ÇINAR AĞACI

Çınar ağaçları ne kadar da çok özellikler, sırlar barındırır üzerlerinde. Hani bizleri her türlü kötülükten her türlü yanlıştan koruyan çınarlarımız var ya işte bu ağaçlar gibidir. Uzun kolları ile sırtımızı verdiğimizde bize nasıl dayanak olurlar. Ne der küçük çocuklar benim babam, benim annem.  Ne güzel iki kelimedir bunlar. Ne kadar yüce, söylendiğinde nasıl kalbimizi titreten sözlerdir. 

Fakat modernleşme içinde bu çınarlar artık unutulur mu oldu? Birçok yerde geri planda bırakılan, ailede alınacak kararları dahi en son ona danışılan, hanede genç olan aile fertlerinin ahkâm dolu sert çıkışlarına maruz kalan bu yüce değerlerimizin yüreğini açıp bakma şansınız olsaydı, sitem dolu feryadını duyabilir miydiniz?

Sanki şu an sizlerin içinizden geçenleri duyuyor gibiyim. Bana bu konuda yanıldığımı söyler gibisiniz. Ama ne acıdır ki doğrudur. Belki eski kuşaklar biraz daha farklıdır, onlar yaşlılarının değerini bilip, sevgide saygıda kusur etmezler, buna inanıyorum. Ama ne yazık ki son yıllarda sevgi, saygı, vefa unutulmuştur. İnsani değerlerimizin azaldığını, manevi duyguların bittiğini, büyüğe hürmetin önemsenmediğini gözlemledikçe içim çok sızlıyor çok. ilhassa arada dağlar olup ta gurbette olunca da hiç değilse seslerini duymak kadar bir hazine daha ne olur ki. Bedenleri ayrı olsa da varlığını yüreğinizde ve soluğunuzda yanınızda hissedersiniz. İşte o zaman anadan ve babadan alınacak hayır duaları ile asla ve asla yıkılmazsınız. İşte o zaman Allah bütün işinizi rast getirir.

Yeter ki ana ve babadan yürekten dua almayı başarabilelim.Lütfen ananızı ve babanızı hoşnut tutunuz,asla incitmeyiniz o gül yürekleri. O yorgun ve kırışık yüzün, ak düşmüş saçların ardında mutlu ve yaşama gülen yüzler ile bakan sevgi dolu yürekler oluşacaktır. Yaşlılık bedende değil ruhtadır. Büyüklerimiz bizim Çınar ağacımızdır onlar yaşlanmaz.

Benim çınar ağaçlarım rabbime şükürler ki, öyle heybetli, öyle güven vericidirler hala. Derim ki bir daha dünyaya gelsem ben bu çınarlarımın eteğinde, gölgesinde huzur bulmak hayata hazırlanmak isterim. Beni kötülükten, başkalarına muhtaç olmaktan koruyan başımı kaldırdığımda o asaletle gölgesinde büyüdüğüm, sığınağım, sahiplendiğimi hissettiğim, çınarlarımın topraklarında büyüdüğüm, köklerinde can bulduğum, sakin ve huzurlu yürek mekanım çınarlarımdır onlar benim. Yüce yürekleri, güçlü elleri ile bizleri incitmeden tutmaları, korumaları bize güveni yaşatan canım çınarlarım.

Onların bize çınar ağaçları gibi verici olmaları çınar ağaçları gibi koruyucu olmaları nasıl bir haz verir bize.

Hikaye budur ki; Bir ormanda akasya ile çınar ağacı komşularmış. Bir gün akasya ile çınar ağacı konuşurken; Çınar ağacı demiş ki:

-Bu yıl ilk kez tohum veriyorum. Güçlü bir rüzgâr çıktığında tohumlarımı önüme katıp, taa uzaklara götürmesini isterim. Nerede olurlarsa olsunlar onların mücadele edip başaracaklarına eminim. Ben onlara güveniyorum, zorlanırlarsa arkalarında olacağımı da biliyorlar, demiş.

Akasya :

-Aaaa... Öyle şey olur mu, canım. Ben tohumlarımı şöyle ayaklarımın dibinde isterim. Büyürlerken ne yapıyorlar, nasıllar, hiç olmazsa görürüm, zorlanmalarına ne gerek var, ben her şeylerini yaparım, demiş.

Ve o yıl ikisi de söyledikleri gibi yapmışlar. Akasya hemen gölgesine silkelemiş tohumlarını. Çınar ağacı da rüzgâra katmış ve ta uzaklara savrulmuş tohumlar. Bir tanesi de biraz yakınındaki kayaların arasına girmiş.

Akasyanın tohumu annesinin gölgesinde hemen çimlenmiş, kendini kısa zamanda göstermiş. Bu durum aksayanın çok hoşuna gitmiş. Çınar ağacının tohumu da bir taraftan kayalara tutunmak, diğer taraftan da ayakta kalmak için mücadele ediyormuş. Ara sıra çınar ağacı şöyle bir uğuldayıp tohumuna;

-Vuu.... Yanındayım; diye seslenip güç veriyormuş.

Akasyanın tohumu gelişip boy atmış. Ama annesinin gölgesinde olduğu için biraz cılızmış. Akasya yavrusu, ne zaman güneşe şöyle bir gülümsemek istese, ana akasya hemen atılıp ''Bilmediğin, tanımadıklarınla konuşmak da ne oluyor!'' diye karşı çıkıyor, yavru akasyanın her şeyine karışıyormuş. Diğer taraftan küçük çınar ne zaman zorlansa, şöyle bir ana çınara bakıp “O yaptığına göre ben de yapabilirim.” diye örnek alıyormuş. Üstelik yalnız da değilmiş. Bu arada bir sürü arkadaşı olmuş. Güneş, toprak, su... Arkadaşları da daima destekleyip;

-Yapabilirsin sana güveniyoruz, diyorlarmış.

Aradan epey zaman geçmiş. Çınarın yavrusu büyümüş, gelişmiş; ışıl ışıl bir sürü yaprak açmış. Yavru çınar ağacı da aynı ana çınar gibi, küçük bir esintide yapraklarını hışırdatıp:

-Ben de varım, diye sesleniyormuş.

Oysa; akasyanın yavrusu küçük bir esintiye bile dayanamıyor, yıkılıyor, yerlere seriliyormuş. Bir gün ana akasya, çınar ağacına:

-Sen haklıydın, ben zannettim ki yanımda olura onu korur geliştiririm. Oya gölgem onu geliştirmedi. Kötülüklerden korumak istemiştim. Oysa ona en büyük kötülüğü ben yaptım. Çok karıştığım için nasıl davranacağını bilemiyor, demiş.

Çınar ağacı üzülerek:

- Şu ana kadar olanları değiştiremeyiz. Ama bir an önce doğru kararlar alıp, harekete geçmelisin, yapacağın daha pek çok şey var demiş.

Ana akasya o günden sonra yanlışını düzeltmek için çok uğraşmış. Zamanla yavrusu akasyaya güvenmiş. Sık sık da deneme fırsatı vermiş. Bir süre sonra yavru akasya annesinin gölgesinden çıkmış. Geç de olsa kendine göre bir yol çizmiş.

 Yine hikaye odur ki;

Ulu bir çınar ağacının yanında, bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe, bitki, çınar ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş hızla büyümüş ve neredeyse çınar ağacıyla aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş çınara;

“Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?” “82 yılda” demiş çınar. “82 yılda mı?” diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak, “Ben neredeyse 2 ayda seninle aynı boya geldim bak!” “Doğru” demiş ağaç, “Doğru.” Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgarları başladığında kabak önce üşümeye, sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle çınara: “Neler oluyor bana ağaç?” “Ölüyorsun” demiş çınar. “Niçin?” demiş kabak. Çınar fısıltıyla konuşmuş, “Benim seksen iki yılda geldiğim yere sen iki ayda gelmeye çalıştığın için.”

Yüce kitabımız Kur-an’ı Kerimde ana baba;

Nisa Suresi/ 36:

Allah'a ibadet edin ve o'na hiçbir şeyi ortak koşmayın Anne-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez

Bakara Suresi/ 83:

Ve bir vakit İsrailoğullarından şöyle söz almıştık: “Allah'tan başkasına tapmayacaksınız, anne-babaya, yakınlığı olanlara, öksüzlere ve biçarelere de iyilik yapacaksınız İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin” Sonra pek azınız müstesna olmak üzere sözünüzden döndünüz, hala da dönüyorsunuz!

En’am Suresi/ 151:

De ki: “Gelin, size Rabbinizin neleri yasakladığını okuyayım! O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, babanıza annenize iyilikten ayrılmayın, yoksulluk yüzünden çocuklarınızı zayi etmeyin; zira sizin de onların da rızkını Biz veririz, kötülüklerin açığına da gizlisine de yanaşmayın, Allah'ın muhterem kıldığı cana haksız yere kıymayın İşte duydunuz ya, O, size düşünesiniz diye bunları emretti!”

Yusuf Suresi/99,100:

Ailesi Yusuf'un yanına vardıklarında, anne ve babasını kucakladı, yanına aldı ve: “Buyurun Allah'ın dilemesiyle Mısır'a güvenle girin!” dedi ve anne ve babasını kendi tahtı üzerine oturttu

İsra Suresi/23:

Rabbin sadece Kendisine ibadet etmenize ve anne-babanıza, Allah’ın sizi görmekte olduğu bilinci içinde mümkün olan en iyi şekilde davranmanıza hükmetti

Eğer onlardan biri veya her ikisi yaşlanmış olarak yanınızda bulunuyorsa sakın varlıklarından veya onlara hizmetten bıkkınlıkla kendilerine ‘Öf!’ diyecek ölçüde bile kötü söz söyleme!

Onları azarlama ve daima onlara karşı tatlı dilli ve gönül alıcı ol!

Lokman Suresi/14:

Biz insana, anne-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir Çünkü annesi onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur Önce bana, sonra da anne-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur Dönüş ancak banadır

Ahkaf Suresi/15:

Biz o insana anne-babasına güzel davranmayı tavsiye ettik Annesi onu zahmetle karnında taşıdı ve zahmetle doğurdu Onun taşınması ile sütten kesilmesi otuz aydır Nihayet olgunluk çağına ulaşıp kırk yaşına girdiği zaman: “Ey Rabbim, beni öyle yönlendir ki, bana ve anneme-babama verdiğin nimetine şükredeyim ve hoşnut olacağın iyi bir iş yapayım Soyumdan gelenleri de benim için iyi kimseler eyle Çünkü ben, gerçekten tevbe ile Sana yüz tuttum ve ben gerçek müsümanlardanım” der

Bakara Suresi/ 215:

Sana Allah yolunda mallarını neye harcayacaklarını sorarlar De ki: “Vereceğiniz nafaka, anne, baba, en yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir Hayır olarak daha ne yaparsanız Allah onu muhakkak bilir

Dua:

İbrahim Suresi/ 41:

Ey Rabbimiz, hesabın görüleceği kıyamet günü beni, annemi, babamı ve bütün müminleri bağışla!”

İsra Suresi/ 24:

İkisine de merhametle tevazu kanatlarını indir Ve şöyle de: “Ey Rabbim! Onların beni küçükten terbiye edip yetiştirdikleri gibi, sen de kendilerine merhamet et”

Allah Teala İsra suresinin 23. ve 24. ayetlerinde şöyle buyuruyor:

 “Senin Rabbin, O’ndan (Allah’tan) başkasına kulluk etmenizi ve anne-babaya iyilik etmeği emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, onlara: “Öf” bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle. Onlara merhametle alçak gönüllülük kanadını ger ve de ki: “Rabbim! Onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse sen de onlara öylece merhamet et.”

İmam Sadık(a.s) bu ayetle ilgili şöyle buyurmuştur:

 “Eğer Allah Teala, (anne-babayı incitmek hususunda) öf kelimesinden daha küçük bir şeyin olduğunu bilmiş olsaydı, mutlaka ondan da nehy ederdi; öf, anne-babaya karşı gelme ve onları incitmenin en küçük ve hafif olanıdır. İnsanın anne-babasına keskin bir şekilde bakması da akk-ı valideynden (onları incitmekten)dir.”

İmam Zeyn’ül- Abidin (a.s) da baba hakkıyla ilgili şöyle buyurmuştur:

“Babanın senin üzerindeki olan hakkı şudur: Bilmelisin ki baban, senin kökündür ve sen ise onun dalı. Eğer baban olmasaydı sen de olmazdın. Kendinde hoşuna giden bir şey gördüğünde, bil ki baban bu nimetin köküdür. Bu nimet değerince Allah’a hamd ve şükret. Kuvvet ancak Allah’tandır.”

İmam Sadık (as) şöyle buyurmuştur:

“Bazı insanlar baba-anası hayatta iken onlara iyilik ediyor; ama onlar öldüklerinde onların borçlarını ödemiyor ve onlar için Allah’tan mağfiret dilemiyor. İşte bundan dolayı Allah Teala onu, akk’ul- valideyn (ana-babasına asi bir kimse) olarak sayıyor. Ama bazen bazı insanlar, ana-babası hayatta iken onlara karşı sert ve asidir. Ama onlar öldüklerinde, onların borçlarını ödüyor ve onlar için mağfiret diliyor. Allah Teala böyle bir adamı ana-babasına iyilik yapan bir kimse olarak yazıyor.”

Anne ve baba için kılınan namaz iki rekattır; birinci rekatta, Fatiha suresini okuduktan sonra on defa şu ayeti okumak: “Rabbena iğfir lî velivalideyye ve lil mu’minine yevme yekum’ul- hisab.” (İbrahim/41) İkinci rekatta ise Fatihadan sonra on kez şu ayeti okumak: “Rabbi iğfir lî velivalideyye velimen dehalebeytiye mu’minen ve lil mu’minine ve’l- mu’minati” (Nuh/28) Namazın selamını söyledikten sonra on defa şöyle demek: “Rabbi erhamhuma kema rebbeyanî sağiren.” (İsra/24) 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.