Fatma Ç. KABADAYI

Fatma Ç. KABADAYI

ŞAİR ENVER ÖZKAN İLE KALEMİ ÜZERİNE

Okurken hayatı okuyun, kendinizi, insanları okuyun ancak böyle empati yapabilir kişileri anlayabilirsiniz. Kişileri anladığınız zaman hayatınız anlam kazanmaya başlar.  ENVER ÖZKAN

 

 

Ah dere, coşkun dere,

Akarsın bilmem nere?

Bıraksam kendim sana,

Götürsen nazlı yâre…

 

Bu hafta güçlü kalemi, edebiyata olan sevgisi ile gönüllerde yer etmiş şair bir hemşerim ile söyleşideyiz.

Kendisi Kayseri Yeşilhisar, kale köyünden… Köydaşım… Kalemdaşım… 1966 yılında doğan şairimiz ortaokul yıllarında yazmaya başlamış. Yazdığı şiirler uzun süre kitaplarının arasında kaldıysa da yılar sonra çocuklarının “Bunları bilgisayara geçelim” demesiyle şiire yolculuğu başlamış ve bugüne dek devam etmiştir. Dilerseniz hikâyenin gerisini ondan öğrenelim.

“Sayın Enver Özkan hoş geldiniz. Sizinle tanışmamız oldukça geç oldu ama geç olsun güç olmasın. Şahsım adına çok mutlu oldum. Sizi sorularımızla yoracağız ama ilk sorumuzu yöneltelim. Şiir yaşamak şiir yazmak bir hayat tarzıdır diyorsunuz, şiir hayatınızın neresinde? Ne kadar önemli?”

                                                           

Gerçekten de öyle sanıyorum ki bir şiir yazara sorulabilecek en zor sorulardan biri diyebilirim. Çünkü herkesin şiire ve hayata bakışı farklıdır ve farklı düşünceler çıkabilir böyle bir soru karşısında yani bu bir yerde kişilikle ilgilidir.

Şiir; yaşam dediğimiz şey, kaderimizin bize biçtiği süreyi hakkıyla yaşamak. Herkes yaşar ama nasıl yaşar? Kimi mutsuz, kimi umutsuz, kimi huzursuz, kimi sürekli arayış içinde, kimi sürünür vs. kimileri ise yaşadığı her deme anlam katar, yaşadığı her demden mutluluk duymayı becerir, onların yaşamı ahenklidir, şiir gibi yaşarlar. Onların hayatlarında kötü olumsuz günler yok mudur? Elbette ki vardır ama onlar bu olumsuzluklara da bir güzellik katmayı bilen, becerebilen güçlü karakterli insanlardır. İşte bu kişisel becerileri geliştirebilmiş, hayata güzel bakabilen insanlar için şiirler de anlam taşır. Kimisi sadece şiir gibi yaşamayı bilir becerir. Bunlar için güzel yaşamak önemlidir. Güzel yaşayanların bir kısmı vardır ki işte onlar hem şiir gibi yaşamayı bilir hem de yaşatmayı hedefler yani vermek de vardır hayatlarında. Vermenin tadını alanlar. Verirken de verdikleri görüş ve fikirlerine ahenk katmayı insanların alırken haz almalarını düşünerek, verdiklerine elvan düşünceleri şiirleriyle naklederler. Ben bunlara şair diyorum. Yoksa herkes bildikleri, yaşadıkları, öğrendikleri doğrultuda elli yüz kelimeyi hatta on on beş kelimeyi sıralayıp ahenkli bir şekilde yazabilir. Şiir yazmak mesele değildir. Mesele o yazdığınız şiirle insanlara ne verdiğiniz, ne düşündürdüğünüz hayata bakışlarında bir katkı sağlayıp sağlayamadığınızdadır. Bunun için evet şiir yaşamaktır, hissetmektir, umut etmek, hayal edebilmektir. Yaşadıklarını hissettiklerini umutlarını hayallerini ifade edebilip, yazıya dökebilmek okuyanların da ruhlarında hissetmelerini sağlayabilmektir. Okuyucunun, yazan kişinin aynı duygularını yakalayabilmesidir.

Durum böyle olunca yazılan her şiirin de illa bir kalıba sokulması şart değildir. Serbestmiş, heceliymiş, ayaklı, uyaklıymış, aruzla yazılmış ne fark eder.

Eğer bir şiir kalıba sokuluyorsa belli bir ritimle okunması hedeflenmiştir. Şiirlerin kalıplara sokulmasının amacı türkü, şarkı, mani, ağıt, uzun hava, marş vs. gibi okunabilmesi içindir. Yoksa şiir şiirdir.

Şiirlerinin bu türlerde okunabilmesini istemek, daha çok ses getirmesini hedeflemek için diye düşünüyorum. Bu tür amaçlarla yazdıklarında artık vermekten ziyade almaya yönelmiş olduklarını gösteriyor ve kaliteleri de bununla doğru orantılı olarak düşüyor.

Evet, şiir, yazan kişinin hayat tarzı ve felsefesiyle örtüşür. Çünkü şiir yazılırken yazanın bilgisi, yaşadıkları, umutları, hayalleri birleşerek biçimlenir ve ifade edilir. Sırf bilgiyle sadece daha önce okuduklarınız gibi yazarsınız, hani papağan gibi tekrar etmek deriz ya öyle işte. Sırf yaşadıklarınızla yazarsanız kısır döngüye girersiniz ve herkes sizinle aynı şeyi yaşayamayacağı için çoğuna anlamsız gelebilir. Sırf umutlarla ve hayallerle yazılanlar da okuyanlara saçma ve anlamsız gelebilir çünkü herkesin umutları ve hayalleri farklı farklıdır.

Bunun için bilgi, tarz, umut ve hayaller harmanlanmalı buradan da sorunuzun cevabına gelecek olursak; Şiir yazanın hayat tarzı da, umutları da hayalleri de şiir gibi olmalı, bunları da bilgisiyle harmanlayıp ifade edebilip yazabilmeli.

Bu sözü söyleyince de şöyle bir soruyla karşılaşabiliriz. Siz şiir gibi mi yaşıyorsunuz ya da her şiir yazan şiir gibi mi yaşıyor ya da yaşamalı? Bunu da her şiir yazarın şiirlerine bakarak hayatına bakarak karşı tarafın vermesi gerekir.

 

 

“Şahsınızdan imzalı almak nasip olan Bitmeyen Şiir isimli kitabınız gerçekten çok emek harcanmış gerek şiirleriyle gerek bilinmeyen kelimeleriyle, içindeki bilgilerle insanı büyülüyor. Öncelikle böyle bir esere imza attığınız için tebrik ediyor ve bu kitabın çıkış öyküsünü dinlemek istiyoruz. Ben özellikle isim sürecini merak ediyorum, kolay gibi görünen ama en zor olan kısmı…”

 

Öncelikle eser olarak nitelendirdiğiniz ve tepriğiniz için gurur duydum ve teşekkür ederim.

Bitmeyen Şiir (merhaba bebeğim ben geldim) aslında kitap çıkarmayı düşünmüyordum. Sadece şiirlerimi bir araya toparlamaktı ilk başlardaki amacımız. Şiir kitabımın önsözünde ve özgeçmişim kısmında da belirttiğim gibi. Bir dizi olayların art arda gelişi şiirlerimin çevremden bazı kimseler tarafından görünmüş ve okunmuş olmasıyla çevremin olumlu ve olumsuz telkinleri oldu. İster istemez hem aile içinde hem de yakın arkadaş çevremde bu telkinler üzerine fikir alış verişlerimiz oldu. Daha çok da çocuklarımın ve kendisi de edebiyatçı şair olan yeğenimin, bu şiirleri bir kitapta toplayarak değerlendirmemi ve anı olarak bırakmamı istemeleri etkili oldu. Bir anı olması düşüncesinde daha sonra yeni bir fikir daha da çıkarmam gerektiği konusunda itici güç oldu ben de. Hem rahmetli eşim hem de rahmetli annemin anısına çıkaralım düşüncesiydi bu. Böyle bir anı ile iş başına geçilince bu kitaptan da getiri beklemek de yakışmazdı. Zaten amacımız da bir getirisinin olması değildi. Bunun için yaptığım küçük bir araştırma neticesinde eğer bir getirisi olursa bütün gelirin otizm vakfına bağışlanması üzerineydi. İşte bu hedefler bizi daha bir şevklendirdi ve çıkarmamıza vesile oldu. Şunu da burada belirtmem gerek elbette şiir pek okunmadığı ve şiir kitaplarına önem verilmediği için ve hatta biz de pek tanınmadığımız için ciddi bir satış olmadı ve bu bağış meselesi gerçekleşemedi. Zaten kitaplarımın birçoğu hediye gibi oldu. Hatta öyle ki kitaplarımın neredeyse yarısı kolilerde duruyor. İletişim halinde olduğum şair arkadaşlarımın da aynı durumda olduklarını üzülerek söylemem gerek. Okunmuyor, ilgi duyulmuyor, kitaplara özellikle şiir kitaplarına masraf edilmek istenmiyor gibi bir durum var.

Kitabın ismi konusuna gelince gerçekten de zor bir karardı ve süreçti. Kitabın ismini çok farklı düşünmüştük önceleri. Hiç bir şiirle ilgisi olmayacaktı. Daha çok kitap ismi ilk ele alınıp okunduğunda insanların zihnine çivi gibi çakılacak, merak uyandıracak, araştırmaya yönlendirecek bir isim düşünmüştük. Fakat yine özellikle çocuklarımın ve çok yakın dostlarımın (merhaba bebeğim ben geldim) şiirimi kitaba dâhil etmem konusundaki ısrarları ve bu şiirin kitaba dahil olması işin rengini değiştirdi. Hatta kitap adının bile bu şiire dayalı olması düşüncesi olur mu olmaz mı gel gitleriyle (merhaba bebeğim ben geldim) ismi üzerinde kafa yormamıza neden oldu. Şiirin bitmemiş olması, yazılış amacıyla ve hatta yapısı gereği bitmiyor olması nedeniyle, onlara şiirin bitmediği bunun nasıl olacağı, bu şiiri okuyan insanlarda devamı için merak uyandıracağını anlatırken şiirin adını değiştirme fikri doğdu. Bitmeyen şiir ve böylelikle kitabın ismi de kendiliğinden ortaya çıktı. Bu ismi kitap ismi olarak kullanabileceğimiz düşüncesinde hemfikir olundu. Hem şiir çift isim kazandı hem kitabın ismi doğdu. Bitmeyen şiir (Merhaba Bebeğim Ben Geldim)

“Osmanlıcaya olan ilginiz ve bilginiz dikkatimi çekti. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?”

 

Aslında gerçekten uzun bir mesele ama mümkün olduğunca kısa anlatmaya çalışayım. Çocukluğumda mahallemizde bir karpuz kavun sergisi olan Enver isminde adaşım bir abi vardı. Her karpuz kavun gelişinde ona yardım ederdik. Bu Enver abi boş zamanlarında bolca bulmaca çözer, çeşitli dergi ve gazetelere bulmaca hazırlardı. Ben de onunla beraber oturup izlerdim ve sohbet ederdik.  Enver abi etkenlerden biri, diğeri ise babam. Babam ambulans şoförüydü ve sık sık şehirlerarası hasta nakli yaparlardı. Böyle hasta nakli olduğunda tabi o zaman yollar bu kadar güzel ve geniş değildi bir de sıkıntılı hasta nakli olunca mevzu, ister istemez yavaş gidilmek zorunda kalınıyordu. Uzun yolculuk yapanlar bilir hem yavaş gidip hem de bu uzun yolculukta yalnız olursanız uykunuz gelir. Babam da bu nedenle beni sık sık arkadaş olsun uyanık tutsun diye yanında götürürdü. İşte bu hasta nakilleri sırasındaki sohbetlerimizde çeşitli ilahiler, marşlar şiirler okurduk babamla. İşte o şiir, marş ve ilahilerin içinde geçen anlamadığım bilmediğim kelimeleri sorardım. Babam da hem dedemin eğitmen oluşu hem de kendisinin okumaya olan merakı nedeniyle birçok kelimeyi bilir ve açıklardı. Böylece istiklal marşı, Çanakkale şehitlerine gibi şiirlerin, ilahilerin bilmeden tahlilini yapar, aynı zamanda tarih ve din bilgisi de verirdi. Daha sonraları kendim de çok bulmaca hazırladım bu bulmaca hazırlama şiir yazma merakı çok zaman sözlük ve lügat karıştırmama neden oldu. Zannediyorum bu Osmanlıca, yani Arapça Farsçanın da olduğu eski dile olan ilgimi arttırdı. hâlâ da her okuduğum kitapta yazı da bilmediğim kelimelere rastlarsam, hiç üşenmeden hemen kelimeyi araştırır kendi kendime cümle içinde kullanırım. Sanırım böylece zihnime kazımaya çalışıyorum ve alışkanlık oldu.

Ha unutmadan sadece kendi fikrim olarak belirtmek isterim. Birçok şiir yazar ya da yazar gibi yalın Türkçeyle yazmak okuyucular açısından güzel olduğu/olacağı kanaatindeyim ama diğer yandan bazı duygular ve ifadeler var ki Türkçe yazıldığında belki bir cümleyle ifade edebiliyorken bunun yerine Arapça veya farsça tek bir kelimeyle aynı duyguyu ifade edebiliyorsunuz ya da daha ahenkli olabiliyor. Bunun da kullanılmasından yanayım.

“Bildiğim kadarıyla müzik ile de uğraşıyorsunuz, sazınız sözünüzle birleşiyor, eskiden bu konuda bir köşe yazısı yazmışım, söz mü müzik mi? Sizce hangisi daha önemli?”

 

Evet, müzikle de uğraşıyorum. Tabi bu uğraş amatörce öncelikle bunu belirtmek isterim. Müzik bence, hayatımıza anlam katan bir sanat.  İnsanlar müzikle ahengi, ritmi, coşkuyu, heyecanı, hüznü kısaca birçok duyguyu içlerinde, hayatlarında hissedebiliyor. Bunun için çok önemli. İlla ki ikisi arasında daha çok önem arz edeni söyleyecek olursak söz belli bir topluluğa hitap eder ama müzik evrenseldir. Birçok Müslüman Kur’an okuyor, dinliyor Arapça bilenler anlıyor üzülmesi gereken yerde üzülüyor, mutluluk duyması gereken yerde mutlu oluyor ama Arapça bilmeyenler? Çoğu zaman bu sıkıntı çeşitli zümreler tarafından dile getirilmiştir. Arapça bilmeyenler tecvit ve tilavetle okunan Kur’an’ı dinlerken aksi duygulara kapılabiliyor. Arapça bilenler mutlu olunması gereken bir ayetin okunduğu sırada insanların neden ağamaya başladıkları ya da neden heyecanlanıp bağırdıklarına anlam veremiyorlar. Buna benzer durumdur sözün anlaşılması. Ama müzik öyle mi?

Hüzünlü bir keman ya da bir saksafonun sesini dünyanın neresinden hangi kültürden ve dilden olursa olsun insanlar hüzünlü algılar. Bir gaydanın ya da tulumun sesini yine aynı şekilde hangi dilden ve kültürden olursa olsun herkes bir canlılık ve oynaklık hisseder içinde. Bir kemençe dinlerken kim yerinde durabilir ki!

Ama siz bir ağıt okursunuz eğer belli bir ahenk ve ritimle okumazsanız kimse onun içinde geçen sözlerin bir ağıt olduğunu anlayamaz hüzünlenemez. Bunun için o dili bilmesi gerekir.

Daha çok şiir yazmama rağmen müzik diyorum.

“Şu anda roman üzerine de çalışmalarınız olduğunu biliyorum. Nasıl gidiyor, inşallah okuruyla ne zaman buluşacak? Konusu nedir?”

Evet, roman üzerine çalışmalarım beş altı yıl öncesine dayanıyor. Şu an için üzerinde çalıştığım dört roman var. İkisi araştırma ve delil gerektiren ve kaynakça vermek zorunda hissettiğim konuları içeriyor. Biri yakın tarihimizle ilgili birisi hayatın içinden daha çok toplumsal ve kişisel davranış biçimleri üzerine, bunun için ikisinin de zaman alacağını düşünüyorum. Diğer ikisi aşk ve macera üzerine. şu an üzerinde yoğunlaştığım roman ise, kısa süre önce sosyal medya sayfamda da giriş kısmından bir bölüm yayınladığım 15 Temmuz darbe girişimini de içine alan iki çocukluk aşkı yaşamış kişinin yıllar sonra 15 Temmuz günü karşılaşmaları ve gelişen olayları anlatan aynı zamanda şiirlerimden birini de içine dahil ederek konuyla bağ kurduğum bir vuslatın hikayesi. Ne zaman okurla buluşacağı konusuna gelirsek içinde bulunduğum şartlarda iki ya da üç ay sonra bitirebileceğimi umuyorum sonrası kitabın editoryası, basıma hazırlık aşaması ve anlaşabileceğim, basım ve dağıtımı konusunda uygun bir yayınevinin bulunmasıyla ilgili bir süreç ilk romanım olacağından bu sürecin ne kadar olacağı konusunda açıkçası net bir şey söyleyemeyeceğim ama tahminime göre bu süreç altı ay olabilir sanırım. Eğer basım ve dağıtım konusunu kendim halledersem daha kısa süreceğini sanıyorum.

 

 

“Üç kelime ile ilgili ilk aklınıza gelenler nedir? Vefa, aşk, ayrılık?”

Vefa; minnet duygusu, karşılıksız yapılan bir iyilik veya beraberliğin sonrasında ki, bu iyilik maddi ya da manevi olabilir. bu iyiliği yapan kişiye ya da beraberliğin yaşandığı kişiye gösterilen muhabbet, saygı, sevgi, yakınlık duymak ve her konuda yardımcı olabilmek, yanında olduğunu gösterebilme şeklidir bence.

Aşk; sevenin sevilene hangi şartta ve ortamda olursa olsun karşılık beklemeden hayatını bile ortaya koyabilecek duygularla bağlanmış olduğunu hissetmesidir. Bu sevgi illa bir kadın ya da erkeğe duyulmuş olmayabilir. İlahi olabilir, fikir olabilir, ideal olabilir. Siz hangi aşkı seçerseniz onun için düşünebilirsiniz.

Ayrılık; her ne ya da kimden ve nasıl olduğuyla acı ya da mutluluk derinliği değişebilen, hasret, özlem, öfke, pişmanlık, yalnızlık hissi gibi duygularla katmerlenebilen bir kavram. Bazen de öyle ayrılıklar yaşanır ki, işte o ayrılıklar şükür ettirir.

Bunun üzerine şunu da söyleyelim. Allah hepimize vefalı, aşk ile muhabbet kurabileceğimiz, dostluklar ve ilişki kurduğumuz insanlarla karşılaşmayı nasip etsin. Pişmanlık, öfke, şükür edecek ayrılıklar vermesin.

“Hangi vakitler size daha çok şiir yazdırır, ilham bekler misiniz? Yoksa her yer ve saatte yazabiliyor musunuz?”

Açıkçası bu konuyu daha önce hiç düşünmemiştim. Öyle özellikle dur ben bir şiir yazayım diye oturup şiir yazdığımı hatırlamıyorum. Bir olay, bir düşünce, bir güzellik ya da okuduğum herhangi bir yazının dikkatimi çeken bir tarafı olursa, hayatıma, davranışlarıma ve karakterime kattığı bir değer görürsem o konu hakkında oturup bir kafa yorarım genellikle. Bu düşünceler içindeyken şiirsel düşündüğüm zamanlar çok olur işte o zamanlarda o düşüncelerimi yazıya dökerim. Sonra şiirsel bir ahenk katarak düzenlerim. Genelde şiirlerim böyle çıkar. Siz buna ilham gelmiş diyebilirsiniz, bir başkası karalamış diyebilir, daha bir başkası da her olaya şiirsel bir bakış açısı katarak hayatı şiirselleştirdiğimi zaten şiir gibi yaşadığımı, bir başkası da hadi oradan diyebilir bilmiyorum. Ama şu kesin olan bir şey ki Germencik isimli şiirim dışında hiç bir şiirimi hesaplı kitaplı yazmadım.

 

“Edebiyat dünyamızın durumu hakkında neler söyleyeceksiniz?”

Sıklıkla kitap okuduğumu, genelde kitap seçmediğimi söylemeliyim öncelikle. Son on yıl öncesine kadar edebiyat hakkında da çok ciddi düşüncelerim olmamıştı. Ama şiirlerle daha yoğun uğraştığım ve kitap çıkarma düşüncem oluştuğundan bu yana bu konu ile ilgili birçok edebiyatçı, yazar ve şair arkadaşlarımla yaptığım sohbetler, yayınevleriyle yaptığımız konuşmalar ve fikir alışverişleri ha bir de katıldığım çeşitli etkinliklerde -şiir dinletileri, konserler, katıldığım birkaç seminer, şairler ve yazarlar derneklerinde yapılan küçük sohbetler- edindiğim bilgiler ve gözlemlerim neticesinde şunu söyleyebilirim. Türk edebiyatı bir kısır döngünün içine girmiş gibi hissediyorum. Bunun sebebinin de okurların edebiyata fazla ilgili olmayışından ve edebiyat camiasının edebiyata bir gelir kapısı olarak bakmalarından kaynaklandığını düşündürüyor. Çok okumayan bir toplum içinde yaşıyoruz ve üretiyoruz. Ürettiğimiz eserlerin okurlara ulaşması için bir mali külfetin de olduğu gerçeği var. Üreten kişi o mali külfeti karşılayabilmeli ve zamanını da insanlara bir şeyler vermek adına harcıyorsa o harcadığı zamanın karşılığı ve hayatını idame ettirebilmesi için bir geri dönüşün olması gerekir. Bunun sağlanamadığını harcanan emeklerin çoğunun boşa gittiğini zarar üstüne zarar yaşandığını maalesef işin içinde olanlar çok iyi biliyor. Belki ilk başlarda amatör bir ruhla bu işin içine giriliyor fazla bir maddi kaygı taşınmadığından hissedilmiyor. Sonra sonra maddi kazanç olarak düşünülmesi ve o bahsettiğimiz geri dönüşün olmayışı bu işi kazanç kapısı olarak düşünen kişiler tarafından laçkalaştırılıyor. Çeşitli ilişkiler devreye sokularak reklam kampanyasına dönüşüyor ve eğer bu reklam güzel yapılırsa o kişinin edebi değeri olsun olmasın bütün yazdıkları kapış kapış gidiyor. Eeee durum böyle olunca gerçek edebiyatçılar ve bu işe gönül verenler küplere biniyor. Böylelikle kalite gittikçe düşüyor. Maalesef edebiyat dünyamız parası ve iyi reklamını yapabileceği bir tanıdığıyla ilgili gelişme gösteriyor kaliteyle değil. Hatta son zamanlarda şahit olduğum bir olayı kısaca anlatayım durumun vahametini görün TV de bir dizide bir yazarın kitabı sürekli senaryo içinde gösteriliyor ve bahsediliyor. Bir daha ki haftaya ne oluyor dersiniz? Kitapçılardaki o yazarın kitaplarının yok sattığı bulunamadığı yayınevinin bilmem kaçıncı baskıya hazırlandığı haberini alıyoruz. Varın gerisini siz düşünün. Okurun tepkisi ve reklamın edebiyat üzerindeki etkisi.

“Evet, reklam önemli… Peki, en sevdiğiniz, tavsiye edeceğiniz yazar, şair, kitap isimleri alabilir miyiz?”

Yenilerden severek ve düşüne düşüne okuduğum Doğan Cüceloğlu var. Bir de en son okuduğum iltifat için yazdığımı düşünmezseniz sizin yani Fatma Çetin Kabadayı’nın Ihlamur Kokulu Aşk kitabına bayıldım. Tabi bunlar kişiseldir ve tercihler değişebilir. Ben daha çok toplumsal ve eğitsel  amaçlı, psikolojik, tarihi vb. kitapları okumayı tercih ediyorum. Kimisi de sadece macera, aşk, polisiye ya da ne bileyim bilim kurguyu tercih eder. Böyle olunca kimseye bir yazar ya da kitap tavsiye edemem mesela Yavuz Bahadıroğlu ve Mehmet Rauf sevdiklerim arasındadır. Yavuz Bahadıroğlu’nun çok eski olmasına rağmen Buhara Yanıyor, Semerkant isimli eserleri… Mehmet Rauf’un severek okuduğum Eylül’ü, Kan Damlası, İntizar’ı. Bunun yanında Dostoyevski, Charles Dickens ve Balzac’ın bazı eserlerini severek okudum. Belki sıradan gelecek ama suç ve ceza, büyük umutlar,  kesinlikle okunması gereken eserler hele ki Tolstoy’un insan ne ile Yaşar’ı...

(Fotograf: Şair Enver ÖZKAN, Yazar Fatma ÇETİN KABADAYI, Kayseri Kitap Fuarı)

 

“İnsan Ne ile Yaşar’ı okuduğumda ben de çok etkilenmiştim sahiden. Geleceğe ait plan ve projeleriniz nelerdir?”

Şu an için Bitmeyen Şiir (merhaba bebeğim ben geldim) şiir kitabımda yayınlananlar dışında hali hazırda üç yüz civarında daha şiirim mevcut. Allah kısmet ederse bazı yeni düzenlediklerimi de içerecek şekilde daha edebî ve daha çok heceli ve bir kaç aruz denememin de ve türkü sözü olarak yazdıklarımı da dâhil ederek ikinci bir şiir kitabını çıkarabilmeyi düşünüyorum. Bir yıl önce çıkarmak için bazı girişimler ve hazırlıklarda bulunmuştum ama hayatımdaki bazı gelişmeler ve sonra değişen fikirlerim doğrultusunda çıkarmadım. İkinci olarak da yazmaya başlayıp da henüz bitiremediğim dört romanı bitirip yayınlayabilmek var. Öncelikli planlarım bunlar. Üçüncü olarak henüz bir amatör olarak devam ettiğim bağlama konusu var ki fırsat bulup daha da geliştirebilirsem yazdığım türkü formatlı şiirlerimi notaya döküp Türk müziğine kazandırabilmek en büyük hayalim. Umarım onu da Allah’ın izniyle yapabilirim.

“İnşallah… Bunların hepsi zaman ve sabır isteyen işler, Rabbim kolaylıklar versin diyelim. Okurlarımıza iletmek istediğiniz ya da paylaşmak istediğininiz her hangi bir iletiniz var mı?”

Okurlarımız diyoruz karî, okuyorlarsa okur, okuyan yani karî denilir. Okumuyorlarsa sadece bir kaç ilgi çekici manşeti herkes okuyor. Burada önemli olan okuduğunuzdan ne anladığınız hayatınıza ne kattığı, değerlerinizde, hayat felsefenizde herhangi bir değişime etki edip edemediği söz konusudur. Bir bilim kurgu okursunuz hayalinizi genişletirsiniz bir aşk romanı okursunuz sevdiğinizle olan ilişkilerinizi gözden geçirirsiniz, bir tarihi roman ya da hamaset romanı ya da şiiri okursunuz kültürel değerlerinize bağlılığınızı bilginizi değerlendirme fırsatı bulursunuz eksiklerinizi giderir hayatınıza yön verirsiniz. Karakterinize davranışlarınıza toplum içindeki yaşam şeklinize etki ediyorsa okuduklarınız o zaman okuyucusunuzdur. Yoksa sadece okursunuz. okurken hayatı okuyun, kendinizi, insanları okuyun ancak böyle empati yapabilir kişileri anlayabilirsiniz. Kişileri anladığınız zaman hayatınız anlam kazanmaya başlar.

“Değerli şairim, kıymetli vaktinizden bize de ayırdığınız için teşekkür ediyor ve son olarak okurlarımız için bir şiir istiyoruz. Kaleminiz hiç susmasın, ilhamınız bol olsun diyoruz.

 

SON ELİ TUTAR BİLMEDEN

 

İNSAN ACIMAKLA KENDİNE

KALKAMAZ DÜŞTÜĞÜ YERDEN

EL ARAR DURUR, FARKINDA OLMADAN

KENDİ, İSTEMEDİĞİNİ DÜŞÜNSE DE

 

KÜSER BÜTÜN HAYATA

KABAHAT O’NUNMUŞ GİBİ

İNANÇLARINI KAYBEDER YAVAŞ YAVAŞ

UNUTULMUŞ, TERKEDİLMİŞ GİBİ

 

BAZEN YOLUN YARISINDA HATIRLAR

KALKMASI GEREKTİĞİNİ,

KİMSEYE TUTUNMADAN

ACZİNİN FARKINA VARIR,

BAZEN DE ASLA ANLAMAZ

SON ELİ TUTAR BİLMEDEN

 

26-07-2007 BİTMEYEN ŞİİR (Merhaba Bebeğim Ben Geldim) ŞİİR KİTABIMDAN

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.