Hakkı ERÇETİN

Hakkı ERÇETİN

İman ve Rakamlar

 Ülkemizin önemli eksikliklerinden biri de özellikle cumhuriyet döneminde ciddi manada aydın yetiştirememesidir. 1950’li yıllara kadar bir nebze olsun Osmanlı mirasıyla iktifa edilmişti. Özellikle 1960’lı ve 70’li yıllarda bu alanda ciddi bir zafiyet ve yetersizlik olduğunu görmekteyiz. Bu dönemde daha çok materyalist düşünce yerleştirilmek isteniyor, milli ve manevi değerler küçümseniyordu. Bunun sonucu kendi değerlerinden kopuk ancak öykündüğü değerlerin de hakkını veremeyen kendini aydın zanneden bir zümre ortaya çıkmıştı. Bu çelişkili ve kifayetsiz durum kavramların da içini boşaltmıştı. Öyle ki, kavramların içi boşaltılıp herkes kendine göre bir mana yükleyince en basit bir hususta dahi anlaşmak mümkün olmuyordu. Konuşuyorduk ama nece?

Otobüse binerken adet üzere bile olsa “Bismillah” diyen kimse “gerici”, “yobaz”, “çağdışı” gibi yaftalara maruz kalıyordu. Aslında bu kelimelerin asıl manaları üzerinden gitmiş olsak bunu söyleyenlerin bu sıfatları daha çok hak ettiğini görürüz. Kendi öz değerlerinden uzaklaşmak taklidî bir Batıcı şekle bürünmek matah bir şey sayılırdı.

Bu dönemlerde moda olan “Ben bilime inanırım arkadaş!” ifadesi vardı. Bunu söyleyen inançsızlığını açıkça ifade etme mertliğine sahip olmadığından ve de muhtemel toplum baskısından da çekindiği için böyle ne idiğü belirsiz bir ifadeye sarılırdı. Oysa bizim inancımıza göre “La ikrahe fid’din (Bakara/256)” ve “lekum dinikum ve liye din (Kafirun/6)” ayetleri gereğince kimse bir şeye inanmaya zorlanamaz.

Bu ifadeye sarılanlar dinin doğma ve peşin kabul olduğunu, bu nedenle çağa uymadığını(!), buna karşılık kendilerinin matematik ve fen bilimleri ile ölçülüp tartılan ve doğruluğu ispatlanan bir bilgiyle hareket ederek çağdaş(!) olduklarını iddia ediyorlardı. Evet, din bir gönül işidir. Sadece akılla olacak bir iş değildir. Üstadın dediği gibi “ne akılla ne de akılsız” olabilen bir şeydir.

Çağdaş olmak için sarıldıkları “bilim” ile materyalist bilimler anlaşılmaktadır. Bu bilimlerin babası olan matematiği ele almak istiyorum. Matematiğin özü rakamlardır. Rakamlar yoksa matematik te yok demektir. Rakamlara baktığımızda hepsinin kaynağı olarak 1(bir)’i görürüz. 10 derken temel olarak 10 adet 1’i kastetmiş oluruz. Peki, 1 nereden geliyor, bunun kaynağı nedir? Bir babayiğit çıkıp ta bize açıklasın bakalım? Bir’i peşin kabul etmek zorundayız. Bu peşin kabul olmazsa matematik te olmaz.

Ne oldu şimdi? Çok güvenilen maddeci bilimin esası peşin kabul ile başlıyor ve bizim inancımızla örtüşen bir konuma geliyor. Bizim inancımıza göre her şey Bir ile başlar ve her şey O'nun eseridir. Marifet te zaten O’nun varlığına ve birliğine inanmaktır. Bu fizik ve kimya için de geçerlidir. Fizik kanunlarını biz sadece keşfederiz ve bu kanunlar biz keşfettiğimiz için var olmaz, var oldukları için keşfederiz. Bütün ilimlerin tek ve gerçek sahibi de O’dur. Eseri görüp te o eserin sahibini es geçmek en hafifinden nankörlüktür, ahmaklıktır.

Buradan hareketle 1(Bir)’i es geçersek sıfır noktasına geliriz yani yokluk ve hiçlik noktası. Bir’i kabulle pozitif veya olumlu bir çizgide mesafe alırız ve diğer rakamlar veya kazanımlar bir mana ifade eder. İnanmayanların konumunu ise negatif sayılar sembolize eder. Kendine göre bir (-1) kabul ederek buradan hareketle bir yol alır. (-) 50 milyara bile gitse gerçek değeri sıfır bile etmez. Pozitif taraftaki en küçük değer negatif taraftaki en büyük değerden üstündür. İman böyle bir şey işte…

Bazen şu da dile getirilir, adam kafir ama çok iyi işler yapıyor, beri tarafta ise imanlı ama çok kötü işler yapan bir adam var. İyi olanın cehenneme gitmesi kötü olanın da cennete gitmesi çelişki değil mi diyorlar. Amel imandan bir cüz olmadığına göre kişinin bulunduğu konum önemlidir. İman yoksa iyiliklerinin karşılığını bu dünyada görür, görmüyorsa da şansına küssün. İmanlı kötü de amelinin cezasını hem bu dünyada olmadı öbür dünyada mutlaka çekecektir. Dediğimiz gibi 0,1 bile (-) 50 milyar’dan değerlidir. Ayrıca kafir için hidayet kapısı, imanlı ama günahkar için de tevbe kapısı her daim açıktır. Sadece seçme iradesini göstermek yeterli olacaktır.

Bu biraz da şuna benzer; kömürün de elmasın da ana maddesi aynıdır, karbondur. Sadece aralarındaki fark sıkışma süreleridir. İmanlı ve imansızın her ikisinin de insan olması ancak aralarındaki küçük ama önemli farkın “iman” etmek olması gibi. Kömür en yüksek kalite bile olsa yanmaya mahkumdur. Elmas en düşük kalite bile olsa takılmaya ve baş tacı yapılmaya layıktır vesselam.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.