tek bir şey var: o da yaşantımın tümü. . . Zira Rabbimin emri üzere yaşandı yaşanılması gerekenler. En mühim şey ders çıkarabilmektir hatalardan, en güzel şey sürdürebilmektir değişmeden ve değiştirmeden Allah’ın hoşuna giden davranışları. Bu düşünceleri taşıyan hal ve hareketlerim geçmişimin süsü ve zümrüt örtüsü.

“İnsanlardan bir isteğiniz var, diyorsunuz ki “Biz engelli bireylerin de bir yerlere geldiklerini göz önünde bulundurmalarını ve bu doğrultuda bizlere artık düşkünmüşüz gibi bir muamelede bulunmalarını bırakmalarını istiyorum.”  Elbette dediğiniz gibi engelli olup da çok yüksek mevkilere gelmiş bireylerimiz var. Bu hususta birkaç örnek verir misiniz?”

Toplumumuzun belki söyleşimizdeki, ilk iyi yanına değineceğim: Elle tutulur işleri yapanları sahiplenmek dürtüsü her kesimimizde çok fazla. Duygusal bir kesimiz bu gerçek. Öyle ki: alın teri kavramı her bireyimiz için aynı şeyi ifade ediyor. En küçüğümüzden tutun, en yetişkinimize kadar. Zorluk kavramının her bir aşamasını teker teker atlatmış bir engelli birey, geldiği konum itibariyle takdire şayan işler başardıysa duygusal yönü derya olan milletimizin penceresinden bakıldığında, o birey artık bir ölümsüzdür. Nitekim: Aşık Veysel Şatıroğlu, Cemil Meriç, Lokman Ayva, Metin Şentürk, Mithat Enç, Alper Şirvan, Turan Yalçın, Necdet Turhan, Selim Ve Kerim Altınok Kardeşler, Engin Yılmaz, Lous Braille, Helen Keller ve dahasını saymak mümkündür.

 

“Çocukken görebilmek, sonradan görmenin azalması, geç fark edilmesi elbette üzücü. Kız kardeşinizde aynı durumda ve çok şükür ki bu durum sizin başarınızı engellememiş. Azminizle istediğiniz her şeye kavuşmuşsunuz. Braille alfabesini biliyorsunuz. Hedefleri olan insanlara neler söylemek istersiniz?”

Evet, çocukken biraz görebilmek benim için büyük bir nimet oldu bu doğru. Fakat şuan hiç görememek de benim için aynı öneme sahip. Zira kendimi ve engelliğimi aştığımı düşünüyorum. Bu kanıya çevremden aldığım olumlu tepkilerden ulaştığımı belirtmek isterim. Hatta bana esprilerle yaklaşıp yılsonunda gelip de ben görüyordum sizleri oyuna getirdim dersen, kesinlikle sana hakkımızı helâl etmeyiz diyen arkadaşlarım ve öğretmenlerim de var. Bu da ne olursa olsun, kat edilmesi gerekilen yolun bir yarısını kat ettiğimi gösterir. Braille yazısını, bu müstesnâ alfabeyi öğrenmenin faydasını görme engelliler okullarında okurken çok gördüm. Halen de gerektiğinde kullandığım aşikâr.

Kız kardeşim de benim gibi azimli, şuan hem memur, hem de açık öğretimden Türk Dili ve Edebiyatı okumakta. Aynı zamanda bir kitap kurdu ve şiir hayranı. Ezberinde onlarca şiir var, kendisi de bir şeyler kaleme alıyor.

Hedefi olan bireylerin kendi ülküleri doğrultusunda yılmadan ilerlemeleri onları başarıya götüren birinci etmen olacaktır. Azim, çaba, umut, her vakit istek ve olmazsa olmaz başka eserlerle aydınlanmak, amaca giden yolun aralanmasında rol oynayan diğer faktörlerdir. Bu hususları kararak bir kokteyl oluşturmak, emekten sonra yemeğin tadını en azami derecede alabilmek için kaçınılmaz gerçektir.

“Bir şiirinizi okurlarımızla paylaşmak isteriz. Hangisine müsaade edersiniz?”

Efendim, Ağrı Anadolu Lisesinde öğrenim görürken, bir edebiyat öğretmenime: “Sayın hocam ben yazarken noktayı bulamıyorum.” dedim. Kıymetli hocam da, o dönemde bilgisayar kullandığımdan ötürü elimi tutarak, klavyenin üzerine getirip: “Bak oğlum nokta burada” demişti. Anlatmak istediğim bu değildi malumunuz. Ben bir durumu detayıyla anlatmayı, bir tasviri derinleştirmeyi çok severim, bu nedenle yazılarım da, şiirlerim de kısa değildir pek. Dilerseniz benim için büyük bir onurdur bir şiirimin paylaşılması. Özellikle Ruveyda şiirim birkaç yıl önce kaleme aldığım bir çalışmam. Daha doğmadan ismiyle ölümsüzleşen kızımın adına kaleme aldığım bir eser. Sizler için de mümkünse bu şiirimin yayınlanmasını istiyorum.

        RUVEYDA

 

Adını ilk kez duydum bir meleğin dilinden,

Nakış nakış dokundun yüreğime Ruveyda.

Tutabilmekti sade arzuhalım elinden!

İzin ver gül tenine dokunayım Ruveyda.

 

İlk görüşte aşk değil hiç yoktan sevdim seni,

Bu bendeki şans değil kaderle bildim seni.

Canlı olmazsa dahi hayalde gördüm seni!

Mecnuna döndü gönlüm sana yanar Ruveyda.

 

Adını duymak yetti sana meftun olmaya,

Gönül takatim yetmez sensiz soluk almaya.

Bir haber ver geleyim yoluna yol olmaya!

Zindana döndü sensiz koca dünyam Ruveyda.

 

Ulaşmak umuduyla küle döndü bedenim,

Dayanamaz ölürsem bil ki sensin nedenim

Ya öte yanda sensiz ne yapar ne ederim!

Gel de şu aşığına hayat sun be Ruveyda.

 

İçimi haykırırken titrer kalem elimde,

Adına denk kelime yok biçare dilimde.

Sabır taşı misali kalp taşırdım içimde!

Sensizliğin hüznüyle paramparça Ruveyda.

 

Gönlümdeki gökyüzü dökerken gözyaşını,

Damlalar dört bir yana çarpar deli başını.

Kaybetmek üzereyim metanet savaşını!

Zaferim saçlarında adın andım Ruveyda.

 

Gel artık göster yüzün kan damlıyor gözümden,

Sözlerim kifayetsiz kelimeler özümden.

Benliğime söz verdim vazgeçemem sözümden!

Ölene dek kaderim namusumsun Ruveyda. . .

 

“Müthiş bir şiirdi. Gönlüm açıldı mısralarınızda. Yunus Hocam okulunuz bittiğinde mastır doktora da yapma hedeflerinizi biliyoruz. Kazanacağınızdan da eminiz. Peki, profesör olarak toplumda tanındığınızda gençlere nasıl etkiniz olacak? Türkiye’de engelliler için bir şey yapacak olsanız ilk nereden başlarsınız?”

Teşekkür ederim güveniniz ve temennilerinizden ötürü. Amacım doğrultusunda ilk tercihimde Tokat Gazi Osmanpaşa Üniversitesi, Türkçe öğretmenliği Bölümünü kazandım. Zira yıllardır bu doğrultuda çalışmalarımı sürdürüyordum. Özellikle mastır doktora yaparak bu alanda yetkin olmak benim için tek hedefti. Adım adım bu hedefime yaklaştığım bir gerçek. Fakat her şey inancıma göre nasip, tedbir benden, taktir Allah’tan. Profesör olup olmamak Çok da mühim bir durum değil aslında: geldiğim konum dahi topluma ve engellilere bir örnek kanımca. Bu konu üzere içimi döksem, yapılması gerekilen şeyleri dile getirip aksaklıkları bir bir beyana kalkışsam, herhalde kâğıt da kalem de aciz kalır. Daha bir hafta öncesinde gazetelere büyük bir utançla kazınan bir haber, toplum olarak ne denli engellilerimize sahip çıktığımızın gerçekliğini tüm çıplaklığıyla yüzümüze çarptı durdu. Hani yanılmıyorsam Antalya gibi aydın kesimimizin bulunduğu bir ilimizde %30 Bedensel engelli ilköğretim ikinci sınıf kardeşimizin dramı. Burada detayıyla açıklamam mümkün değil, lâkin: kesinlikle bu haber bulunup tekrar okunmalı. Okunmalı ki: geldiğimiz, daha doğrusu bulunduğumuz konumun aşamanın, ne de vahim bir sonuca sahne olduğunu idrak edebilelim.

 Aciz birer düşkünmüşüz gibi görülmemiz, bizler için engelimizden daha fazla büyük bir yaradır. Maalesef bu durumu aşabilmesi sadece, bizim gibi bireylere sahip çıkarak, bizleri tanıyıp bağırlarına basarak, imkânlar, fırsatlar verip kendimizi ifade edebilmemize yardımcı olarak, ille okuyarak, ille okuyarak, ille okuyarak toplumuzun kurtulacağı bir hastalıktır. Bana imkân sunulsa: yemeden içmeden keserek toplumu, bu kangren durumdan kurtarmak için kütüphanelere mahkûm ederim.

“Edebiyat alanında okumaktan çok yazanımız, bilmeden üretmeden eleştirenimiz çok fazla. Deneme, makale de yazıyorsunuz. Sanıyorum şiir sizin ilk tercihiniz. Roman yazmayı hiç düşündünüz mü?”

Evet, maalesef öyle bir dönemdeyiz ki, kendilerini yetkin, başkalarını yetersiz bulanların sayısı çok fazla. Eleştiriye kapalı ve eleştiri yapabilecek kadar usta olduklarını ifade eden vasıfsız bireylerimiz arttı. Öyle şahit olduğum şahsiyetler var ki: şairlik denilen kutsal meslek yerlerde. Kitap okumaya karşı olan bireylerden bahsediyorum. Bu bireyler yazmaktan, sanat yapmaktan söz ediyorlar. Hâlbuki kesinlikle bilinmelidir, okumadan yazmak asla mümkün olmaz. Hayatı analiz edebilmek, olayları irdeleyebilmek, yaşamı ve ya eserleri tahlil edebilmektir en güzel okuma. . . Ufuk âleminin nimeti, hayal denilen dehlizin mineralleri de okumaktır. Bugüne kadar hatırı sayılır derecede makale, deneme, öykü ve tiyatro kaleme aldım. Fakat şiirin bendeki yeri bir başka... Büyük üstat Akif’in duvarlara tırnaklarıyla bağımsızlığımızı kazmasını anımsatarak, şiir denilen nimetin müptelâsı olduğumu itiraf etmek isterim. Evet, özellikle çevrem, kıymetli hocalarım ve okurlarımın benden bekledikleri roman şuan elimde. Rabbim izin verirse bitirerek okurlarıma ulaştırmayı düşünüyorum. Aynı zamanda: bir öykü, bir masal, iki şiir kitabı da şuan çalışmalarım arasında.

“Sabırsızlıkla bekliyoruz hocam… Edebiyat alanında açılan şiir öykü gibi yarışmalara katılıyor musunuz? Sizce yarışmalarda torpil oluyor mu?”

İmkânım doğrultusunda, her alanda yarışmalara girmeye çalışıyorum. Zira üstatların eleştiri ve önerileri benim için yol göstericidir. Tavsiyeler, yetkin olup olamamamın etkileri bulunduğum konumun yeterli olup olmaması başarı çıtamın beslendiği ürünlerdir. Ancak böyle arzu ettiğim yere kavuşabilirim kanımca. Torpil hususuna gelince: günümüz dünyasında hak etmeyen bireylerin daha üst mevkilere gelebildiği bir dönem yaşadığımızı düşünüyorum. Biraz çevresi olan, büyük mevkilerde tanıdıkları olanlar daha üst konumlara sahip oluyor. Çoğunluk mu azınlık mı bir şey diyemem lâkin bu durum aşikâr. Edebi alanda bu husus daha az gözlemlerime göre. Tabi yanılma ihtimalim çok yüksek, Zira kendi penceremden bakıyorum sadece. Gönül ister elbette her alan bu tür zararlardan arındırılabilsin, daha dürüstçe ürünler ortaya konabilsin.

 

“Bu yoğunlukta zamanın kıymetini bilenlerdensiniz. Planlı programlı çalışıyorsunuz. Zamanı kullanmada nelere dikkat edersiniz?”

Hakikatten yoğun olduğum doğru. Zira hem üniversite, hem memuriyet, hem kitap sürecimiz, hem yazma serüvenimiz, hem engelli öğrenci temsilciliği, aynı zamanda üniversite bünyesindeki engellilere yönelik kulübümüzün başkanlığı çok meşakkatli bir yolda olduğumuzu göstermektedir. Fakat içimdeki sönmez yılmama arzusuyla bu durumların üstesinden bir nebzede olsa geldiğimin farkındayım. İnanın, bir bireyde yaptığı işlere dair aşk yoksa, o bireyin faaliyetlerini sağlam bir şekilde sürdürmesi mümkün değildir. Zamanı kullanma hususunda ifadede bulunacağım fevkalade mühim bir durum var: günümüz dünyasında teknoloji bireyleri ötekileştirmekle aradaki kardeşlik, komşuluk, dostluk gibi vazgeçilmez bağları yok etmektedir. Kişi, bu durumun farkına varabilirse ancak o şekilde huzurun hâkim olduğu bir dünya elde edebilir. Bizler, daha doğrusu toplumun aydın kesimin de dikkat etmesi gerektiği en önemli zaman törpüsü sosyal medyadır. Üretebilmek, daima okuyabilmekten, her alanda kendimizi yetiştirebilmekten geçer. Bu nedenle her bireye tek tavsiyem okumaya, araştırmaya kesinlikle vakit ayırmaları gerektiğidir.

 

“Yunus Bey, çok teşekkür ediyorum, nice kitaplara ve başarılara imza atmanızı diliyorum.”

Ben teşekkür ediyorum değerli hocam, böyle içten ve samimi bir söyleşiyi bize layık gördüğünüz için. Saygılar sunuyorum.

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.