İbrahim DANACILAR

İbrahim DANACILAR

Tüm Yönleri İle Manevi Makamlar

Merhaba sevgili dostlar...

Uzun zamandır yazmayı düşündüğüm oldukça derin bir yazıyı  bugün kaleme almak istiyorum. Biraz uzun bir yazı olacak ama lütfen kusura bakmayın, kısaltamazdım!

Bu yazıyı yazmak istedim çünkü bu bilgiler hepimizin açısından çok önemli! Rabbimiz nezdinde önem kazanmış insanları, daha iyi algılamamız ve onlardan hakkıyla faydalanmamız adına eğer tasavvuf-i bir yolda yürüyorsak bu hepimiz için önemli... Rabbimize ulaşmanın en kolay bineği nasıl ki tasavvuf ise, ilim de hakikat tasavvufuna ulaşmak için çok ihtiyacımız olduğu bir binektir; unutulmamalıdır!

Belki de bu yazımız, müntesibi olduğumuz şahsiyetleri daha iyi algılamak ve ilişkilerimizi bundan sonra daha iyi yerlere getirebilmek ve çevremizde ki mutta ki insanları daha iyi algılamamız adına hepimize yeni bir ufuk açabilir diye düşünüyorum... 

Günümüzde bir çok kimse, uhrevi makamları ve tasavvuf-i ilahi pozisyonları anlamadığı gibi, anlarmış bir tavır ile ne yazık ki eksik püksük anlatıp, olayı bambaşka bir mecraya çekebiliyorlar. Örnekler vermek gerekerse, ''Abdülaziz Bayındır'' ve benzeri mahluklar gibi... Aslında,

Belki de Abdülaziz Bayındır dan da en tehlikeli olanları, tasavvuf'ta yol aldığını zanneden, bilgisiz bilginlerin manevi makamları katledercesine bilmeyen zevata anlatmalarıdır; böylece bu ilahi makamlara ve onların müstesna sahiplerinede el birliği ile ne yazık ki billip veya bilmeden haksızlık yapmış oluyorlar...

Gelelim konumuza;

İlahi makamları, işlevlerini ve bu makmların sahip olabilecek vasıfları sıralamaya Rabbimizin yardımıyla başlıyalım.

Bütün makamların en alası tek olan ''Ahadiyet-ül Cem'' makamıdır ki, sadece Alemlerin Efendisi,  Hz. Muhammed (sav) e aittir. Bu makama yaratılmış hiç kimse erişemez!

Manevi makamlar, ''Tevhit makamları'' ile başlar. Bunlar üç tanedir; Tevhid-i Ef’al, Tevhid-i Sıfat ve Tevhid-i Zat makamları. Bunlara ''Fena'' makamları da denir. Tevhid makamları Veli’lik mertebeleridir. Bunlara ''Mertebe-i Velayet'' denir. Bu  makam sahipleri melekut alemini (esma'yı) müşahede eder. Tüm fiillerin, sıfatların ve sıfatların açığa çıktığı vücutların birer esma terkibi olduğunu müşahede ederler. Her bir varlık melekut aleminden yansıma olduğuna vakıf olurlar. Zahir âlemdeki görünen her şeyin Hakk’a nispet edilmesi fena makamları demektir. Fiillerin, sıfatların ve bunları bilen gören vücudun da Hakk’ta yok edilmesidir. Fena makamları Tevhid-i Zat makamında biter. Sonra Cem makamı ile iç şuurdaki hallere dönüş başlar... Cem makamlarına ''Beka'' makamı da denir. Cem makamı, zahir ile batının tam ortasında olup, bedensel şuurdan, ruhani şuura geçişi sağlar. Böylece Nur-u Muhammedi’yi müşahede ederek gayb’a tam manasıyla iman ederler. Gayb’ın ve miracın bu şuurda olduğunu tüm halleri ile idrak etmiş olurlar...

Tevhid-i Ef’al;

Ef’al; fiil, iş suret ve göz ile görünen her şey demektir. Mesela ağaç, güneş, yıldız, dağlar, hayvanlar, insanlar, göz ile görülemeyen zerreler ve büyüklüğünden dolayı göz ile görülemeyen galaksi, güneş sistemi veya tüm kâinat surettir. Buna Zahir âlem de denir. Ef’al mertebesi bu Zahir âlemin yani tüm bu suret ve işlerin hepsinin, Hakk’ın olduğunu ilmen bilip ve kalben tasdik etmektedir. Bu makam sahibinin düsturu, tüm suretleri ve fiilleri, iyisini veya kötüsünü (bize göre) Hakk’a nispet etmektir. Mesela bazı kimseler kendi nefsine ters gelen her şeyi ''Şer'' olarak nitelendirir. Oysa bu kullar, Hakk’ın tüm fiilleri hayır’dır. derler.  Göz ile görülen bütün fiillerin Hakk’a ait olduğunu kalben tasdik etmiş olurlar. Bu kullar, böylece tüm fiilleri tek noktada tevhid etmiş olur. Yani ''Tevhid-i Efal''e nail olurlar. Ef’al ehlinin zikiri ve rabıtası ''LÂ FAİLE İLLALLAH''TIR. Kur’an’daki delili ise: İsra 70; ''Ben onları gerek karada ve gerek denizde yüklendim'' Saffat 96; “Allah sizi ve amellerinizi halk eyledi”, gibi ayetlerdir.

Tevhid-i Sıfat;

Tevhid  mertebesinin ikincisidir. Bu makamın tarifi; Hayat, ilim, irade, kudret, semi, basar, kelam isimleri Hakk’ın diriliğini işaret eder ve hepsi Hakk’ın sıfatlarıdır. Yani diri olan Allah’tır. Suretlerden gören, duyan, konuşan Allah’tır. Suretlerden irade eden Allah’tır ve suretlerden bir oluşumu ortaya koyan Allah’tır. Yani, bir önceki mertebede oluşan tüm fiiller, belli bir sebepten dolayıdır. O fiilleri sıfatlar oluşturur. Mesela; Çay içme fiilini çay içen kişi oluşturur. O kişinin sıfatı çay içme fiilini gerçekleştirmesi ile “çay içen kişi” olur. Görünen tüm bu sıfatlar  aslında Hakk’ın sıfatlarıdır. Ayrı ayrı işler için sıfatlanmış vücutlardır, veya şahıslardır. Bu sıfatlar insanda da mevcut olduğundan dolayı, insan Hakk’a ayna konumundadır. Bu kullar, o ayna ile tek mevcudu ve tekliği müşahede etmeye artık başlamıştır. Yani kendisi ile Allah’ı bilme yoluna düşmüştür. İşte bu kişiler, kendilerinin sadece bir el aleti, Hakk’ın maşası olduğunu hissederler. Tüm sıfatlar gayb-ı Mutlak olanın zevkleridir, insandan zahire çıkınca, insan kendi sıfatı ile kendisine şahit olur. İnsanın kendi sıfatı aslında esmasıdır. İlim de bir sıfattır, insandan zahire çıkınca “âlim” adını alır. Bu sıfatlar Hz. Muhammed’in (Sav.) güzel ahlakını hakkı ile sergilemek için tüm insanlarda mevcuttur. Buraya kadar ki seviye tarikat boyutudur. Yani tarikat ehli guruplar, buraya kadar aklın tasavvur edemediği bir şekilde zevk ederler. Bu makamın zikri ve rabıtası ''LA MEVSUFE İLLALLAH''dır.

Tevhid-i Zat;

Ne fiilerin ne de sıfatların bir vücudu vardır. Ve tek vücut hakkın vücududur. Zat mertebesi fiillerin ve sıfatların birleştiği vücudun da Hakk’ın vücudu olduğunu yani ''Vacib-ül Vucud'' u zevk etmektedir. Bu makamın ehli, ''Tüm kainat Hakk ise, minyatür kainat vücud dahi Hakk’tır'' der. Hakk’tan başka vücud yoktur. Benden de işleyenler vardır ve ben de her ayrı fiilim için ayrı ayrı sıfatlara bürünmekteyim. O halde ben, Hakk’ın tam örneğiyim, minyatürüyüm diye haykırır manada... Tıpkı, Hallac-ı mansur gibi ''enel hak'' der... Bu makama Zat’ın tevhidi denir. Ruhunu bile onun olduğunu bilip zevk etmek. Bu halle hallenen kul, ihtiyarî bir ölümle ölmüştür. ''Ölmezden evvel ölünüz''  hadisine böylece mazhar olmuş olur. Bu mertebeler Fenafillah makamlarıdır. 

Buraya kadar bahsedilen üç makam fenafillah ehli, zat mertebesinde toplanabiliyor ise, Velayet makamları olarak  isimlendirilir. Bunlar makamlarından sorumlu tutulmazlar. Çünkü buraya kadar varılan makamlar akıl ve idrak ile elde edilip, zevk edilen hallerdir. Sürekli olarak bulundukları mertebede kalmadıkları için sorumlu tutulmazlar. Bulundukları makamlardan konuşurken akıllarına tabii olup izah ettikleri sürece dışlanma ve itilme riskleri vardır. Bazı zamanlarda Hal’e de büründüklerinden itibar edilirler. Velâkin Hal her daim kendilerinde görünmez. Olgunlukla ilimlerini Hallerinde yok ettiklerinde ve kalben zevki huzur ile bulundukları makamdan konuştuklarında hallerinin hakkını verirler. Aksi halde ilmen izah ettiklerinde ise dışlanırlar. Yani makamlarında kalben zevk halinde olduklarında keşif sahibidirler, aksi halde keşiften mahrumdurlar... Bilinmelidir ki, bu makam sahipleri Ehli Velayettir. Veli kullar için Kuran’da Yunus 62-63 ''Onlar (veli olanlar) iman etmiş ve Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanlardır'' gelmiştir. Bu ayetten de anlaşılıyor ki, iman etmek Zat makamındaki bir kulun halidir. Yani iman şuurda tam tevhid halinin idrakidir. Bunlara Veli kullar denir. Şöyle ki; bu kişiler, Hakk’ın Ef’alini, Sıfatlarını ve Esmalarını bilip, bunların külliyesini ve aynısını kendi ef’ali ve sıfatı ve zatı ile tevhid edip, kendisini Hakk’ta yok edebilen, kendinde varlık bırakmayanlardır. İnsan minyatür bir kâinattır. İnsan kâinatın minyatürü derken, tüm varlığın bir sembolü olduğudur. ''ben insanı kendi suretimden yarattım'' diyen Allah bunu işaret etmektedir. İnsan, kâinatın zahir ve batın haline benzemesi ile bir minyatürdür. ''Kendini bilen rabbini bilir'' şablonu ile; bu “minyatür haline yönel ve benzerlikleri keşfet ki, tüm âlemi de anlayabilesin'' manası işaret edilmektedir. Çünkü Allah ayni ayetteki benzerlik ile idrak edilir. Bu kişiler, hiçlik makamında, varlığın ötesinde ve Sidre-i Mümteha dan da ötede (aklın bittiği yer) olduğu için, kendisini ancak sıfatı ile hisseder ve yine sıfatı ile gizler. Hakk; tüm hissiyatı ve melekutudur, “batın âlem”dir... Yani senin şuurun, ruhun. Halk; tüm kainattır, “zahir âlem”dir. Allah; zahir ve batın âlemin toplamı ile tek vucuttur. Varlıktır, Vucud-u Mutlak’tır. Allah’ın Zat’ı (Zatullah, Hu) ise; varlığı Nur’u Muhammedi ile halk eden ve tek arzu edici olandır. Gayb-ı Mutlak’tır. Anlatılamaz ve anlaşılamaz... Zaten bu vücudun tek sahibi ve yöneticisi kendisi olduğu için kendisinin anlatılmasına müsaade etmez. O, Vucud’un içinde kendisini gizler. Bu makamın zikri ve rabıtası ''LA MEVCUDE İLLALLAH'' (Allah’tan başka mevcut yok)’tur.

BEKA / CEM  MAKAMLARI

Beka makamları, İçe dönüş, zahirden kopma, şuur ve şuur ötesi hallere keşfedip miraca ulaşmaktır. Beka makamlarında zahirdeki haller değil, iç âlemdeki kesret ve teklikler müşahede edilir. Ve müşahedeler zevk haline geldiğinde yaşanır. Göz ile görünen ne var ise manaları şuurda hissedilir. Ve şuurdan ne mana çıkıyor ise zahirdeki yansımaları ile cevaplar bulur gönül.. yani kainatı kendi bedeni ile okuma devresine geçmektir beka makamları. 

Bu makamlar da üç'tür;  ''Hazret-ül Cem'' ''Cem-ül Cem'' ve '' Cem-ül Zat'' 

Hazret-ül Cem makamı;

Bu makama Kurb-u Feraiz, Uluhiyyet ve Ruh Makamı gibi isimler de verilmiştir. Bu makam ehli, kendi içinde keşfettiği Hakk’a sarılır. Öyle sarılır ki, kendisini yok eder ve her şeyi Hakk görmeye başlar, Bu makamda “Halk”ta görünen her şeye (eşya) “Hakk” olarak bakılır. Göz zahire baktığında batını görür. Çünkü Halk, Hakk’tan yansır. Nasıl ki insanın şuurundan zahirine yansıyan şey aynı ise, bir ayna misali Hakk, Halkı yansıtır. Ve bu görüşe, ''eşyanın Hakk''ta batın olmaması” diye tabir edilir. Yani bir eşyayı gözümüz ile görmeden hayalimizde var ettiğimizde o var ediş batınımızda dır. Bu kişiler, kendisini önceki makamlarda “Hakk” olarak keşfetmiş ve kendisini yok etmiştir. İlimde yok ediş halini sonra kendi halde yaşamaya başlar... İnsanın zahirde gördüğü her şey nasıl ki Hakk katında batının ise, aynı şekilde gözler kapadığında tüm eşyaların suretleri insanın zihninde batın olduğu gibi. İnsan kendisini  Hakk’a benzettiği için, gözü ile gördüğü her şeyi Hakk’ın kendi batınını seyretmesi gibi hisseder. Yani Hakk, kendisini Cem Makamı görür ve işitir. ''Ben kuluma muhabbet eylediğim vakitte, o kulum Benimle görür, benimle işitir, benimle söyler, benimle tutar, benimle yürür.''  ayeti bu makamın bir delildir. Cem makamı, Fena dan Beka’ya (zahirden batına) geçiş yeri olan berzah makamıdır. Bu makam aşağıdan yukarıya birinci aynadır. Yani Hakk ile Halk arasındaki ayna. Ayna, bir cismin kendisi ile aynanın içindeki görüntüsünü bilir. İki taraflı da bildiğinden zahir hayattaki yaşantısı zordur. Bu makamda kişide büyük haller yaratarak meczupluğa kadar götürür. Ki Hallac-ı Mansur da bu makamın sarhoşluğu ve derin etkisi ile “Enel Hakk” demiştir. Aslında Hakikat ilmine göre Cem hali makamdan sayılmaz denir, bir berzah yeri olarak isimlendirirler... bu kişiler, her şeyde Hakk’ı seyrettiğinden zahirden kopma durumuna gelir ve bir mecnun haline döner. Bu hal, de o kişiye zarar verir. Bu nedenle burada fazla durdurulmaması gerektiği de zikredilir. Tekrar zahire döndürülerek bir meczup gibi değil, insan gibi yaşamına devam etmesi gerekir. Sofinin, İhvanın bu halden kurtarılması gerektiğinin bir başka sebebi ise, ''Vucut''  mantığından nakıs kalmasıdır. Çünkü vucut, zahir ve batın ile beraberdir. Nasıl ki insan hisleri şuuru ve bedeni ile tek vücut ise kainat da esmaları ile tek vücuttur. Bu halin yaşantısı zahiri hiçe sayıp batına yönelmek olduğundan eksik bir hal teşkil eder...

Hazret-Cemi-ül cem; 

Bu makama ''Kurb-u Nevafil'' de denir. Her nereye nazar edersek edelim zahirde halkı batında ise Hakk’ın tecellisini zevk ve ifade ederiz. Bu makamda yukarıda anlattığım Cem makamı ehlinin durumuna ilave bir hal gelir. Bu defa Hakk batın, Halk ise zahir hale gelir. Yani önceki halde Halk, Sofinin ve ihvanın ilminde batın olmuş idi, ama gözleri zahire bakıyordu. Bu makamın sakinleri, Hakk’ı eşyanın içinde görmeye başlar. Yaşantısına geri döner. Her baktığı eşyanın içinde Hakk’ı tefekkür etmeye başlar. Uyuşukluk ve kendinden geçme dönemi bitmiş yeni ve sağlam temellere oturan bir hale bürünmüştür. İlimde olan esmayı kendi vücuduna verir ve kendisinin zahir olarak görünen bir esma olduğunu anlamış olur. Her insan bir esmadır, her insanın bir yaradılış gayesi vardır ve zahir görüntüsü ile bu aleme gelir. Velakin aslen bir esmadır. Hazret-ül Cem makamındaki kişi bunları anlayarak şuuru yerine oturur. Zahir (halk) görmeye başlar ve batını (hakk) zahirin manası olarak algılar. 

Bu makamdaki kişi her baktığı eşyanın veya maddenin müsemmasını anlamaya çalışır. Kendi şuurunda ayniyeti ile Allah’ı keşfetmeye başlar. Minyatür bir kâinat olduğunu anlar ve her şeyi kendi tek vücudu ile bilir. Külli kâinatı (makro) minyatür kâinat (mikro) olan vücudu ile anlar, bilir. Kendisindeki Zat’ı, Nur-u Muhammedi’yi, Sıfat’ı, esmaları, sıfatından yayılan rahmanlığı ve rahimliğini, kendi melekutunun işleyişini ve melekutunun bedeni ile nasıl dışarıya çıkıp fiiller işlediğini görmeye başlar. Yani kendisini minyatür bir kâinat olarak bilir. Bu hale de “kendinden kendine” hal denir. Kendi derinliklerine yolculuk etmeye başlamıştır. Nur-u Muhammedi sinden akan arzuları müşahede etmeye başlar. Bu haldeyken ''gören ve bilen ve işiten haktır'' Bu mertebedeki kişiler, şeriatlarında kemalat, yücelik ve Resulullah’ın ahlakı görülmektedir. Bu makamın kemalatına eren kişi, zahirde herkesin bildiğini bilir ve görür. Hatta işitir ona haberler gelir. Yani ilmi keramet sahibi olup kimsenin işitmediği hikmetleri söylemeye başlar. Bu kul her şeyi Hakk ile görüp ve işittiğinden, semi ve basar ilmi güçlüdür. Ve bu makam sahiplerine ''Hasenetül ebrar seyyiatül Mukarrabun'' denir. Bu makamın sahibi her daim zahire nazar eder, velakin zahirdeki batına nazar ettiği kesindir.

Hazret-i Cem-ül Zat; 

Tüm makamların toplandığı makam bu makamdır.  Şöyle ki; Zahir alemi, efal, sıfat ve zat mertebelerinde toplayıp Hakk’a havale eden ve her şeyi Hakk gören Cem makamındaki kişilerin hali ile,  tüm zahiri kendi manası ile kendisinde toplayan kişidir. Bu hali ile Allah’ın zahir ve batın esmalarını ve tüm kainatı kendisi ile bilip  kendisinde nokta ettiğinden ''Ezel benim, ahir benim, zahir benim, batın benim'' der ve her şeyi böyle görür. Ve kendisi ile emindir. Kendi şuudundaki Allah’ın tüm hallerini zahirde ve batındaki zıtları ile kendi vücudunda topladığından hiçbir hali de abes görmez. Onun zevki kendi zuhurunda her hali ile Hakk’ı temsil eder. Her mertebeden dillenir.. konuşmaya başladığında varlığını dile getirdiği için bir makam aşağıdan kelam sürer. Suskunluğunda yükselir. Müşahedesini Ahadiyyet makamından gelen hikmetler ile yapar. Gönlünü ve vicdanını tamamen Nur-u Muhammedi kaplamıştır. Her hali gönül iledir. İlmi gerektiğinde dillendirir. Tüm zıtlıkları kendisinde toplamış ve abes görülecek hiçbir şey bırakmamıştır gönlünde. Her hali mizan çerçevesinde akıl ve gönül birliği ile ifa eder. Misal olarak ; Keskin bir bıçağın sırtında dengede durup, o çizgide yürümek gibi, bir yana düşse Hakk öbür yanda olur. Diğer (zıt) yana düşse Hakk bu yanda olur. Zıtları ile bir olan tek yer ise o bıçağın sırtıdır. Burasının tarifi için ''demirden leblebi çiğnemek, ateşten gömlek giymek'' diye tabir edilir. Bu Mustafa hırkasını giyen güruhun taban tabana zıt olan her mekana girebilmelerinin ve oradaki hallere bürünmelerinin sebebi, Hakk’ın her iki zıt tarafta da mevcut olduğunu bilmelerindendir. Ve bunu da Mizan ve İtidal yolu izleyerek başarabilirler. Hakikat; iki zıttı da tek görebilmektir. 

Marifet ise; iki zıtlığı da tek görüp yaşayabilmektir. Bu marifete ise tüm şartlanmalardan sıyrılıp, aklın ve gönülün sınırsızlığını keşfeden ve yaşayanlar ulaşır. Bu öyle bir haldir ki kişi ne yöne gitse kendisi merkezdir. Bu hale bürünen, esrar-ı Süleyman ve mülk-i Sübhan’dır. Zevkine erişemeyen kendini kandırmış olur.

Bu makamdan sonra bir makam vardır ki ona da ''Ahadiyyet-ül Cem'' makamı denir. 

Bu makam, sadece ve sadece Hz Muhammed (Sav.'e) has bir makamdır ve daimi olarak O’na aittir...

Rabbimiz hepimizi bu makamların ehillerine saygılı olmayı, onlara yakın olmayı ve yollarından gitmemizi nasip etsin derken, bu yolların yolcularının tüm zahmetlerini kolaylaştırsın diyorum. Rabbimiz, bu güzel insanlara bizleri yaren ve hizmetçi etsin İnşaAllah...

Manevi makamları acizane lisanımca anlatmaya gayret ettim. Maksadımız bu makam sahibi müstesna insanları daha iyi algılamamız, ve hakkıyla yollarında edeple yoldaş olmamız temennisiyle aslında...

Bu yazımı, manevi makamları basit bir şey gibi anlatan, manadan bi haber olan, tüm bilgisiz bilgililere ve  tasavvuf adabından yoksun tasavvuf ehliyim diyen herkese ithaf ediyorum...

Vesselam.

İbrahim DANACILAR

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum