Görünmez aktörler

 

Anayasal reform, askerin sivil siyaset üzerindeki etkisine son verilmesi ve ortaya çıkan darbe teşebbüsleri çerçevesinde gelişen olayların tabiatını çarpıtanlar, iç dinamiklerden ümitlerini kestikleri için manipülasyonlarına yurtdışında devam ediyorlar. Amaçları gelişmeleri tersine çevirerek geleneksel imtiyazlı konumlarını sürdürmek ve Türkiye'yi bölgede oynamak istediği rolden vazgeçirmeye çalışmaktır.

Darbeler dönemine son verilmesinde iç dinamikler kadar dış dinamiklerin de etkili olduğunu tahmin etmek güç değil. Dış dinamiklerin başında Amerika, NATO ve kısmen AB ülkeleri gelir. Bu aktörler Türkiye'nin değişim geçirmesini bölgesel ve küresel düzenin işlemesi bakımından elzem görüyorlar. Onların bu öngörülerinin ne kadarının çıkarlarımızla örtüştüğü, bizim ve İslam dünyasının hayrına olduğu ayrı bir konu. Kişisel olarak benim endişelerim var, ama bir türlü iç sorunlardan başımızı kaldırıp da bunu tartışamıyoruz.

Ancak Türkiye'nin eski kabuğuna çekilip Amerika'daki sağ muhafazakârların ve İsrail lobilerinin çizdiği dar çerçevede hapsolmasını isteyenler ve ancak bu sayede içerideki imtiyazlı konumlarını koruyabileceklerini düşünenler, Amerika, NATO ve AB'nin hangi yeni parametreler doğrultusunda bölgeyi ve dünyayı şekillendirmek istediklerini bilmiyorlarmış gibi ancak cahillerin kanabileceği propagandalar yapıyorlar.

Uzun zamandan beri Amerikan çevrelerinde bu tür amatör propagandalar yürütenlerden biri Soner Çağaptay ismindeki zattır. Bu zat, en son Foreign Policy dergisinde çıkan bir yazısında, "Tüm belirtiler Fethullah Gülen'e işaret ediyor ki, onun kurup yönettiği karanlık İslamcı hareket kollarını hızla Türkiye siyasi hayatının tüm boyutlarına uzatmaktadır." yollu ajitasyonlar yapmaktadır.

Çağaptay ve eşgüdüm halinde çalıştığı çevrelerin yaydığı propagandayı şöyle özetlemek mümkün: "Türkiye, Fethullah Gülen ve AK Parti iktidarı döneminde İslam'a doğru kayıyor. Kimileri, bunun Türkiye'nin bölgesel rol oynaması için gerekli olduğunu düşünüyorsa da, ileride iş işten geçince Türkiye'nin tümüyle Batı'dan kopacağını, laiklikle elde edilmiş kazanımların elden çıkacağını ve Batı'nın asıl o zaman bölgede kaybedeceğini anlayacaklardır. Hiçbir şekilde İslam'la ilişkili dindar, muhafazakâr kimselere, cemaat ve partilere güvenilmez, onların müstahak oldukları yegane statü baskı altında tutulmaları, başlarının yılan gibi ezilmesidir. Eğer Türkiye, bölgede Batı hesabına rol oynayacaksa, bunu laik-Kemalist kadrolar yönetiminde oynamalıdır."

Belirtmek gerekir ki, Amerika, NATO ve AB, Müslümanların kara kaşına kara gözüne âşık değillerdir. Filistin, Irak ve Afganistan-Pakistan hattında Müslümanların gördükleri zulmün ahı gökleri inletmektedir. Ama reel politik düşündüklerinde, laik-Kemalistlerin 19. yüzyıldan beslenen ideolojik formasyonlarının bu rolü oynamaya elverişli olmadığını, otoriter ve totaliter laik kimlikle Türkiye'nin bölge halkıyla hiçbir iletişim ve diyaloğa giremeyeceğini, laik-Kemalist ideoloji adına sivil siyasete el koydukları her darbe (27 Mayıs-12 Eylül) ve her müdahale (12 Mart-28 Şubat ve 27 Nisan) dönemlerinden sonra ülke sorunlarının daha da ağırlaştığını, üstelik bu zümrelerin geniş ve yeterli toplumsal desteklerinin olmadığını görüyorlar.

Laik-Kemalist çevreler reform yapamaz, aksine reformlar onların zihniyetine karşı yapılmayı icap ettiriyor. Sorunun sebebi sorunu çözebilir mi? Hayır.

Böyle olunca, reform için arazinin temizlenmesi gerekiyor ki, bunun ilk adımı darbeler dönemine son verilmesidir. Bu işin Fethullah Gülen'le ilgisi yoktur, AK Parti kendini şaşkınlıkla bu işin ortasında bulmuştur. Asıl hepimizi dehşete düşüren belge ve ortam dinlemelerini kimlerin deşifre ettiğini merak ediyorsanız, bunun olağanüstü düzeyde teknolojik donanım ve maharet gerektirdiğini bilip, gözlerimizi Washington'a ve belki daha yakın bir mekâna, NATO merkezine çevirmemiz gerekir. Sayın Başbuğ'un Brüksel konuşmasının deşifre edilmesi yeterince öğretici değil mi?
 

Önceki ve Sonraki Yazılar