İran'a saldırıdan önce Lübnan'da savaş çıkar

ABD Genelkurmay Başkanı Oramiral Michael Mullen, "ABD ordusunun elinde İran'a karşı bir saldırı planı var ancak saldırının pek iyi bir fikir olmadığını düşünüyorum" demesi, bölgedeki sessiz bekleyişi endişeli bekleyişe çevirmeye yetti.

Oysa bu sözün endişe edecek bir yanı yok. Elbette ABD'nin elinde böyle bir saldırı planı var. Hep vardı. Irak işgalinden bu yana hemen her yıl, belki daha kısa aralıklarla revize edildi. Irak işgali programlandığı şekilde gelişseydi hem Suriye hem de İran'a karşı benzer saldırı planları harekete geçecekti. ABD'nin "Askeri seçenek masada" açıklamalarıyla İsrailli üst düzey yetkililerin "İran'a saldırı için askeri yeterlilik düzeyine geldik" şeklindeki açıklamaları hep birbirine paralel yapıldı. Bu açıklamalar yapılırken de, İsrail'e olası saldırı için askeri yığınak aralıksız devam etti. Bölgedeki bazı ülkeleri İran'a karşı harekete geçirmek için yoğun çaba sarfedildi, İran karşıtları olgunlaştırıldı.

Dolayısıyla; eğer İran'a karşı bir hazırlık varsa bunun işaretleri, ABD Genelkurmay Başkanı'nın son açıklaması değil, bölgede sessiz sedasız gelişen başka olaylardır. En son Güvenlik Konseyi'nden yaptırımları ağırlaştırma kararı çıkarılmasından sonra karşılıklı sert açıklamalar devam ederken, İsrail'in her an İran'a bir tür provokatif taciz saldırısı yapabileceğine ilişkin kaygılar güçlendi. ABD ve Avrupalı bazı ülkeler, her ne kadar böyle bir savaşı göze alacak durumda olmasalar da, İsrail'in tek başına İran'a bir şey yapamayacağını bilenler, Batılı ülkeleri bir oldu bittiyle karşı karşıya bırakacağı korkusunu her fırsatta yansıttılar. Güvenlik Konseyi'nin son kararını bile, "Eğer biz bir şeyler yapmazsak İsrail saldıracak" teziyle kabil ettirmeye çalıştılar.

Benjamin Netanyahu liderliğindeki koalisyon hükümeti, bırakacağı en büyük mirasın bu olması için elinden geleni yapıyor. Ancak, yoğun kampanyaya rağmen başarılı olmuş değil. Üstelik tam da bu dönemde, bölgedeki en güçlü müttefiki Türkiye ile de arayı bozmuş olması, İsrail'in elini daha da zayıflattı. En son o kadar direnmesine rağmen, Mavi Marmara olayının soruşturulmasına yönelik BM baskısına prensipte evet demek zorunda kaldı. Ancak, Türkiye'nin bütün taleplerine evet dese de, İsrail'in yakın gelecekti Türkiye'yi kazanma şansı olmayacak, olamayacak.

Tel Aviv yönetimi şimdi, ABD'nin İran'a karşı oluşturmaya çalıştığı "Sünni blok"u kullanılabilecek hazır yapı olarak görüyor ve bu ülkelerden dolaylı destek umuyor. İşaretlere bakılırsa durum amanın da ötesine geçmiş durumda.

Suveyş Kanalı'nı kontrol eden Mısır ile Basra Boğazı'na kadar uzanan Suudi Arabistan ile Körfez ülkeleri, böyle bir kriz için kritik ülkeler haline geldi. Bu ülkelerin hiç biri, açıktan İsrail'le iş tutamaz. Ancak ABD üzerinden bunu yapmaları pekala mümkün.

İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad'ın; "ABD üç ay içinde bölgede iki ülkeye saldıracak, elimizden güçlü kanıtlar var" sözü ABD Genelkurmay Başkanı'nın sözleri arasında bir bağlantı olabilir mi? Sanmıyorum... Ahmedinejad'ın üç ay gibi kısa bir süre vermesi, kesin konuşması, iki ülkeden söz etmesi doğru çıkmayabilir. Bu iki ülkeden biri İran olmayabilir. Eğer bir saldırı olacaksa, bir iç savaş ya da işgal söz konusu olacaksa, Lübnan'ı burada anmak gerekiyor.

İsrail'in Lübnan'a saldırısı da, Gazze'ye saldırısı da İran'la bağlantılıydı. Olası İran savaşına hazırlık, bu savaş öncesi ayaklarına dolanacak güçleri tasfiye etme amacı taşıyordu. Hesapları tutmadı bu güçleri daha da etkin hale getirdi. Belki de İsrail'in ümidini kıracan en önemli gelişmeler Lübnan ve Gazze saldırısının sonuçları oldu.

İran ise, kendine yönelik tehditleri sınırlarının çok uzağına taşıdı. Yine böyle olacak. İran'a saldırı ihtimali ortaya çıktığı anda Hizbullah ile İsrail arasında yeni bir savaş çıkacak. Ya da İsrail Gazze'deki direnişi ezmeye çalışacak. Dolayısıyla Gazze ve Lübnan'daki savaş aslında İran-İsrail, İran-ABD savaşıydı.

Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ın Mısır'a gidip Hüsnü Mübarek'le görüştükten sonra Perşembe günü Şam'a dönüp Beşşar Esad'ı yanına alarak Beyrut'a gitmesi oldukça dikkat çekiciydi. Bir Suudi Kıralı 1975'ten b.u yana ilk kez Beyrut'a gidiyordu. Suriye Devlet Başkanı, 2005'teki Refik Hariri suikasti ve ardından Suriye ordusunun Lübnan'dan çıkarılmasından sonra ilk kez bu ülkeye gidiyordu. Bu ziyaretleri zorunlu hale getiren çok önemli bir gerekçe olmalıydı.

Gündem belliydi: Hizbullah'la Lübnan yönetimi arasındaki sorunları gidermek.. Her ne kadar bu konu böylesine olağanüstü ziyaretleri zorunlu kılacak kadar önemli olsa da, son günlerde İsrail'in Lübnan'a saldırı yapacağına ilişkin tartışmaları da göz önüne alarak duruma bakmakta fayda var. Hizbullah ve İsrail arasında Güney Lübnan'da yeni bir savaşın patlaması, Beşşar Esad'ın haftalardır "her an savaş çıkabilir" anlamında uyarılar yapması ile ziyaretler arasında bir bağlantı olsa gerek. Suudi Kralı ile Esad'ın ziyaretinden sonra Katar Emiri'nin de benzer çabalarını zikretmek lazım.

Bütün bunlar, Lübnan iç meselesi gibi görülebilir. Ama Lübnan gibi bir ülkenin iç meselesi yoktur. Buradaki pazarlık ya da restleşmenin hem S. Arabistan hem İran hem de İsrail'e bağlantılı olacağını biliyor olmalıyız. Aynı şekilde, bütün bunların "İran'ın nükleer çalışmaları, İran'a saldırı" başlıklarıyla birebir bağlantısı olduğunu da..

Önceki ve Sonraki Yazılar