Fatma Ç. KABADAYI

Fatma Ç. KABADAYI

Sağ ol Dostum (!)

Sağ ol Dostum (!)

Son hatamı anlatan iki atasözü ve bir Hadis-i şerif var;

Dost ile ye iç alışveriş yapma!

Dilim seni dilim dilim dileyim, başıma geleni senden bileyim.

Canı yanan sabretsin. Can yakan da yanacağı günü beklesin.

İnsanız, iyi niyetliyiz ve de yardımı seviyoruz ya… Bunlar bazen bize hata olarak dönüyor. Ben de çok hata yaptım. Fakat bu kez biraz abarttım sanırım. Dönülmez akşamın ufkundan sesleniyorum.

Bu yazıyı okuduğunuzda belki de ‘yok artık’ diyeceksiniz ama sanırım kendimle hesaplaşmam için yazmam gerekiyordu.

Yazarız ya malum… Üretmeyi, paylaşmayı, okunmayı, beğenilmeyi seviyoruz. Yeni tanıyanların hayretleri ve iltifatları bizi mutlu ediyor. Tanışmak hayatımın vazgeçilmez parçası. Öyle insanlar tanıyoruz ki ya “Sen neredeydin bunca zamandır?” dedirtiyor ya da “Tanışmaz olaydım!” diye söyleterek ömür çürütüyor...

Iğdır’a geldiğimde bir etkinlikte tanıştığım bir gazeteci(!) ile birçok etkinlikte karşılaşmak Allah’ın takdiriydi elbette. Eğitimci de olmasından dolayı sık sık karşılaşıyor gün geçtikçe daha çok tanıyordum. Çalışkanlığını takdir ediyordum. Bir gün “Hocam, benim de basılı bir kitabım var” diyerek bir kitabını gösterdi. Boyutu deyimler sözlüğünden az daha büyük, içeriği de derleme. Öğrencilerine kendi kültürünün manilerini toplatmış ve bastırmış. Derleyen diye de yazılmış zaten…

Velhasıl… Bir yılın sonunda bana çok sık teklif edilen o cümleyi o da söyledi: “Hocam, benim ananemin hayatını yazabilir misin?”  Aslında gerçek hayatları nadir kaleme alan ben, sürekli söylemesinden dolayı gerçekten istediğini düşünerek nasıl olduysa “Bakarız” demiş bulundum.

Aylar sonra bir gün kararlaştırıp ailesinin evine gittik. Babasıyla ve üvey annesiyle tanıştık. Babası annesinin hayatını anlatırken ben de ses kaydı yaptım. O arada babasına “Hocamız çok iyi bir yazar, çok eseri var, o yazacak, romanı ikimizin adına bastıracağız” deyiverdi. Ben de başımla onayladım. Aslında babasına öyle dediğini sandım; gerçekte öyle düşündüğünü hiç anlamadım. İnsan yazmadığı şeye “ben yazdım” der mi? Bu hafta Avrupa’dan Bakış dergisinde başka bir yazarın öyküsüne yanlışlıkla benim adım yazılmış ve inanın ben o yazardan daha çok huzursuz oldum. Benim kiraz diye bir öyküm yok ve bundan sonra da o başlıkta yazmam söz konusu olamaz.

Geçen yaz okullar kapanmaya yakın yazmaya başladığım romanı neredeyse yaz tatilimi tamamen ona ayırarak altı ay zarfında bitirdim.

Roman yazmak değil, insanın bir satır bile yazması için emek harcaması gerekiyor. Yazar arkadaşlar emeğe saygının ne olduğunu iyi bilir. Kimileri şiiri parayla yazdırsa da,-Allah korusun ben kimsenin bir satırını dahi istemem- anlattıklarım -sadece benim başıma değil birkaç arkadaşımın başına gelmişse de- çok çok ağır ve kimsenin yaşamasını istemediğim bir durum…

Ve basılma aşamasına geldiğinde ısrarla ikimizin adının yazılmasını isteyen bu arkadaşa(!) “Senin adını yazamayız, arka kapağa ananenin hayatı olduğunu ekleriz, istersen senin fotoğrafını da koyarız” dedim ama dinletemedim.”  Sürekli “hayallerimi yıkma” diyordu; çünkü tek amacı yazar olarak tanınmak saygı görmek ve bu kitaptan para kazanmaktı. Gerçek bir yazar asla bu işi para için yapmaz. Bu bir mutluluktur, yaşam amacıdır, emektir, sevgidir.

Günler süren huzursuzluktan sonra “tamam” demek zorunda kaldım.  Çünkü dilim seni dilim dilim dileyim başıma geleni senden bileyim hesabı babasının yanında onayladığımı söyleyip duruyordu. Çalıştığım yayınevi mizanpajını yapıp kapak tasarımına başladı. Kapağa memleketinden sosyal medyadan tanıdığı bir bayanın resmini koymak istedi. “Olmaz” dedim. “İlerde bu bayan sorun çıkarabilir, şimdi ‘benim resmim herkese açık, isteyen kullanabilir’ gibi anlaşılmaz bir özgürlükle konuşsa da yılar sonra eşi ya da kendisi başımızı ağrıtır,” dedimse de inat etti. O kadar çok inat etti ki romana uygun bir yağlı boya tablosunda zarif bir kadın ve masum çocuk simgelerinin hoş olacağı fikrimi hiç duymadı. Bu arada düşündüğü ismi eşimin de yardımıyla düzelttik, her şey hazırdı sadece kapak meselesi uzadıkça uzadı. Yayınevime mahcubiyetim artıkça arttı.

O kadar uzadı ki notere gelip imza atmasını istediğim kadın, evden çıkamayacağını(!) söylüyor fakat tabiri caizse ortalarda fink atıyordu. Üstelik “Bak bu kitap sadece Türkiye’de değil Azerbaycan’da da satılacak,” dememe rağmen “Eşim dışarı çıkmama kızar” diye kendince benle dalga geçti. Evde hiç huzurum kalmadığı o günlerde şeytan “yırt at romanı” dese de onun “Hayallerimi yıkma, ben elli yıldır bugünü bekledim” gibi sözleri beni durdurdu. Herkese birlikte bir roman yazdığımızı söylemiş, sponsordan parasını almıştı.

Bu arada bu romanı sadece benim yazdığımı beni tanıyanların çoğu biliyordu ve “Sakın onun adını yazma, o haber yazmayı bile bilmiyor, sen gidince bu şehri sömürür yine, torunları dedemiz yazardı diyecek” gibi sözler söylüyordu. Hakkında o kadar şey duydum ki onunla aynı kitapta adımın geçmesinden de korktum.

Sonunda tek çare kaldı ve dedim ki; “Sen en iyisi bu romanı kendi adına bastır, ben çekiliyorum. Fakat emeğim için para isterim!”

Aslında mesele para değil, hele de böyle bir emeğin karşılığına asla bedel biçilemez, yazarlık parayla alınamaz elbette ben de biliyorum ama böyle yumruğunu sıkıp yağ çıkaranlardan olduğundan dolayı istedim. İstedim ama istediğimin dörtte birini verdi. Helal mi ettim derseniz o biraz muaammalı. Onun da ben de az çok gazeteci olarak emeği var.

Sonunda başkalarından da akıl alıp o kadını kapağa koymaktan vazgeçti. Önerilerimi uyguladı. Sponsor sayesinde kitap basıldı. Arkadaşların kimisi “Boşver, huzurunu aldın sen daha çok başın ağrıyacaktı” derken kimi de “Ya bize de yazsana bir roman?” diyerek güya espri(!) yaparak canımı acıttıkça acıttı.

Artık yazar olmuştu. Her gün gazeteler ondan bahsetmeye televizyonlarda boy göstermeye başladı. Görmemişin kitabı olmuştu. Yaptığı haberlerde birilerine –onu da niye yaptığı belli-  kitaba yardımlarından dolayı teşekkür ediyordu.  Kendisine yazar olarak saygı duyuluyordu ve mutluluktan başı dönüyordu. Kitabı gümrük müdürlüklerinden tutun da öğrencilerine kadar herkese sattı.

Gelen tebrikler karşısında baş edemiyordu. Ben bunları zaten bekliyordum, bile bile izin verdim, olaylar beklenmedik şekilde bu noktaya sürükledi, hayırlısı böyle demek ki dedim sustum ama beklemediğim bir şey vardı. Yakın dostlarımdan(!) bazılarının ona “hayırlı olsun” demeleri… Çok şaşırdım, yıkıldım ve üzüldüm. O anlarda beni teselli eden Ayet ve Hadisleri öğrenmeme vesile olan babamdan Allah razı olsun. Üniversite mezunu kızları, babasının bir paragraf yazamadığını bile bile Allah korkusu öğrenmemiş olacaklar ki “Babamızla gurur duyuyoruz” diye boy boy reklam yaparken benim yazdığımı bile bile ona iltifat yağdıranların haddi hesabı yoktu. Bazıları onunla çıktığı kanalda kendisini tebrik ediyor “Bu roman Azericeye de çevrilmeli… Hocamızı tebrik ediyorum” diyordu. Kimine dayanamayıp “niye bile bile böyle yapıyorsun? Canımın yandığını bilmiyor gibi…” diye sorduğumda “Hocam, siz buralı değilsiniz biz böyleyiz, çıkar ilişkisi mi dersiniz artık ne derseniz deyin… Yapmak zorundayım” diye cevap veriyordu. Kimi de “Artık kitabı cüzi de olsa bir miktara sattın, o onun oldu, hayırlı olsun demek düşer bize” diyordu.

Şahıs benimle işi bittiğinden dolayı beni sosyal medya arkadaşlığından bile çıkarıp engelledi. En doğrusu buydu. Kendinden kaçtı. Gözümün önünden kaybolması iyi oldu ama ben sürekli haberlerini alıyordum. Yüzüne gülenler getiriyordu, tıpkı bana yaptıkları gibi. Arkasından “Emek Hırsızı” diyerek yüzüne “Hayırlı olsun” diyenlerden…

En çok üzüldüğüm şeylerden biri de geçen yaz artık iyice yaşlanan annem ve babam “Kızım sen romanını bitir, bağ bahçe işini biz hallederiz” diyerek bana destek olmuş her zamanki gibi fedakârlık yapmışlardı. Aklıma geldikçe ağlıyorum. Onların alın teri de var bu romanda… Kendimi asla affetmeyeceğim.

Acılar zamanla hafifliyor ama bu başka tabi. İstesem aynı kitabı başka isimle yayınlatırım ama bana yakışmaz. Verilmiş söz var, bilen zaten biliyor, o kitap benim… Ve Rabbim her şeyi görüyor.

Tesellilerim de var tabi “Her işte bir hayır vardır, ben Rabim izin verdiğince yine yazarım, sağlık olsun… ve Allah o kadar büyük ki…”

İşte böyle… Hayat insanı çok farklı şeyler yaşatıyor ve öğüt vermek çok kolay…

Söylemiş miydim bilmem?

Son hatamı anlatan iki atasözü ve bir Hadis-i şerif var;

Dost ile ye iç alışveriş yapma!

Dilim seni dilim dilim dileyim, başıma geleni senden bileyim.

Canı yanan sabretsin. Canı yanan da yanacağı günü beklesin.

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum