Muazzam zekâlar da hata yapar

Bugünün İslâmi hassasiyeti yüksek kadrolarının Osmanlı ailesinden en beğendikleri padişahlar arasında ilk sıralarda yer alanlardan biri, herhalde Sultan 2. Abdülhamid olur... 33 yıl tahtta kalmışSultan Abdülhamid, pek çokları için, ‘Ulu Hakan’ sıfatıyla anılmaya fazlasıyla lâyıktır...

Zamanında yaşayan ‘İslâmi hassasiyete sahip’ aydın kadroların pek çokları ise, Sultan Abdülhamid’i sevemediler. Bugün izlerini sürdürenlerin kendilerine rehber seçtikleri Meşrutiyet dönemi Müslüman aydınlarının eserlerinde bol bol Abdülhamid eleştirisiyle karşılaşılır...

Mehmet Akif sözgelimi... Safahat’ta da yer alan döneme ilişkin şiirlerinde, Abdülhamid hakkında hiç de yenilir yutulur olmayan mısraları vardır Akif’in... Padişah’ın ‘istibdat’ saydığı uygulamalarını kıyasıya eleştirir İstiklal Marşı şâiri...

Yıldızı Yıldız’da yaşayan Sultan Abdülhamid’le hiç barışmamış dönemin ileri gelen Müslüman önderleri arasında Said Nursi de vardır. Van ve İstanbul’daki söylem ve eylemlerini endişeyle izlemiştir Padişah; bütün hayatını İslâm’a vakfetmiş Said Nursi, bu yüzden, onun devrinde cezaevi yanında tımarhaneyle de tanışmıştır...  

Dün ile bugün arasında kişilikler üzerinden herhangi bir paralellik kurmaya çalışıyor değilim; ancak şimdilerde yaşanan çatışmada benzeyen yönler bulunduğu da âşikâr... Birbirine olağanüstü yakın olması beklenebilecek kişiliklerin en ters köşelerde konuşlandıkları tarihimizde ilk kez görülmüyor; buna işaret etmek istiyorum.

Sebebini de galiba biliyorum: Meslekler (meşguliyet alanları) arasındaki farklılık gelişmeleri değişik biçimlerde değerlendirmeyi getirebiliyor; bakış açıları arasında beliren farklılıklar ise yöntemlere ve alınmak istenen sonuçlara ters bakmayla sonuçlanabiliyor...

Abdülhamid’in bulunduğu konum gereği yakından izleyebildiği dünyadaki gelişmeler, kurduğu hafiye teşkilâtı sayesinde ülkenin dört bir tarafı ile ve olayları etkileyebilecek güçteki yerli kişiliklerle ilgili edindiği özel bilgiler, onu, belli bir tutum almaya sevk ediyor, onun sahip olduğu bilgiler ve istihbarattan mahrum olanlar ise o tutumundan rahatsızlık duyabiliyordu.

Çatışmalardan başkaları acayip yararlandı. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi sonrasında devletin içine düştüğü altüst oluşlara, pâyitahtın İngilizler tarafından işgal edilmesine, uzak durmamız gereken bir savaşa dahil olmamız yüzünden Anadolu’ya sığınmak zorunda kalmamıza baktığımızda, İslâmi hassasiyeti yüksek dönem aydınlarının yanlışta olduğunu görebiliyoruz...

Bazıları o nedameti sıcağı sıcağına duyup Sultan Abdülhamid’in hakkını teslimde gecikmediler...

Bediüzzaman (‘zamanının harikası’ demek) lâkaplı Said Nursi, o dönemde takındığı siyasi tavırla ilgisini bütünüyle kestiğini alenen ilân ederek fart-ı zekâsını gösterdi. Siyasetle çok yakından ilgili halini ‘Eski Said’ adıyla yaftalayıp arkasında bıraktı; ‘Şeytan’dan ve siyasetten Allah’a sığınırım’ formülüyle ileriye doğru yürüşünü sürdürdü.

Mehmet Akif’in İstiklâl Harbi içinde fiilen görev alması, vatanın elde kalan son parçası için can havliyle çaba göstermesi de nedamet hissiyle açıklanabilir mi, bilmiyorum. Mısır’a yerleşmesi, geçmişteki değerlendirmeleri yüzünden kendi kendine verdiği ceza olarak görülebilir mi?    

Doğru olan, yanlışını idrak edince üzerinde ısrar etmek yerine, kendini siyasetten bütünüyle çekenBediüzzaman’ın tavrıdır. Bugün elimizde bağlılarının her sözcüğünden anlam çıkardıkları bir‘külliyat’ varsa, bunu, o tavra borçluyuz.

‘Hatadan dönmek fazilettir’ sözü boşuna söylenmemiş...

Önceki ve Sonraki Yazılar